Sayfa Yükleniyor...
Telâş içinde geçen 10 km’lik yolun ardından eve geçtim. Takatten düşmüş bitkin bir haldeydim. Durumumdan tedirgin olan eşim, bana iyi görünmüyorsun, seni hastaneye götürelim dedi. Önemli bir şey yok. Geçer diye karşılık verdim. Çocuklara kavuşmuşken onlarla hasret gidermek istiyordum. Daldığımız koyu sohbetin ardından, uyku saati gelmişti. Çocuklarla yataktaki yerimizi alıp, birbirimize sarılarak onları uyutmaya çalışıyordum. Çocuklar bana sarılı vaziyette uyumuştu. Çekmiş olduğum mide rahatsızlığı ve şoföre karşı işlediğim hatanın suçluluk duygusu içinde uykum kaçmış, yatakta kıvranıp duruyordum. Sabahleyin evden aldığım cüzi bir parayla, şoförü bulmaya yola koyuldum. Akşam bindiğim nokta olan doğu garajından 12 saat gibi bir zaman geçmişti. Ve tekrar doğu garajındaydım. Hareket sırasını bekleyen minibüs sürücülerine göz gezdirerek, nihayetinde akşamleyin aracında yol aldığımız sırada eşlik ettiğimiz şoförü buldum. Şoföre yaklaşarak,” kardeş müsaade buyursan seninle bir meseleyi konuşacağım” Şoför şüphe içinde, buyur ne konuşacaksan konuş bakalım diyerek beni yukardan, aşağıya doğru etraflıca süzdü. Çay ocağının önünde küçük iskemlelere oturmaya rica ederek ikna ettim. Önümüze konulan çayları yudumlarken, dün akşam yol ücretini ödeyemediğimi, olayı mahcubiyet içinde anlatarak, parayı kendisine uzattım. Bana pür dikkat bakarak, uzattığım parayı geri çevirip anlatacakların bu muydu, bende başka bir nedenle konuşacağını sanıyordum. Şoför bana bak beyefendi, seni tanımam, ancak senin bu yaklaşımın iyi biri olduğunu göstermeye yeter. Sen bundan böyle benim için bir kardeş gibisin artık. Ne işin düşerse ben sürekli buradayım. Bana mutlaka uğrarsın. Bu süre zarfında aracının hareket sırası gelmişti. Böylece birbirimize sarılarak vedalaştık. Mide kanaması geçirmemden iki gün geçmişti. Aşırı kan kaybından yürüyemeyecek haldeydim. Doğu garajından az ötede yere yığılıp kalmışım. Yarı baygın şekilde gözlerimi hastanede açtım. Acil olan kan ihtiyacım, Topçular askeri kışlasından temin edilerek, hayatta kalmaya tutundum. Hastanede gördüğüm iki haftalık tedavinin ardından taburcu edildim. Biraz sağlığıma kavuştuktan sonra, İstanbul’a geçerek yurtdışına çıkmaya uğraştım. Aylarca beklediğim İstanbul’da yurtdışına çıkma yolunu bulamadan İzmir’e döndüm. Haftalar ayları, aylar yılları kovalıyordu. 1992 ye gelindiğinde, namlular; saygı duyduğum, Hukukçu, aktivist, yazar Musa Antere çevrilmişti. 20 Eylül akşamı 1992 tarihinde 72 yaşındaki /Apê Musaya) Musa Amca’ya pusu kurularak yanında bulunan Orhan Miroğlu’yla birlikte yaylım ateşine tutuldular. Saldırıda Musa Amca hayatını kaybeder, Orhan Miroğlu ağır yaralı olarak kurtulur. Elleri kırılasıca Musa Amca’ya biraz daha müsaade etselerdi, birkaç yıl sonra zaten vefat edecekti. Tetikçilerin babaları yaşında, hatta dedeleri yaşında sayılacak kadar insana kurşun sıkan insanlıktan nasibini almamış bu insan müsveddelerini hiçbir canlıyla karşılaştıramıyorum. Orhan Miroğlu’nun babası İsmail Amcaya ayrıca bir saygı duyardım. Yaklaşık dört ay önce kaybettiğimiz İsmail Amca, bana duyduğu sevgiden dolayı hep ikinci Orhan’ım diye seslenirdi. Ruhun şad ola, İsmail Amca. Orhan’la da yakın arkadaşlığımız olması sebebiyle, birçok rizikoyu göze alarak, Musa Amcanın başsağlığına, Orhan’a da geçmiş olsun dileğinde bulunmak üzere Diyarbakır ile Nusaybin’e geçtim. Adı konulmamış çatışmalı kirli bir süreçten geçiyorduk. (Devam edecek)