1
Veysi Aygün
İlkses Gazetesi Yazarımız

Yazar Veysi Aygün

Yazarın Köşe Yazıları

31 Mart 2024 Yerel seçimleri

2024 Mahalli idareler seçimlerini alnımızın akıyla tamamlayarak geride bıraktık. 2024 Yerel seçimlerini tanımlayacak olursak, etkinin, tepkiye karşılık bulduğu bir tercih sonucunun tezahürü ile irade tecelli etti. 2019. 31 Mart Yerel seçim sonuçlarını 2024 Türkiye geneli Yerel seçimleriyle kıyaslayacak olursak, taşların bir hayli yerinden oynadığına tanık olduk.  2019 Yerel seçimlerinde katılım oranı yüzde, 86,67 iken, 2024 Türkiye geneli yerel seçim katılım oranı yüzde 78,11' de kaldı. Kanımca bu iki yerel seçim arasında açık fark olan yüzde 8,5 oyun kullanılması halinde durumun kayda değer oranda değişmeyeceği aşikardı. Bir ülkede seçmenin yaklaşık yüzde 22' si sandığa gitmiyorsa, vatandaşın siyasilere gösterdiği tepkiden ziyade, aynı zamanda da Partilere artık duymadığı güvenden olsa gerek. Ne acıdır ki Asya tipi ülkelerde 10 yıldan fazla başta kalan iktidarlar Otoriter rejime kaymaktadır. Burada geri kalmışlık, sosyo-ekonomik nedenler, ahbap çavuş, kafa kol ilişkileri, tarikatçılık, riyakarlık belirli rol oynamaktadır.2019 Yerel seçimlerinde Ak Partinin oy oranı yüzde 44,33’lere oranından yaklaşık yüzde 9 oy kaybederek yüzde 35’lere gerileyip oylarını yüzde 30'lardan yüzde 37’lere çıkaran CHP'nin gerisinde kaldı. Ve muhalefet parti konumuna düştü. Burada suçlu, güçlü aranmaksızın yapılan hata ve eksikliklerin ivedilikle incelenip a,b,c parti farkı yapmaksızın ülkenin bekası gözetilerek  enflasyonun dizginlenmesi, ekonomik dar boğazdan bir çıkış yolu bulunması, gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesi yönünde çaba harcanması gerekir. Bu durumda ancak her birey ve parti hatalarıyla yüzleşip mesafe katederek, bu kısırdöngüye olumlu yönde katkıda bulunabilir. Etnisiteden Irak, (uzak) etnik milliyetçilik gütmeden birbirimizin varlığına saygı duyarak daha güçlü bir konuma gelebiliriz. Dünyanın her yerinde ayrı kulvarlarda vücut bulmuş parti, kurum ve kuruluşlar vardır. Önemli olan bu yapılanmalara tahammül gücü gösterebilmektir. Ülkemiz motifli halıya bezenmiş, mozaik misali bir konumuna sahiptir. Bu ülkenin Ak, Partisinden Cumhuriyet Halk Partisine, Yeniden Refahı, Demi, Milliyetçi Hareket partisi, İyi, Vatan, BBP' si, hatta ve hatta TKP' si mensubu Tunceli Belediye başkanı Fatih Maçoğlu olmak üzere,  her Parti, kurum ve birey bu ülkenin birer gerçeğidir. Bu ülkü ile, bir arada barış içinde yaşamanın noktasında birleşmeliyiz. Dem Partili Abdullah Zeydan’ın nefret ve kin söyleminden uzak duracak siyaset gütmesi gereğine inanması elzem bir husus olarak, yetkili mercilerinde seçmenin özgür iradesine saygı duyma hususunda duyarlı davranmasıdır. Konfüçyüs’ün, " Yüz çiçek açsın, Yüz fikir akımı yan yana tartışsın" ufku ile  kalın sağlıcakla.


Filistin’de Bitmeyen Savaş

Hiçbir savaşın haklı olarak süremeyeceği, olsa, olsa asıl haklının savaşta mağdur olanların haklı çıkarak barışta taçlandığına tarih boyunca hep birlikte tanık olduk ve büyük olasılıkla tanık olmaya devam edeceğiz.


Filistin’de ölüm, kan, göz yaşı dinmedi

1897 Siyonist kongresi, 1917 Balfour Deklarasyonu, 1947 Birleşmiş Milletler; Filistin'i böl, parçala, yönetmeye yönelik hile ve tertipler planı sonucu, Filistin’de günümüze kadar ölüm, kan, gözyaşı dinmedi. 1948 Yahudilere ilân edilen korsan devletin ardından Filistin toprakları, hızlı bir şekilde işgal edildi. Korsan devlet İsrail devletinin arkasında dünyanın canına okumuş sicili kirli ABD, İngiltere, Fransa vardı. Karşı tarafta Filistin’e destekte bulunanlar Arap birliği ile Sovyetler Birliği duruyordu. 1967 İsrail’in, Mısır'dan kopardığı Gazze ve Sina yarımadası, Ürdün’den Doğu Kudüs ve Batı Şeria, Suriye’den Golan Tepeleri’ni ele geçirerek 6 gün süren savaş son buldu. Ancak bu acımasız savaş aralıklarla sürmeye devam etti. Bu haksız işgale yeltenenlere karşı cephe açanlar ya suikast sonucu ya tutuldukları hücrelerde ya da sürgün edildikleri topraklarda hayatlarını kaybetti. Hamas kurucusu Şeyh Ahmet Yasin 22 Mart 2004 Gazze’de, tekerlekli sandalyede nokta atışı ile acımasızca katledildi. Filistin’de küçük çocuklara ‘Genarallerim’ diye hitap ettiği, İsrail haydutlarının kullandığı ağır silahlara karşı silahla değil sapanla karşılık verilmesi gereğini özümseten El Fetih Partisinin mensubu ve Filistin Genelkurmay başkanı Halil El Vezir (Ebu Cihat) 16 Nisan 1988 Tunus’ta suikast sonucu kalleşçe katledildi. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kurucularından, Filistin halkının manevi ve ruhani liderlerinden Yaser Arafat (Ebu Ammar) 11 Kasım 2004 Paris’te zehirlenerek öldürüldü. Tunuslu, Uçak Mühendisi Muhammed Zevvari, Filistin’in duayen edebiyatçısı, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) liderlerinden Gassan Kenfani, Beyrut’ta aracına yerleştirilen patlayıcı sonucu hayatını kaybetti. FKÖ Fransa Temsilcisi Mahmut Hemşeri, 8 Aralık 1972’de Fransa’da bombalı saldırı sonucu öldürüldü. Fetih hareketinin Kıbrıs temsilcisi, Hüseyin El Beşir 24 Ocak 1973’te kaldığı Lefkoşa Oteli’ndeki odasına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu hayatını kaybetti. Fetih hareketi mensubu ve FKÖ’ye bağlı emniyet birimi sorumlusu Atıf Besisu, 8 Haziran 1992 yılında Fransa’nın başkenti Paris’te öldürüldü. Fethi Şikaki, İzzedin eş-Şeyh Halil, Mahmut Mebbuh ve daha niceleri. Hepsinin önünde saygıyla eğilir, rahmetle yad ederek ruhları şad olsun. Sözde İsrail devletinin aşağılık insan müsveddelerinin bunca değerli şahsiyetleri katlettiği yetmiyormuş gibi, şimdi de beşikteki bebekleri, savunmasız çoluk, çocuk yaşlı, insan kadın demeden her kesimi hedef alarak katlediyor. Kendine insanım diyen her kimse, yırtıcı hayvanların üzerine dahi bu şekilde bomba yağdırmaz. Köşeyi yazmaya başladığım sırada, Binyamin Netanyahu aşağılığını kuduz köpek diye tanımlayacağımı düşünmüştüm, daha sonra kuduz köpeğe hakaret sayılacağını var sayarak bu başlıktan vazgeçtim. Netanyahu ve destekçilerini buradan şiddetle kınayarak lanetler, bu zulmün kendilerine kar kalmayıp, alınlarında kara bir leke olarak geberecekleri günü sabırsızlıkla bekliyorum... Bağımsız, birleşik, özgür bir Filistin devleti kurulacağı dileğimle, Yaşasın bağımsız Filistin ve halklarının haklı mücadelesi, Kahrolsun İsrail Siyonizmi...


Kiev - (Bucha) Buça’da Soykırım...

44 milyon nüfusa, 603.700 km kare toprak yüz ölçümüne sahip, doğu Avrupa ülkesi Ukrayna’nın Bucha mevkiinde soykırım yapıldı. Kendine ben insanım diyen her kesimin bu durum karşısında etkilenmemesi mümkün değil. Ancak ağlamak ne çare. Bu tür toplu katliamları dünyanın neresinde olursa olsun, lanetleyip kınamaktan ziyade, olayın faillerini açığa çıkartıp gerekli olan en ağır cezaya çarptırmak gerekir.


Rusya - Ukrayna Kurgu Savaşı...

Rusya'nın, Ukrayna’ya 24 Şubat 2022 tarihinde başlattığı savaş ve işgal girişimi her iki taraftan da binlerce insanın ölümüne neden oldu. Ve daha bir sürü masum insanın ölümüne yol açacağına işaret ediyor. Savaş, 43 üncü gününde bütün acımasızlığıyla Ukrayna’nın geniş alanına yayıldı. Avrupa’nın 1914 tarihinde başlattığı 1’inci dünya savaşı pay kapma, paylaşım ve ekonomik hamle temelinde üç büyük kıta Asya, Avrupa ve Afrika’da boy gösterdi. Avrupanın birtakım ülkesinde siyasi arenada haritanın değişmesine neden oldu. Osmanlı, Avusturya ve Macaristan Imparatorluğu ile Rus çarlığı büyük bir hezimete uğradı. Almanya’da toprak kaybeden ülkeler arasında yer aldı. Yaklaşık iki Milyon km kare toprak alana sahip Osmanlı toprağının büyük bir kısmını kaybederek iç anadoluya hapsedildi. Özellikle 1 inci dünya savaşının seyrini değiştiren çarlık Rusyasının yıkılarak, yerine 1917 Ekim devrimini gerçekleştiren bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeleri orta ve doğu Avrupa ile Asya için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. 1917 Ekim devrimiyle alaşağı edilen çarlık dönemi kapanarak,( SSCB ) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurucusu Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin) geçti. 1922 yılında - 22.400.000 km kare yüz ölçümüne sahip Sovyetler birliği uçsuz bucaksız toprak alanını elinde bulunduruyordu. Hitler Almanyası, 1939 tarihinde ikinci dünya savaşını başlatarak yayılmacı zihniyetle Rusyayı ilhak girişimiyle Moskovanın önlerine dayandı. Sovyetler birliği sert kış iklimiyle, Josef Stalin önderliğinde Sovyet halkının direnci karşısında Hitlere büyük bir yenilgi yaşatılarak savaşın seyri değişti. Hitlerin ölüm akibeti belli olmadan savaş 1945 yılında son buldu. Bu üzerinde güneş batmayan toprakları 1991 yılına kadar Sovyetler birliği elinde bulundurdu. 1990 - 1991yılları arasında Sovyetler birliği devlet başkanlığı yapan Mihail Gorbaçov, Perestroyka-glasnost. (Yeniden yapılanma) reform hareketini başlatarak, lağvedilen Sovyetler birliğinin toprak alanı 17.100.000 km kareye kadar düştü. Sovyetler birliğinin en son devlet başkanlığını yapan Gorbaçov’un liderliği ilk Rusya federasyon u devlet başkanlığı koltuğuna Boris Yeltsin oturur. Yeltsin makamda kaldığı 8 yıllık bir süreden sonra 1999 yılında KGB ajanı istihbaratçı Vladimir Putini’ Başbakan olarak atadı. İlk Rusya federasyonu devlet başkanlığı görevini Aralık 1999 tarihinde bıraktıktan sonra, Vladimir Putin 2000 yılında Rusya federasyonu devlet başkanlığı koltuğuna oturdu. Boris Yeltsin’in sonraki dönemde tereddüte düşerek Putini Sert, soğuk ve savaşçı olarak belirterek eleştirir. Yeltsin bu yorumuyla sonraki yıllarda haklı çıktığını kanıtlar nitelikteydi. Kanımca 1ve 2 inci dünya savaşının tezahürü sonucu bölgede dürülmeyen bir takım sorunları büyük güçler dürterek gündeme getirmeleri ve kaşıyan yarayı kanatarak savaşın yolunu açmada belirleyici rol oynadı. Donuk yüzlü Putinin savaş taşeronluğuna soyunarak 2008 yılında Gürcistanın Abhazya ve Güney Osetya’yı işgal eder. 2014 yılında Kırımı ilhakı takip etti. Ukrayna toprakları içinde bulunan Rus yanlısı ayrılıkçılarının yaşadığı Donetsk ve Luhansk’ın bağımsız birer cumhuriyet olarak ilan edilerek yeni bir siyasi krize yol açtı Putin. Güç sarhoşu Putin Ukrayna’nın doğusuna düşen Donbasa’da el atar. Putin’in bu ucuz kahramanlığı küresel güçler tarafından dikkatleri üzerine çeker. Bundan böyle Putin biçilmiş kaftan olarak oyun kurucuların karşısında rol biçilmeyi bekler. Senarist ABD nin bekleyemediği tarzda oyun sergileyen Putinden başkası değildi bu yaşlı jön. Anlayacağımız kurgulanan oyunun hakkını harfiyen yerine getirir eski istihbaratçı Putin. Kurgunun karşı tarafında başrolde figuran Volodimir Zelenski bulunur. Siyasi deneyimden yoksun genç lider Zelenski’ninde akıllı bir devlet başkanlığı profili sergilemeyerek savaşa alet olduğu açıkça görüldü. Birbirlerine kışkırtılan her iki ülke liderinin ülkesi böylece tarumar (Perişan) edildi. Savaşında bir adabı olmalı. Oysa savaşın adabına uyulmayarak lejyöner (Çıkarcı) paralı savaşçı getirerek her iki tarafın insanına da ölüm kusturuldu. Ekonomisi can çekişen Amerika birleşik devletleri için, savaşta bir kurşun sıkmadan bu kargaşa bir çırpıda Amerika ekonomisine can simidi oluverdi. Rusya ile Ukrayna için ise savaşın yarattığı yıkım, kan ve gözyaşı ile telafisi yıllarca onarılmayacak tahribata yol açtı. Bunun yanısıra bu kirli savaşta kısa bir süre diliminde binlerce insan hayatını kaybetti ve 10 milyon insan yerinden ve yurdundan oldu. Temennimiz slav soyundan gelen bu halkların aklı selim hareket ederek savaşa biran evel son verme çabasını süratlı bir şekilde gösterme becerisini sağlamalarıdır. Şüphesiz bir lider kendi ülkesinin felakete sürükleneceğine seyirci kalmak istemez. Ancak içine düştüğü rehavet, güç sarhoşluğu ve siyasi iradesizlik kendi eliyle, kendi ülkesini yıkıma götürür. Tıpkı "Siyaset ve idarede en büyük felaketin yarım bilgiye sahip olması gerçeği gibi. Savaşın daha büyük bir boyuta ulaşmadan, daha fazla can kaybı yaşanmadan, ortak özelliklerle sahip her iki tarafın savaşı barışla taclandırmaları dileğiyle kahrolsun savaş, yaşasın barış. Yaşasın bu halkların kültür ruh birliği ve kardeşliği. Her daim yaşasın barış...


Ekonomik Bunalım - 2

1960 askeri darbesine giden süreci detaylıca inceleyip irdelediğimizde siyasi ve ekonomik krizin birbirini tetikleyip ihtiva ettiğini görüyoruz. 1900’ların başlarında batılıların hasta adam diye tabir ettiği Osmanlı; dağılma süreci yaşıyordu. Mustafa Kemal’in Kuvay-i Milliye (milletin gücü) hareketini 1918’de başlattığı dönemdir. Geniş halk kitleleriyle sömürgeci ihtilâf devletleri arasında amansız mücadele devam ediyordu. Göğüs göğüse çarpışılan meydan muharebesi, 4 yıl boyunca ulusal kurtuluş hareketi adı altında devam etti. Sömürgecilerle süren bu çekişmeler, geniş halk kitleleri lehine milli demokratik devrim niteliğinde özümlendi. 29 Ekim 1923 tarihinde Türk ve Türkiye halkları Türkiye Cumhuriyeti ile taçlandı. Feodalizmin tasfiye süreci başladı. Tarımın makinalaştırılarak kollektifleştirilme hamlesi başlatıldı. Sanayileşmedemesafe katedildi. Ne varki devrim kazanımları asıl amacına ulaşamadan Mustafa Kemal Atatürk’ün ani ölümü gerçekleşti. Atatürk’ün henüz genç yaştayken sayılacak ölümünün ardından, bir kısım revizyonist (sözde devrimci) soyut bir yol izleyerek, Türkiyenin ufkunu açmada köstek oldu. Aynı zamanda darbeler silsilelerinin paydaşı oldular. Buna örnek Türkiye’de gerçekleşen askeri darbe kronolojisi (zaman süreci) olarak gösterebiliriz. İlk askeri darbe olan 27 Mayıs 1960 askeri darbesi. 9 Mart 1971 darbe teşebbüsü. 12 Mart 1971 muhtarası. 12 Eylül 1980 askeri darbesi. 28 Şubat 1987 post modern darbe. 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü. Bu darbelerin ardındaki gücün ABD ile batının olduğu açıkça görülmektedir. Bu şer odaklarının yazışmalarla kendilerini ele verdiği kanıtlanmıştır. 12 Eylül askeri darbesini CIA’nın 1970’li yılları Türkiye şefi Paul Henze ABD Başkanı Jimmy Carter’a ‘bizim çocuklar işi başardı’ diye haber verdiği ortaya çıktı. ABD’nin buna benzer girişimleri arka bahçem diye tabir ettiği Latin Amerika’dan (Güney Amerika’dan) onlarca yıl darbeler eksik olmadı. Daha önce vurguladığımız gibi siyasi ve ekonomik krizlerin birbirini besleyen etkenlerini dile getirmiştik. Bir ülkede gerçekleşecek askeri darbe sonucu kalkınmaya yönelik argümanlar ayaklar altına alınır ve o ülkeye yıllarca sürecek ekonomik dar boğaz yaşatılır. Devam edecek.


Ekonomik Bunalım -1

Ekonomik buhran 1929’da dünya genelinde baş göstererek, birçok ülkede domino etkisi yarattı. Temmuz 1914 tarihinde başlayıp, Kasım 1918’de sona eren birinci dünya savaşının enkazı siyasal ve ekonomik çıkmazları; yeni bir çıkış yolunu araladı. Türkiye’yi de eksenine çekerek, bu buhranın akabinde vahim bir süreç başladı. Uzun bir tarih sürecine tanıklık eden 1946, 1958,1960, 1974, 1980, 1982, 1990, 1994, 2001, 2008 ve 2021 tarihlerini sıralayabiliriz. 1929 krizinin vahameti dünyada 60 milyon insanı işinden ederek işsizler ordusuna katmıştır. Bu büyük boyutlu yıkım açlığı, sefaleti ve yoksulluğu beraberinde getirdi. Birinci dünya savaşı sırasında üretim araçları ile üretim ilişkilerindeki tökezleme ekonomik krizin yayılmasında belirleyici rol oynadı. Tarımın üretimdeki hasılatı durma noktasına gelmesi kıtlıkla açlıklara yol açtı. 1929 büyük ekonomik buhranı ardından on yıl geçmişti, tarih 1939 Hitler Almanya’sının ikinci dünya savaşını başlatarak dünyada büyük yıkımla yokluğa yol açtı. Altı yıl süren savaşta 70 ile 80 milyon arasında insan hayatını kaybederek savaş 1945’te son buldu. İkinci Dünya Savaşı’nın da külfeti Dünya’ya pahalıya mal oldu. Savaşın yarattığı sosyal ve ekonomik tahribat 1946 tarihinden itibaren günümüze kadar uzadı. İkinci dünya savaşının olumsuzlukları Türkiye’de de kıtlığa yol açtı. 1946 siyasi ve ekonomik krizlerin toplum üzerindeki dayatmalar Türkiye’yi yeni arayışlara sürükledi. Türkiye, tek partili sistemden çok partili sisteme geçiyordu. Ocak 1946 yılında Demokrat Parti (DP) kurulup 7 ay sonra, Temmuz 21’de DP girdiği seçimde 62 milletvekili çıkardı. Türkiye içine girdiği darboğaza çıkış yolu olarak 1947 yılında


Acılar Ülkesi Afganistan...

Kovid-19 illetinin yaygınlaşarak sürdüğü, dünyanın geniş alanı ateşe verilerek yangınların devam ettiği, sel sularının yerleşim birimlerini yıkarak sular içinde can pazarının yaşandığı dünyamızda; dikkatler bir anda Afganistan’da gelişmekte olan olaylara çevrildi. Neydi bu küt diye dünyanın bir numaralı gündemi haline gelen acılar ülkesi Afganistan’da yaşananlar. 1979 yılında Sovyetler Birliği’nin Afganistan istilasıyla başlayıp, Hafızullah Amini öldürerek, yerine bir asker oğlu olan Babrak karmalı getirdi. (ADHP) Afganistan Demokratik Halk Partisi arasında durulmaz çekişmeler sonucu, Babrak Karmal 1981 yılında başkanlık görevini Sultan Ali Keşman’a devrederek, partinin genel sekreterliği ile devrim konsey başkanlığını üstlendi. Ancak yolsuzluk rüşvet, adam kayırma ve adaletsizliğin fütursuzca devam etmesi sebebiyle, Afganistan’da sular bir türlü durulmuyordu. Nicel birikimlerin nitel patlamaya dönüştüğü Afganistandaki gelişmeleri gelin birlikte irdeleyerek bir geçmişe göz atalım. 652.860 km kare yüz ölçümüne sahip Afganistan, yer üstü ve yer altı zengin kaynakları bakımından bir hayli iyi bir konuma sahiptir. Petrol, doğalgaz, kömür, bakır, krom, demir, altın, gümüş ve birçok zengin yataklara sahip olan Afganistan ABD ile batının dikkatini hep üzerine çekmiştir. Bu kaynakların 2 ile 4 tirilyon euro arasında olduğu tahmin edilmektedir. Afyon ile haş haş üretimi bakımından dünya birincisi olan Afganistan, uyuşturucu kaynağından elde edilen para 200.000 aile arasında paylaşılmaktadır. Bu kaynaklara iştahı kabaran emperyalist güçlerin işgali ve yarattıkları suni kargaşa neticesinde Afganistandan onlarca yıldır, kan, gözyaşı, yıkım ve göç şu ana kadar dinmemiştir. Sovyet işgaline karşı küçük gruplar halinde çatışmakta olan güçler uzun yıllar sonra bir cephede birleşerek Taliban örgütünü 1994 yılında kurdu. Abdulgani Biraderin (Baradar) öncülüğünde kurulan örgüt mensupları medrese öğrencilerinden müteşekkildi. Giderek güçlenen Taliban günümüzde ortadoğuda siyasi konjonktürün bir numaralı figürü haline geldi. Temennimiz bu yapılanmanın şeffaf bir yol izleyerek, bütün afgan halkının idarede, kollektif iradeyi kucaklayıcı bir misyon üstlenmesidir. Bunun yanısıra dünya ülkelerinin’de bu yapı ile siyasi ve ticari ilişkilerde beceri gösterme başarısını elde edebilmesidir.Nitekim, Taliban sözcüsü, Süheyl Şahin, BBC’nin canlı yayınına katılarak, Afganistan halkını temin ederiz her kesimin mal mülk ve canları güvende olacaktır. Katılımcı bir islamcı hükümet kuracağız. Talibanın kurucusu ve siyasi lideri Abdugani Biraderin (Baradar) hükümet kurma çalışmalarına başlandığını açıkladı. Bütün dileğimiz bu saatten sonra Taliban’ın kuracağı hükümet ile ve diğer dünya ülkelerinin barış içinde bir arada siyasi ticari ve diplomatik ilişkilerin korunarak geliştirilip sürdürülmesidir.


Hiroşima: Nagasaki ve Beyrut...

Dünya kamuoyunun öncelikli gündemi olan koronavirüs Kovi-19 illeti; kısa süreliğine de olsa yerini dünyada büyük yankı uyandıran Beyrut’taki patlamaya bıraktı. 6 ve 9 Ağustos 1945 yılında Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom bombasından sonra, Beyrut’ta patlatılan en gafil ve en sinsi patlama olarak kayıtlara geçti. Finike uygarlığının beşiği Lübna'nın başkenti Beyrut; gelecek parti başkanı Refik El- Haririye 14 şubat 2005'te yapılan hain bombalı saldırının ardından, Beyrut 3 Ağustos 2020 tarihinde ikinci kez can evinden vurularak büyük bir patlamayla sarsıldı. Peki neydi bu kahrolası patlama. Amonyum nitrat kimyasal bileşen, amonyum ve bir nitrat kökünün bileşik oluşturmasıyla elde edilir. Kullanım alanı gübreleme aynı zamanda güçlü bir patlayıcıdır. Lübnan; Lübnan oldu olası, herhangi bir yerleşim biriminde böylesine yıkıcı, ve tahrip gücü yüksek bir patlamaya tanık olmamıştı. Beyrut  limanında 2750 ton Amonyum nitrat patlaması sonucu 171 ölü, 6 binden fazla yaralı ve 300 binin üzerinde insan evsiz kaldı. Beyrut valisi Mervan Abdulun şehrimizin limanında patlamanın açtığı zararın 15 milyar doları aşacağını kamuoyuyla paylaştı. Pekâlâ bu patlamaya yol açan sebep neydi. 2014' ten beri bu kadar yüklü miktarda patlamaya hazır patlayıcı neden limanda bekletiliyordu. Bu vaka yanıt bulması gereken sorunların başında soru işareti olarak bekliyor. 6 yıl boyunca Beyrut limanında bekletilen bu patlayıcı maddesini gördüm duymaz


Koronavirüs ve Dijital Dünyaya Geçiş - 2

Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) vakası dünya gündemini meşgul etmeye devam ediyor. İnsanoğluna musallat olan ve insana enjekte edilen bu virüs illeti ne ilk ne de son vaka olacak. Bu vakanın ne olduğunu kavramadan gelip hayatımızın odak noktasına yerleşti. Bu salgın vakanın etkisi bütün dünya toplumlarında büyük bir endişe ve telâşa neden oldu. Her kesimden insanı kaygı ve panik sarmaladı. Gafil ve sinsice gelen bu salgına karşılık, her Devlet mekanizmasının kurum ve kuruluşu bu afete bir çare bulma arayışında. Çağımızda hızla gelişen teknoloji, insanı sanal bir yaşam ortamına sürükledi. Kutsal yaşam hakkına sahip olan insan, artık güvenilir emin ellerde değil. Yaşamsal konjonktür: Ekonomik, sosyal, siyasal kültürel yaşam koşulları, iç ilişkileri gelenek ve görenekleri yaşam ölçüleri sürekli değişiyor ve yenileniyor. 1950’li yıllarda bilgisayar kullanımı gün geçtikçe gelişme kat ederek, dijital sisteme geçişi zorunlu kıldı. İnternet ABD, Fransa, ve İngiltere’de geliştirildi. 1981 yılında ARPENET ile motive edilerek böylece internet bu yeni sistemle dünyada geniş bir ağ bağlantısına kavuşmuş oldu. Daha sonra, www (World Wide Web) adı altında 1995’te evlerde kullanıma açıldı. Şu andada dünya genelinde 2 milyara aşkın insan internet kullanımına erişti. Buna paralel olarak 1G - Generation (Nesil) telekomünikasyon iletişim aracının ilk kablosuz 1G cep telefonu ses taşıyıcısı olarak 1980


Koronavirüs ve Dijital Dünyaya Geçiş

Atalarımız yerküremizde binlerce yıl çok zorlu badireleri atlatarak bizleri bugünlere taşıdı. Böylece gelecek nesilleri ileri taşımak için bizlere de misyon biçilmiş oldu. İnsanlık tarih boyunca nesilden nesle yaşamı kendine ilke edinerek günümüze kadar varlığını sürdürme becerisini elde etti. Doğal afetler, savaşlar, kıtlık hastalık ve kuraklık kısaca insan varlığını alabildiğine tehdit eden ne varsa, her aksiliğe rağmen insanoğlu ayakta kalmayı  başarabilmiştir. Antik çağdan gelen, ve kara ölüm vakası olarak bilinen enfeksiyon hastalık vakası veba, 1347- 1357 yılları arasında Avrupa nüfusunun yüzde 33 ünü telef etmiştir. 1817 de Kolera Asya’dan yayılarak dünyada yüzbinleri canından etmiştir. Enfeksiyon hastalığı, M.Ö. tarihe dayanan 1882 yılında Verem (Tüberküloz) vakası insana tekrar nüksederek  musallat oldu. Verem mikrobunu öldüren ilaç 1944 yılında bulunarak tedavide kullanılmıştır. Dünyada verem vakasından günümüze kadar milyonlarca insan hayatını kaybetti. Sadece 2013 yılında 1,5 milyon insan hayatını kaybetmiştir. Dizanteri ve Tifonun 1900’lü yılların başında yaygınlaştığı görülmektedir. Her yıl 21 Milyon civarında vaka ortaya çıkmaktadır. Dizanteri ve Tifo vakasından her yıl yaklaşık 300 bin insan hayatını kaybetmektedir. İnsanlığa musallat olan Deli dana, Sars, Mers ,domuz gribi, kuş gribi vakaları eklenmiştir. Dönem, dönem dünyanın geniş alanına yayılan bu vakalar, ancak dünyamız dünya oldu olalı, bu korona illeti kadar yerkürede yaşayan canlıları evlerinde böylesine hapsetmedi.


Göç 20

2007 yılı Irak için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Baas rejiminin Saddam devri kapanmış, ülkede ezber yaşam bozulmuş, ancak siyasi ortam Irak’ın geleceğine yönelik istikrar vaat etmiyordu. Gelişmeler bölgenin huzura kavuşmayacağını kanıtlar nitelikteydi. Başta ABD olmak üzere ve yandaş küresel güçler Irak’ın demografik yapısıyla oynamış, etnik ve inanç gurubuna mensup kesimlerin içine nifak tohumu ekilerek ateş fitili yakılıp ortalık velveleye verilmişti. Dünyanın her yerinde insan sömürmeyi kendine ilke edinmiş bu açgözlü emperyal güçler, Irak’ın zenginlik kaynaklarını yağmalarken, oyalaya durdukları mezhep çatışmalarına seyirci kalmışlardır. Orta Doğu’da yüz yılı aşkındır sürmekte olan kesintisiz savaşın milyonlarca insanın ölümüne neden olmuş, böl ve yönet politikasıyla bu güçlerin gücüne güç katmıştır. İç çekişmeler ve çatışmalarla savaşa âlet edilen Irak ağır bedeller ödedi. Küresel güçler, bölgenin etnisitesiyle ilgili kurguladıkları oyunlarla kendi emellerine kavuşuyordu. Kendini idare edemeyecek hale getirdikleri Irak’ı, artık kendileri idare edecekti. Yeni siyasi figürlere misyon biçilmesi gerekiyordu. Bunlardan biride, 1950’lerde siyasete atılmış, KDP’nin öğrenci kanadı kurucusu ve lideri olduğu Celal Talabani’ydi. Celal Talabani 1975 yılında KDP’den ayrılarak, aynı yılın içinde KYB’yi (Kürdistan Yurtseverler Birliği) kurdu. Celal Talabani siyasete sosyalist bir eğilimle başlayarak aşiret anlayışını göz ardı eden bir tutum içine girdiyse de, sonraki yıllarda bu tutumunu bir kenara bıraktı. 1992


Göç 19

Monarşiye kanlı bir darbeyle son verilmiş, Baas Arap milliyetçiliği rüzgarının estiği Irak’ta, yeni bir döneme geçiliyordu. General Abdülkerim Kasım, Abdüsselam Arif, Muhammed Necip er- rubai tarafından hür subaylar adına darbe gerçekleşmişti. 14 Temmuz 1958 darbesiyle ilan ettikleri Irak Cumhuriyetinin ilk başkanlığına Abdülkerim Kasım getirildi. 9 Şubat 1963’te bir darbe sonucu görevden men edilerek, öldürüldü. Kasım’ın yerine aşırı Arap milliyetçiliği güden, Abdüsselam Arif geçti. 15 Nisan 1966’da, helikopter kazasında kaza süsüyle Abdüsselam Arif’in de hayatına son verildi. Abdüsselam Arif’in ölümünün ardından yerine kardeşi Abdulrahman Arif geçti. Darbeyle görevden alınan Abdurrahman Arif’in canı bağışlanarak serbest bırakıldı. Son yıllarını Ürdün’de geçirerek daha sonra 91 yaşında hayata veda etti. 1968 Baas darbesinin önde geleni Ahmed Hasan El Bekr, 1968 Temmuzunda Cumhurbaşkanı oldu. 11 yıl sürdürdüğü Cumhurbaşkanlığı görevini bırakarak yetkilerini Temmuz 1979’da kuzeni olan yardımcısı Saddam Hüseyin’e devretti. Hayatını kaybettiği 1982’de, ölümünün şaibeli bir ölüm olduğu konuşuldu. Darbeler silsilelerine tanık olan Saddam Hüseyin’i de zor bir süreç bekliyordu. Görevi devraldıktan hemen bir yıl sonra 1980’de 8 yıl sürecek Irak, İran savaşının aktörlerinden biri oldu. Emperyalistlerin güdümünde olan bu savaşın her iki ülke için izah edilecek herhangi hiçbir yararlı yanı yoktu. 1988’de sonuçlanan savaşın yarattığı tahribatlar onarılmamış, savaşın yaraları sarılmamışken iki yıl


Göç 18

Yeni bir günün başlangıcıydı. Sabahın erken saatlerinde uykudan uyanarak gözlerimi Duhok’ta açtım. Tarih, 27 Ekim 1992. Irak’ta uzun yıllardır sürmekte olan savaşın etrafı, Kara dağlarla çevrili şehrin yorgunluğu, yüzünün solgun oluşu her halinden belli oluyordu. Irak tarih boyunca yaşamış olduğu savaşlardan dolayı bitkin düşmüştü.1900’lerin başında petrolün Irak’ta bulunması, dönemin küresel güçleri açısından çok önemli cazip bir konuma geldi. Bölge siyasetine yön veren İngilizlerin ardından ABD’de sonraki yıllarda Irak’ta gündemi belirleyen siyasi konjonktürün bir parçası oldu. Milyarlarca varil petrol rezervlerine sahip bu bölgeye iştahı kabaran güçler göz dikiyordu. Adil olmayan petrol paylaşımı, asıl sahiplerine ulaşmadan bölgeye üşüşen aç gözlerce yağmalanmaktaydı. Bu masallar diyarı bölgeye ne olduysa bu dönemden sonra oldu. Ve günümüze kadar rahat bir gün yüzü görmedi. Petrol hırsızları bölgenin etnisitesini kurgulayarak, demografik yapısının bozulmasında etkili oldu. Bunun tarihçesi örnekleriyle doludur. İran ile Irak arasındaki sınır sorunu, Cezayir Antlaşması’ndan sonra 6 Mart 1975 ( Molla) Mela Mustafa Barzani’ye gelen yardım ABD tarafından kesilmiş, Mustafa
Barzani kuvvetleri İran’a sığınmış, Mustafa Barzani de ABD’ye gitmiştir. Barzani Virginia eyaletinden ABD Başkanı Jimmy Carter’a 9 Şubat 1977’de mektup yazmış ancak yazdığı mektuba cevap almamıştır. Bunun üzerine 3 Mart 1977 ikinci mektubunda hayal kırıklığına


Göç 17

25 Eylül 1992 tarihinde, Diyarbakır’daydım. Orhan Miroğlu’nun komada olması sebebiyle onunla görüşemeden Nusaybin’e geçtim. Rahmetli (Musa Amcanın) Musa Anter’in defnedildiği, Nusaybin- Akarsu (Sitililê) beldesine, sevgili arkadaşım rahmetli İsmet Şimşek’le birlikte giderek mezarı başında hazır bulunduk. Daha sonra Orhan’ın babası İsmail Amca’yı ziyaret ederek Orhan’a geçmiş olsun dileğinde bulunduk. İçinden geçtiğimiz süreç sadece bu iki aktivist insanın hedef seçilmesinden ibaret değildi. Düzinelerce insan bu süre zarfında hayatını kaybetmiş ve bir o kadarı da hedef alınmıştı. 12 Eylül askeri darbesinin ardından 12 yıl geçmiş olmasına rağmen, darbenin artçı sarsıntıları halen devam ediyordu. Ateş topuna dönen bölgemizin komşu sınır çevresinde, büyük saldırıyla, çatışmalara musallat olmuştu. Coğrafyamızın mukimleri aynı kaderi daha dramatik şekilde paylaşıyordu. 1979 yılından beri Afganistan’da sürmekte olan kesintisiz çatışmalar 40 yılını tamamlamış olmasına rağmen günümüze kadar devam etmektedir. Bu bitmek bilmeyen savaş yüzbinlerin canına mal olmuş, milyonları da yerinden, yurdundan etmiştir.
1980 - 1988 yılları arasında sürmekte olan Irak, İran savaşında 1 milyon insan hayatını kaybetmiş, bu sayının bir o kadar üzerinde insan yaralanmış ve yüzbinler yerinden olmuştur. Kuzey Irak’ın El - Enfal katliamı 1986 yılıyla 1989 yılları arasında 180 bin insanın ölümüyle devam etmiş ve bu operasyonun bir parçası olan Halepçe’de


Göç 16

Telâş içinde geçen 10 km’lik yolun ardından eve geçtim. Takatten düşmüş bitkin bir haldeydim. Durumumdan tedirgin olan eşim, bana iyi görünmüyorsun, seni hastaneye götürelim dedi. Önemli bir şey yok. Geçer diye karşılık verdim. Çocuklara kavuşmuşken onlarla hasret gidermek istiyordum. Daldığımız koyu sohbetin ardından, uyku saati gelmişti. Çocuklarla yataktaki yerimizi alıp, birbirimize sarılarak onları uyutmaya çalışıyordum. Çocuklar bana sarılı vaziyette uyumuştu. Çekmiş olduğum mide rahatsızlığı ve şoföre karşı işlediğim hatanın suçluluk duygusu içinde uykum kaçmış, yatakta kıvranıp duruyordum. Sabahleyin evden aldığım cüzi bir parayla, şoförü bulmaya yola koyuldum. Akşam bindiğim nokta olan doğu garajından 12 saat gibi bir zaman geçmişti. Ve tekrar doğu garajındaydım. Hareket sırasını bekleyen minibüs sürücülerine göz gezdirerek, nihayetinde akşamleyin aracında yol aldığımız sırada eşlik ettiğimiz şoförü buldum. Şoföre yaklaşarak,” kardeş müsaade buyursan seninle bir meseleyi konuşacağım” Şoför şüphe içinde, buyur ne konuşacaksan konuş bakalım diyerek beni yukardan, aşağıya doğru etraflıca süzdü. Çay ocağının önünde küçük iskemlelere oturmaya rica ederek ikna ettim. Önümüze konulan çayları yudumlarken, dün akşam yol ücretini ödeyemediğimi, olayı mahcubiyet içinde anlatarak, parayı kendisine uzattım. Bana pür dikkat bakarak, uzattığım parayı geri çevirip anlatacakların bu muydu, bende başka bir nedenle konuşacağını sanıyordum. Şoför bana bak beyefendi, seni tanımam, ancak senin bu


Göç 15

Büyük umutlarla yerleştiğim Antalyada, talih yüzüme gülmedi. Ailemle doğru dürüst görüşemiyor, köşe bucak gizleniyordum. Bu acıyı bana yaşatmayı gerekli kılan olayın müsebbibi neydi. Acaba benmi gereksiz yerde  panike kapılmıştım. Veya birileri bana ödlek tayfası lakabınımı takacaktı, bunun en belirgin cevabı zaman akışının içinde saklıydı. Suçlanmakta olan biri duruşmaya çıkarılır, gerçekten suçluysa, hak ettiği cezaya çarptırılması gerekir. Değilse aklanıp beraat edilir. Bizim içinden geçtiğimiz süreç yaşla kurunun bir arada yandığı süreçti.  Talihli tutuklular cezaevinden hastalıklı çıkar,  kısa bir süre sonra hayatını kaybederdi. Başka türlü talihli veya talihsiz olmaya yer yoktu.Aranan şahıs  Bulunduğu yerden alınır, akibetiyse  bilinmezdi. Yaşadıklarımı irdeleyerek değerlendirdiğimde, gelişmeler ışığında insan hayatının hiçe sayıldığı açıkça görülmektedir. Sürmekte olan bu  bozuk dünya düzeninin değişme gereği inancına sahip kişilerin arkasına sinsice yaklaşılarak susturucuyla enseden tek kurşunla insan hayatına son veriliyordu.Kurbana hayatın  tek bir  kurşun kadar ucuzdur mesajı parolayla verilirdi. Böylesine sadist cellatların eliyle can vermek istemememden dolayı, titiz bir dikkatle hayatta kalmayı başarıyordum. Bu onursuz cellatlar birçok duyarlı meslektaşımla onurlu vatandaşı katletti. Burada önemli olan bu  canice işlenen cinayetlerin bir muamma olarak kalmayıp, suçluların gün ışığına çıkartılarak  mutlak bir  cezaya çarptırılması gerekir. İnsan canına kast etmek isteyen birileri kirli emellerine ulaşmadan  caydırıcı tedbirlerle önlem alınması hayati önem taşımaktadır. Daha önceleri salt


Göç  14 

Aksiliklerin peşimi bırakmadığı bir süreçten geçiyordum. Antalya’da olmamın  açığa çıkması  nedeniyle, artık ne iş yerime uğrayabiliyor, nede eve gidiyordum. Türkiye’nin 1990’lı,  süreci takip eden yıllar, düşünür, aydın, gazeteci, yazar, akademisyen ve kendine ben insanım diyen her kesim için zorlu bir süreçti. Dört körpecik çocuk ile annelerinin ayakta kalabilmesi yönünde yoğun çaba harcıyordum. Başıma bir şey gelmesi halinde, ailenin ne gibi zorluklarla karşılaşabileceğini tahmin etmemden  dolayı   didinerek ayakta kalmaya çalışıyordum.  Bu düşünceler beni içten içe kemiriyordu. 1990 yılını takip eden süreç, faili meçhul cinayetlerin yaşandığı dönemdi. İnsanlar yargısız, sorgusuz şekilde infaz ediliyor, keyfî muameleye tabi tutuluyordu. Düşünce üreten her insan potansiyel hedef gösteriliyordu. 1990 ile 2000 yılları arasında birçok düşünür, bilim insanı, gazeteci, siyasetçi ve yazara canlarıyla bedel ödetildi. Bunun yanı sıra yüzlerce insan bu uğurda katledildi. Bu değerlerin sadece bir kaçını siz değerli okurlarla burada paylaşarak, hatırlatmayı uygun buldum.  Hukukçu, düşünür, Muammer Aksoy 31 Ocak 1990 yılında faili meçhul bir cinayet sonucu hayatını kaybetti. Gazeteci, Çetin Emeç İstanbul- Suadiye’de suikaste uğrayarak 7 Mart 1990 yılında hayatını kaybetti. Yazar düşünür,  Turan Dursun 4 Eylül 1990 yılında suikaste uğrayarak hayatını kaybetti. Bahriye Üçok 6 Ekim 1990 yılında tuzaklanan bombanın patlatılması sonucu hayatını kaybetti. Gazeteci, araştırmacı-yazar  Uğur


Göç 13

Mardin’den yol aldıktan 30 saat sonra, Antalya’ya varmıştık. Daha önce kiralamış olduğumuz eve geçerek, dinlenmeye çekildik. 1987 yılında, Antalya’da geleceğe yönelik bir zemin hazırlığında bulunmuştum. Mesleğim olan kafeterya işletmeciliğini, abim, kardeşim ve birkaç eleman birlikte sürdürüyordu. Ben ise başka bir kimlik adı altında hayata tutunmaya çalışıyor, zaman, zaman abim ve kardeşime kafeteryada yardımcı oluyordum. Antalya’yı az buçuk bilmemden dolayı, eşimle, çocukları şehirde gezdirerek Antalya’yı tanıtmaya çalıştım. 1987 yılında Antalya’ya geldiğimde Antalya’nın turizmle tanıştığı 1980 yılı ardından yedi yıl geçmişti. İki yıl sonra 1989 yılında çocuklarla bir araya geldiğimizde Antalya halen gelişmiş bir kasaba gibi duruyordu karşımızda. Oysa aradan geçen 30 yılın ardından 2019 yılında turizmde cazibe merkezi olarak dünyaca tanınan bir marka haline geldi. Nüfusunun 3 milyona yakın ulaştığı Antalya, Türkiye'nin beşinci büyük kenti olarak yer almakta. Aynı zamanda, narenciye; portakal, limon, nar, muz bahçeleriyle, domates ve seracılıkta zengin bir konuma sahiptir Antalya. Etrafı Batı Toros ile Bey Dağlarıyla çevrili olan bu kentin Güney’inde Akdeniz’in berrak temiz deniz suyuyla, dünyada nadide şehirleri arasında yer almaktadır Antalya. Doğası, tabiatı, tarihi dokusu ve portakalıyla dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış Antalya; her yıl altın portakal film festivali düzenlenmekle taçlandırılmıştır. Tarihi geçmişi çok eskilere dayanan kentin, 40 bin yıl


Göç 12

Türkiye’nin onuncu büyük kenti, Akdeniz Bölgesi’nin önemli kentlerinden Mersin’deyiz. Mersin’in bir diğer adı İçel olarak bilinir. İçel’e ev sahipliği yapan yüksek Bolkar dağlarıyla, Torosların güney yönünün vadisinde yayılarak, şehrin yerleşim birimi sahilde noktalanır. Sırtını Toroslara dayayan şehir, Akdeniz sularının ılık poyraz esintisiyle yüzünü ıslak tutar. Ilıman iklime sahip Mersin; tarihi dokusuyla, portakal ve limon bahçeleri açısından zengin bir bölgedir. Her tarafı kendine buram, buram tarih dedirten Tarsus’un tarih öncesi gelişimi, Neolitik dönemle Kalkolitik eski Tunç çağı tarihine dayanır. Üç yüz yıllık ölümsüz uykunun efsanevi Eshab Kehf yedi uyurlar hikayesinin bu bölgeye ait bir mağarada yaşandığı rivayet edilir. Şehrin içinde çocuklarla gezinirken yemeğimizi yiyip, Mersin’e özgü cezeryemizi alarak, batıya doğru yol almaya koyulduk. Mersin şehir merkezinde yol alırken, çocuklara sizin yaşlarınızda iken ‘Adana, Mersin, tokadımı yersin’ diyerekten birbirimize takılırdık diye bir anlatımda bulundum. Çocuklarda buna karşılık, bir ağızdan nara atarak baba bizde bunu hep oynardık diye karşılık verdi. Çocuklar bunun üzerine Adana, Mersin tokadımı yersin diyerek tempo tutturdu. Bu şen şakrak oyalama esnasında, Mersin il sınırları dışına çıkmıştık. Akdeniz kıyısı boyunca dağ yamacının tek şeritli yolda seyrederken, solumuzda denizin berrak dalgaları, sağımızda yüksek dağların büyüleyici görüntüsü eşliğinde yol alıyoruz. Hedeflediğimiz yere varmak için on saatlik bir


Göç 11

Daldığım derin duygular içinde, bizi taşıyan araçla Mardin’den yokuş aşağı inerek Mardin’i geride bırakıp, Kızıltepe’ye varmıştık. Kızıltepe, Mezopotamya ovasının bereketli toprağı üzerinde inşa edilerek, Mardin'in ovaya kuşbakışı zirveye sahip olduğu alana kadar yayılmış şirin bir yerleşkedir. Kızıltepe’yi yaran yoldan geçerek ana caddeye çıkıyoruz. Bölge insanının yerel dilde (rêya ipekê) ipek yol diye adlandırdığı güzergahta yola koyuluyoruz. Tek şeritli yolun çift yönlü olarak kullanılması, yol üzerinde seyir hâlindeki çok sayıda aracın vızıltısı ovada yankılanıyordu. Üzerinde yol aldığımız ipek yolu, gözümüzün kestirebildiği kadar, devasa ovada âdeta ince, siyah bir şerit gibi uzanıyordu. Endişe, heyecan ve burukluk içinde geçen yolculukta, Kesra Kanco'yu solumuza, Derik ilçesini sağımıza alarak, yaklaşık bir buçuk saat sonra Ş. Urfa, Viranşehir İlçesi’ne varıyoruz. Viranşehir İlçesi’nde Mardin’e emsal etnik ve inanç gurubuna mensup toplulukları bünyesinde barındıran gelişmiş ticari bir yerleşim birimidir. Yol onarım çalışmaları nedeniyle aracımız sallantıyla yirmi dakika süre zarfında mesafe kat ederek Viranşehir’i de geride bırakıyoruz. Kurak geçen yaz aylarının toprağı çatlatacak kadar sıcak olduğu Mezopotamya’nın Harran Ovası’nda Şanlıurfa yönüne doğru ilerliyoruz. 1989 yılında tasarladığım göç öyküsünün bir ilginç yanı da, otuz yıl aradan sonra bazı yazıların eklenerek büyük göç 2 adı altında devam ediyor olmasıdır. Urfa’ya yaklaştıkça, şehrin kadim tarihi olan, dünyanın


Göç 10

Midyat; 1989 yılının on ikinci ayı. Havalar bayağı soğuk. Her taraf karla kaplı, beyaza bürünmüş. Böylesi soğuk karlı bir günde, yola çıkmayı içime sindiremiyordum. Ancak içine düştüğüm girdaplı çıkmazın bir-tek çıkış yolu buralardan ayrılmamı işaret ediyordu. Ailece yola koyulmaya karar vermiştik artık. Hazırlıkların tamamlanmasının ardından, eşim ve dört çocuğumuzla birlikte yola çıkmaya hazırdık. Bizi uğurlamada hazır bulunan saygı değer annem, kardeşlerim ve sevdiklerimizle kucaklaşarak vedalaşıp lapa, lapa yağan karın altında yola koyulduk. Yavaş, yavaş ilerleyen aracın içinden dışarıyı süzerek, cadde ve sokakların, küçüklüğüme, gençliğime ve bütün değerlerime ev sahipliği yaptığı dönemi hatırladıkça hayıflanıyordum. Bu değerleri geride bırakıp ayrılırken duygulanmamak mümkün değildi. Boğazımız adeta düğümlene, düğümlene memleketi terk ettik. Gidip de dönmemek, gelip de görmemek var duyguları içinde, memleketimiz Midyat’ı geride bırakmıştık. Karmaşık duygular içinde bir buçuk saat sonra, Mardin’e vardık. Tümsekli şehrin yamaçlı yolunda, dingin bir sallantıyla yol alırken, zirvedeki tarihi kale, Mezopotamya ovasının deryası dikkatini üzerimize çekerek, cazibesiyle bizleri âdeta büyülüyordu. Deniz mavisi gökyüzünde taklacı güvercinler, Güneş tapınağının üzerine kurulan Deyrulzafaran, Kırklar Kilisesi, Kasımiye Medresesi, figürlü taş duvarları ve yivli minaresiyle, tıpkı otantik bir açık hava müzesini andırıyordu Mardin. İçimdeki ruh halinin, bu kültür beşiği yerleşkeye, atıfta bulunmam gereklilik arz eder gibiydi. Kafamda tasarladığım


Göç 9     

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Bu deyim Anadolu insanının hafızasında önemli bir vurguyu ifade eder. Bu söylem yerkürede, anlamlı bir deyiş olarak, değişik toplumlarda telaffuz edilmektedir. İnsanların yaşam alışkanlıkları, gelenek ve görenekleri farkındalık arz etse de, bir paydada ortak özelliklere sahiptirler. Göç yazı dizisinin başlarında, göçün kronolojik serüvenini işlerken, göçü tetikleyen unsurun, sosyal, ekonomik, etnik ve dini temele dayalı olduğunu başlıca neden olarak belirtmiştim. Türkiye’de askeri darbelerin muğlak ve bağnaz çıkmazları, toplumun sosyolojik gelişimi yönünde, son derece olumsuz etkileri olmuştur. Kutuplaştırıcı, çatışmalı bir ortam yaratma noktasında, bütün argümanlar hayata geçirilmişti. 21 Temmuz 1946 tarihinde tek partili sistemden, çok partili döneme geçiliyordu. Yeter artık söz milletindir çıkışıyla, yeni bir süreci başlatan Demokrat Partisi’ne iktidar yolu açılmıştı. Tarih, 21 Mayıs 1950. Bundan böyle Adnan Menderes, dönemi başlıyordu artık. Başbakan Adnan Menderes’in sanayide atak yaparak, sanayi hamlesi yapma çabaları hep sekteye uğratıldı. Saltanatını kaybetmiş resmi ideolojinin, vesayetçi artıkları, 27 Mayıs 1960 askeri darbesini gerçekleştirerek iktidara el koydu. Adnan Menderes ve dava arkadaşları tutuklanarak cezaevine atıldı. Menderesin cezaevinde kaldığı bir yılı aşkın süreden sonra, 17 Eylül 1961 tarihinde hasta yatağından alınarak, hasta haliyle, iki bakanıyla birlikte idam edildi. Rahmetli Menderes’in işsizliği önlemeye yönelik istihdam oluşturma çabaları, vatana ihanet olarak sayıldı. Buna müteakip


Göç 8

Basınla olan iletişimi, 1989 yılına kadar sürdürdüm. Midyat’ta esnaflık yapmam, (SODEP) Sosyal demokrat halkçı parti, (SHP) Sosyal halkçı partisi teşkilâtında yer alman ve basınla irtibatlı olduğum sorumluluktan dolayı, yoğun bir sosyal aktivite içindeydim. Bölgenin demografik muhtevası ve kültürel zenginliği, her insana ayrıca bir misyon yüklüyordu. Midyat’ta yaşamakta olan her bir insan, Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Süryanice konuşmayı kendine rehber edinmişti. Bölge statüsüne uyulunca, konuşulan lisanlar şevkle öğreniliyor, Okulda öğrenilen birde yabancı lisan buna eklenince, beş lisana birden erişiliyordu. Geçmişi kadim bir tarihe dayanan bu yerleşke, her kesimin yoğun çaba ve özverisiyle gözde bir seyranlık hale getirilmişti. Nadide bu kültür mozaiğini heba etmemek için koruyup, kollamak gerekir. Buraları ne göç veren nede gereğinden fazla göç alan bir konumda tutarak bir arada barış içinde yaşamayı kendimize ilke edinmeliyiz. Mardin ve çevresinin, Türkiye ve dünyadaki şehirlere kıyasla, en fazla göç veren bölge konumundadır. Avustralya’dan tutun Amerika’ya kadar Mardin insanına rastlayabilirsiniz. Bu nadide Şehrin insanları, kendi Ülkelerinden binlerce km ötede ne arıyordu. Bunu irdeleyerek yanıt bulmaya çalıştığımızda, meselenin özünde sosyal, ekonomik, etnik ve dini ayrışmaya maruz kalınmış bir durumla karşılaşıyoruz. Mardin bağrından çıkıp gelmiş, 1978 kuşağı geleneğinden gelen biri olarak, 22.11.1978 tarihinde tutuklanarak cezaevine konuldum. Cezaevinde kısa bir