Sayfa Yükleniyor...
Bundan bir önceki makalede muhtarın tavırlarıyla ilgili olan süreci yorumlayarak tamamlamıştım. Yorumda; yaptığım eleştiri, muhtarlarımızın salt şahsına değil, büsbütün sistemin işleyiş yöntemine yönelikti. Şüphesiz mahalli idarelerin alt birimi olan muhtar ve idare heyetinden tutun, en üst düzey yöneticiye varıncaya kadar idarecilik başlı başına; bilgi, yetenek ve özverili bir duruş gerektiren sosyolojik olaydır. Ancak bu sıraladıklarımızın ivedilik kazanmasında öncelikli neden, devletin sosyoekonomik, hukuki ve kültürel düzeyi belirleyici faktördür. Ne var ki Türkiye ulusal demokratik devrim ile kültür devrimi sürecini tamamlamadan, hep vesayetçi askeri darbelerin gazabına uğramıştır. Bu darbelerle, ülkenin kalkınması yönündeki hamleler baltalanmış ve toplumsal gelişmeler sekteye uğratılmıştır. Türkiye 60’lardan 90’lara kadar hantal bir bürokrasiyle yönetildi. Daha sonraki yıllarda işlerlik kazanan bürokrasi şeffaf bir hâl aldıysa da, sorunların çözülmesine önemli katkı sunduğu söylenemez. 90’lı yıllar teknolojik atılımların sürerek, iletişim araçlarının yaygınlaşması sonucu, Dünya’nın tekno kültürü kulvarına sürüklediğine tanık olduk. Teknolojinin araç ve gereçlerini ithal eden üçüncü dünya ülkesi olarak bu globalleşen yerküredeki yerimiz neredeydi. Bence kendi öz benliğimizi yitirmeye yüz tutmuş bir garabetle karşı karşıya geldik. Bu mecrada gelişmelere ayak uyduramazsak kendi, kendimize tamamen yabancılaşacağız. Türkiye’nin idaresini elinde bulunduran muhafazakar milliyetçilerin yerli sanayii hamlesini başlatarak, kendi milli burjuvazisini güçlendirme eğilimi sürerken, diğer taraftan buna engel olmak isteyen muhalefet ile dış mihraklar boş durmuyor. Elbette iktidarların otoriter ve totaliter eksene kaymaması için, muhalefet hayati önem taşımaktadır. Ancak muhalefetin kendi ülkesinin bekası için iktidarla hem ilişkili, hem çelişkili olması gerekmektedir. Kendi, kendimizle barışık olmadığımız sürece ne kendi ülkemizdeki huzuru sağlayabiliriz, nede dünya barışına katkı sunabiliriz. Konumuz mahallî idareler seçimiyle ilgili iken, bu gelişmelere de es geçerek olmazdı. Uluslararası siyasi konjonktürün analiz edilmeden atılacak adımların bir yarar sağlamayacağı aşikârdır. Türkiye, iktidarıyla, muhalefetiyle etnik unsurlarıyla, inançlarıyla hepimizin değeridir. Gemiyle limandan yol almış 83 milyon insana devasa bir barınaktır bu gemi. Bu gemiyi batırmaya değil, enginlere açılma ufkuyla hareket etmek lazım. Çünkü bu gemi batarsa hiç kimseye yaşam şansı kalmayacak. Yazıma sıkıcı olmaması açısından son verirken, bir dahaki köşede yüzleşeceğimiz dileklerimle, Sağlıcakla kalın.