Büyük umutlarla yerleştiğim Antalyada, talih yüzüme gülmedi. Ailemle doğru dürüst görüşemiyor, köşe bucak gizleniyordum. Bu acıyı bana yaşatmayı gerekli kılan olayın müsebbibi neydi. Acaba benmi gereksiz yerde panike kapılmıştım. Veya birileri bana ödlek tayfası lakabınımı takacaktı, bunun en belirgin cevabı zaman akışının içinde saklıydı. Suçlanmakta olan biri duruşmaya çıkarılır, gerçekten suçluysa, hak ettiği cezaya çarptırılması gerekir. Değilse aklanıp beraat edilir. Bizim içinden geçtiğimiz süreç yaşla kurunun bir arada yandığı süreçti. Talihli tutuklular cezaevinden hastalıklı çıkar, kısa bir süre sonra hayatını kaybederdi. Başka türlü talihli veya talihsiz olmaya yer yoktu.Aranan şahıs Bulunduğu yerden alınır, akibetiyse bilinmezdi. Yaşadıklarımı irdeleyerek değerlendirdiğimde, gelişmeler ışığında insan hayatının hiçe sayıldığı açıkça görülmektedir. Sürmekte olan bu bozuk dünya düzeninin değişme gereği inancına sahip kişilerin arkasına sinsice yaklaşılarak susturucuyla enseden tek kurşunla insan hayatına son veriliyordu.Kurbana hayatın tek bir kurşun kadar ucuzdur mesajı parolayla verilirdi. Böylesine sadist cellatların eliyle can vermek istemememden dolayı, titiz bir dikkatle hayatta kalmayı başarıyordum. Bu onursuz cellatlar birçok duyarlı meslektaşımla onurlu vatandaşı katletti. Burada önemli olan bu canice işlenen cinayetlerin bir muamma olarak kalmayıp, suçluların gün ışığına çıkartılarak mutlak bir cezaya çarptırılması gerekir. İnsan canına kast etmek isteyen birileri kirli emellerine ulaşmadan caydırıcı tedbirlerle önlem alınması hayati önem taşımaktadır. Daha önceleri salt düşüncelerinden dolayı fiziki olarak hedef alınırken, şimdiyse masum ve savunmasız insanlar hedef seçildi. Son dönemlerde artan kadın cinayetlerini buradan şiddetle kınarken, bu cinayetlerin önünü kesmenin asıl yolunu tespit etmek lâzım. Gerek dünyada, gerekse ülkemizde en fazla mağdur olanların başında kadınlarla, çocuklar gelmektedir. Bu doğrultuda Türkiyede her yıl yüzlerce kadınla çocuk hayatını kaybetmekte. Özellikle kadın cinayetleri kanayan bir yaramız. Baskılara maruz kalıp, bu uğurda hayatlarını kaybeden kadınlardan bir erkek olarak, utanç duyarak özür diliyorum. Devletin toplum bazında siyasal, kültürel reform ekseninde etkinlikler düzenlemedikçe bu kısır döngülü girdaptan bir çıkış yolu bulmamız zor olacak. Dün düşüncelerinden dolayı rencide edilenler, bugün insanların temiz duyguları köreltilerek, televizyon dizilerindeki şiddet, macera ve mafyatik film sarmalına özendirilmektedir. Kendini bu gereksiz dizi dümenine kaptıranlar, daha sonraları özentilerini asıl hayatlarında uygulamaya çalışır. Devlet vatandaş el ele vermediği, köklü reformların hayata geçirilmedigi sürece, şu anda cezaevlerindeki yaklaşık üçyüzbin tutuklu insanın yakın bir zamanda beşyüzbine ulaşacağı muhtemeldir. Bir vatandaş olarak bunları gündeme getirmek istememde neden, kendi ülkesinde aradığı huzuru bulamayan insan, kimi zaman kendi yöntemince iradesi dışında'da olsa bazı yollara baş vuracak. Burada devlet vatandaş ilişkisinin hümanist yaklaşımı belirleyici rol oynar. Ülke gerçeğimiz olan bu insan ilişkilerini olduğu yere bırakırken göç serüvenimize devam ediyoruz. 1982 anayasasının kısıtlamalarına karşı koyan dinamik bir kesim ezber yaşamı bozmaya çalıştığı için, dönemin devlet yöneticileri tarafınca susturuluyordu.1990 yıllarını takip eden süreçle ilişkilerde kişilik yeni bir boyut kazandı. Muğlak ve kirli bir dönemden geçiyoduk. Kendi açımdan baktığım vakit, pahası ne olursa olsun, kendim gidip körü, körüne teslim olmayacaktım. Ancak benim için ağır bedele mal olacak, ailenin geçim kaynağı kesilecek, olacakları olayların akışına bırakacaktım. İletişim ağı şimdiki gibi yaygın değildi. Aradan haftalarla aylar geçer öyle görüşürdük. Başımdan geçen bir olayı, bu köşede siz sevgili okurlarla paylaşmak istedim. 1990 yılının onikinci ayı. Antalyada gün kararmış, havalar bayağı soğuk. Uzun zamandır çektiğim mide rahatsızlığı nedeniyle mide kanaması geçirmişim. Mutlaka sıcak bir yere geçmeliydim. Eve gitmeye karar verdim. Bulunduğum yerle evin arasındaki mesafe yaklaşık on km. Eve gideceğim, zira üzerimde yol ücreti yok. Hastalık ve soğuktan tir, tir titriyorum. Hemen münübüste arka sıraya geçerek koltuktaki yerimi alıp münübüsün hareket saatini bekledim. Araç hareket ederken şöforun aynadan bana bakıp, bakmadığına dikkat ediyordum. O hasta halimle aşırı heyacan ve telaşla elbiselerim ter içinde kalan vücuduma yapışmış, büyük bir mahcubiyet içinde hayatımın en zor anını yaşıyordum. Kendi, kendimi muhakeme ederek, bir zamanlar hak hukuktan adaletten söz ederken şimdiyse hak, hukuk tanımazlığını ve adaletsizliği cüzi bir yol ücretini ödemeyerek kendim yapıyordum. İçindeki ruh halimden dolayı yol bitmek bilmiyordu. Münübüs şöforunun yol ücretini benden istemesi halinde ona ne gibi bir yanıt vereceğim düşünceleriyle ikilem içinde kalmıştım. Yol ücretini verdim desem beş türk lirası için yalan söylemiş olacağım. Param yoktu desem, şöforun parasız bindiğinde halinden utanmadınmı diye bir tepki vereceğini bekliyordum. Neyseki bir vukuat yaşamadan ulaşmak istediğim yere varmıştım. ( Devam edecek )
Göç 15