Sert Siyasetin Bilinçdışı: Freud’un Gözünden Politik Sertlik


  • Oluşturulma Tarihi : 27.03.2025 09:02
  • Güncelleme Tarihi : 27.03.2025 09:02

Politik sahnede sert söylemler ve keskin tavırlar, yalnızca ideolojilerin değil, bireysel ve toplumsal bilinçdışının da bir yansımasıdır. Sigmund Freud’un psikanalitik kuramı, bu olguyu anlamamız için derinlemesine bir perspektif sunar.

Freud’a göre insan zihni, arzular, korkular ve bastırılmış duygularla doludur. Politik liderlerin ve kitlelerin sert söylemleri, çoğu zaman bu içsel çatışmaların dışavurumudur. Özellikle “ben ve öteki” ayrımı, Freud’un teorisinde belirgin bir yer tutar. Birey, kendi benliğini güçlendirmek ve savunmak için ötekini şeytanlaştırabilir. Siyasetteki sert dil, bu bilinçdışı savunma mekanizmasının en görünür örneklerindendir.

Freud’un “id, ego ve süperego” yapısına baktığımızda, politik arenadaki aşırılıklar genellikle id’in baskın hale geldiği durumlarla örtüşür. İd, saldırgan dürtüler ve ilkel arzularla doludur. Süperego ise toplumsal normları ve ahlaki değerleri temsil eder. Sert politik söylemler, süperegonun etkisizleştiği ve id’in kontrolü ele aldığı anlarda belirginleşir.
Ancak bu tablo burada bitmez. Freud’un psikoseksüel gelişim kuramı, politik sertliğin kökenlerini daha da derinlemesine anlamamıza yardımcı olur. Freud’a göre birey oral (0-1 yaş), anal (1-3 yaş), fallik (3-6 yaş), latent (6-12 yaş) ve genital (12 yaş ve sonrası) dönemlerden geçer. Özellikle anal ve fallik dönemlerde yaşanan çözülmemiş çatışmalar, bireyin yetişkinlikte kontrol ve güç arayışına yönelmesine yol açabilir. Otoriter liderler ve sert ideolojiler, bu dönemlerde şekillenen bilinçdışı kaygıların bir tezahürü olabilir.
Anal dönemde, kontrol ve düzen arayışı belirgindir. Aşırı kontrolcü ve katı bir ortamda büyüyen bireyler, yetişkin yaşamlarında otoriteye sıkı sıkıya sarılabilir. Fallik dönemde ise güç ve iktidar arzusu ön plandadır. Çözümlenememiş oedipal çatışmalar, bireyin başkaları üzerinde hâkimiyet kurma ihtiyacını besleyebilir. Bu içsel çatışmalar, politik sahnede sertlik ve tahakküm arzusuyla kendini gösterir.

Freud’un “tekrar zorlantısı” kavramı da bu bağlamda önemlidir. Travmatik deneyimler, bireyleri ve toplumları aynı sert tutumları tekrar etmeye iter. Özellikle geçmişteki çatışmalar ve kolektif travmalar, politik arenada yeniden ve yeniden sahnelenir.

Peki, bu kısır döngü nasıl kırılabilir? Freud’a göre, bireylerin ve toplumların kendi bilinçdışı süreçleriyle yüzleşmesi, çatışmaların çözümü için temel bir adımdır. Diyalog, empati ve ötekini anlama çabası, politik sertliği yumuşatabilir. Gerçek bir uzlaşı, bireysel ve kolektif bilinçdışının su yüzüne çıkarılmasıyla mümkün olabilir.

Freudyen bir bakış açısıyla politik sertliği anlamak, yalnızca bireylerin değil, toplumların ruhunu da daha derinlemesine kavramamıza olanak tanır. Unutmayalım ki yüzleşilmeyen bilinçdışı, politik sahnede yeniden ve yeniden sahnelenmeye devam eder.
Ve belki de en sert söylemler, aslında en derin korkularımızın yankısıdır.

Sert Siyasetin Bilinçdışı: Freud’un Gözünden Politik Sertlik
Metin Olataş
Yazarımız Kim ?

Metin Olataş