Toplum, bizi sürekli bir kalıba sokmak ister. “Başarılı” olmanın, “iyi insan” olmanın, “doğru” yaşamanın ölçütleri vardır. Ve bu ölçütler, bireyin kendine özgü doğasını bastırabilir. Oysa asıl mesele, başkasına benzemeden kendi yolunu yürüyebilmektir.
Kendini inşa etmek; model almakla kopyalamak arasındaki farkı bilmeyi gerektirir. İlham alabiliriz, etkilenebiliriz ama başkasının hayatını kendimize giydiremeyiz. Çünkü her yaşamın kumaşı farklıdır. Bize bol gelir, dar gelir ya da hiç hissettirmez. Asıl olan, kendi bedenimize uygun bir yaşam elbisesi dikmektir.
Danışanlarımın en çok zorlandığı konulardan biri de budur: “Ne istiyorum ben?” sorusuna yanıt verememek. Çünkü yıllardır başkalarının ne istediğini gözeterek karar vermiştir. Aile ne der, toplum ne düşünür, çevrem nasıl algılar… Bu gürültüde kendi sesi kaybolmuştur.
Ama kişi bir noktada uyanır. Uyumun bedeli büyüktür. Kimliğinden, arzularından, hayallerinden feragat etmiştir. Ve bu fark ediş, dönüşümün başlangıcı olur.
Kendini inşa etmek, yavaş bir süreçtir. Deneyerek, düşerek, sorgulayarak oluşur. Bazen “Bu ben değilim” demek kadar değerlidir. Çünkü ne olmadığını bilmek, ne olduğunu bulmanın ilk adımıdır.
Bu yolculukta en kıymetli beceri, içsel sadakattir. Dış dünyanın alkışına değil, iç dünyanın huzuruna kulak vermek… Bu huzur kolay bulunmaz ama bulunduğunda kök salar. Ve artık kişi, başkasının gözünde değil, kendi yüreğinde yer edinir.
Kimseye benzemeden kendini inşa etmek, cesaret ister. Ama sonunda kazanılan şey, taklitsiz bir yaşamdır. Ve bu, en büyük özgürlüktür.