- Ekonomi
- 01.05.2025 12:47
Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında Türkiye Ekonomisi Paneli'nde konuşan Ekonomist Yaşar Uysal, Türkiye’nin dış borcunun artmasının sebeplerinden biri olarak, ithalat ve ihracat arasındaki açığı ve yetersiz üretimi gösterdi
AYSELİN UZUN- “Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında Türkiye Ekonomisi Paneli” EMD İzmir Şubesi tarafından İzmir Valiliği İktisat Kongresi Binası'nda yapıldı. Türkiye ekonomisinin güçlü ve zayıf yönleri, döngüsel ekonomi ve sanayideki küresel trendler masaya yatırıldığı panelin moderatörlüğünü Ekonomi eski Bakan Yardımcısı Adnan Yıldırım yaparken; EMD İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Murat Demircan’ın açılış konuşması sonrasında, Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaşar Uysal, İzmir Ekonomi Üniversitesi (İEU) İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen ve SOCAR Türkiye Rafineri ve Petrokimya İş Birimi Pazarlama Müdürü Dr. Mevlüt Çetinkaya konuşmacı olarak katıldı.
Açılışta konuşan Başkan Murat Demircan, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken Türkiye ekonomisinin geleceğini değerlendirmek ve tartışmak üzere bu paneli düzenlediklerini kaydetti. Paneli, Türk ekonomi tarihi açısından büyük bir öneme sahip İzmir İktisat Kongresi'nin düzenlendiği binanın yenilenmiş salonunda gerçekleştirmenin de onur ve gururunu yaşadıklarını söyleyen Demircan, “Türkiye dünyanın en büyük ilk 20 ekonomisi arasında. Hedef ise ilk 10 ekonomi arasına girmek. Türkiye'nin dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmesi, sadece ekonomik büyüklükle değil, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir kalkınma modeliyle mümkündür” dedi.
Prof. Dr. Yaşar Uysal, Türk ekonomisinin zayıf ve güçlü taraflarını anlattığı konuşmasında, “Türkiye ekonomisinin cumhuriyetin kurulduğundan bugüne istikrarsız bir büyüyen bir ekonomisi var. 1923-2023 arasında ortalama büyüme 5.1 olarak gerçekleşti. Rekor büyüme 1924-1938 arasında yüzde 7.9 büyüme var. İkinci dünya savaşı döneminde kötü bir büyüme yaşanıyor 1.3. 2000 bin yılında kişi başına düşen gelirde sıçrama var. Şu anda 13 bin dolar kişi başı gelir var. Cumhuriyetin kuruluşunda bugüne sektörlerde de istikrarsızlık var. Gıda enflasyonun da önümüzdeki 2 yılda düşme gözükmüyor. Son 3 yılda tarım sektöründe büyüme azalmış durumda. Türkiye ciddi bir tarımsal üretim krizi ile karşı karşıya. 1980’li yıllara kadar dış ticaret dengede ama 2000’li yıllardan itibaren İthalat ve ihracat arasındaki açık büyüyor. 100 yılda 3.4 milyon dolar ihracat yapmışız. 5 milyon dolar ihracat yapmışız. Dolar ile TL arasındaki en büyük açık 2023 yılında yaşandı. Enflasyon düşmesi için döviz kurunda istikrar olması lazım. Cumhuriyetin ilk dönemine belirli bir mesafe alındı ama istenilen verim alınmadı. Türkiye ürettiğinden fazla harcayan bir ülke konumunda. Harcamalar tasarruftan daha fazla” sözlerine yer verdi.
Türkiye’de 2000 yılından bu yana hızla artan dış borca dikkat çeken Uysal, “2000 yılında 118 milyar dolar olan dış borcun günümüzde 500 milyar dolara dayanmış durumda. Cari açıkla bu dengelenmek durumunda kalınıyor. TL’nin doları satın alma gücü azaldı. Türkiye’nin ithalat trendi kendini korurken ihracatta aşağı doğru gidiş var. Bu şekilde gidersek önümüzdeki dönemde dış ticaret açığı büyüyecektir. Gelir dağılımımız oldukça bozuk. 85 milyon nüfus var 10 milyon ya çok kolay kazanıyor ya da çok kazanıyor. Ekonomik krizi sosyal kriz olarak yaşıyoruz. Yoksul sayımız çok fazla. Şirketler ve vatandaşlar gırtlağına kadar borçlu durumda. Güzle işlerde oldu yanlış işlerde oldu. Dış kaynakla bol tüketerek Türkiye’de adeta serap yaşadık. Üretim deseni talep desenine olan uyumsuzluğu var. Türkiye elde ettiği gelirleri Uluslararası ticarete konu olmayan alanlara yatırdı. AVM’lere, inşaatlarda yatırdı. Çük üretim temelli topum değiliz. Fırsatçı, rant kollayan bir anlayış var. Çok ciddi bir ahlaki yozlaşma ile karşı karşıyayız. Türkiye’nin çok derin sorunları var. Zayıf ve güçlü yanlarımız yok bizim. Türkiye’nin çözdüğü bir tane ekonomik sorun yok. Enflasyon, gelir dağılımını mı çözdü? Bu kadar sorun varsa ve çözülmüyor demek ki çözümsüzlükten beslenenler var. Bundan beslenenler bunu kontrol eder hale gelmiş. Ekonominin çözümü, ekonomi içinde tek başına değil. Türkiye’nin yeniden yapılanması gerekiyor. Tüm yapılar yeniden yapılandırılmalı. Eğitim sistemimiz yeniden yapılmalı. Yeni bir büyüme stratejisi gerekiyor” diye konuştu.
Panelde “Döngüsel Ekonomi ve Paranın Geleceği” başlıklı bir sunum yapan Prof. Dr. C. Coşkun Küçüközmen ise teknolojik gelişmelerin ve eğitimin ekonomiye olan etkilerine vurgu yaparak, “ Ülkemizde artık para kazanma uzun vadeli, orta vadeli ya da kısa vadeli yatırımlarla değil, anlık yarımlarla dönen bir döneme girdi. Yani cebimizden telefonumuzu çıkarıp kripto paranızın durumuna bakabilirsiniz. Elinizde bir kredi kartı bir de telefon olması yeterli. Böyle bir dünyada kartlar yeniden dağıtılıyor ve biz neye nasıl ve hangi noktadan bakmamız gerektiği konusunda çok net bir fikre sahip değiliz. Bu bizim için büyük bir sıkıntı. Bugünü anlamak için 1940-1950’leri çok iyi bilmeniz gerekir. Biz birçok şeye farklı açıdan bakıyoruz. Yani kendiliğinden mi olmuş yoksa müdahale mi edilmiş anahtar soru. Bir iki durum arasında inanamayacağınız kadar fark var. İnsanları kendi halinde bıraktığınız zaman belki çok daha politik sonuçlar alabilecekken son derece taraflı ve gruplaşmış sonuçlar alıyorsunuz. ‘Ekonomi insan bilimi değil ama içinde insan vardır’ sözü de buradan geliyor. O yüzden birtakım değerlendirmeleri yaparken buna çok dikkat etmek gerekiyor. Döngüsel ekonomide şirketler toplumda önemli bir rol oynar. İnsanların sahip olmak isteyecekleri mal ve hizmeti üretir. Bunu yaparken birçok sektör gezegenimizin kaynaklarını sömürür ve bunun olumsuz sonuçlarına fazla kafa yormazlar. Sizin bunu çözebilmeniz için teknolojiye sahip olmanız gerekir. Eğitim sistemimiz maalesef pasif bir eğitim sistemi. Ancak bunu aktif hale getirmek için önümüzde yapay zeka gibi çok önemli bir fırsat var. Döngüsel ekonomi yapay zeka ve bağlantılarını bir düzlem üzerine koyarsanız mükemmel bir yere geldiğini göreceksiniz. Al, yap, değiştir ekonomik modelimiz kaynakları sona erdiriyor. Aynı zamanda Avrupa’yı da bizi de başka ülkelerden ithal edilen ürünlere bağımlı kılıyor. Çin bu konuda önemli bir faktör. Çine olan ithalat ve ihracat rakamlarına bakarsanız dış ticaret açığımızın büyük bir kısmı Çin’den geliyor” dedi.
MEVLÜT ÇETİNKAYA: ARZ FAZLASI REEL SEKTÖRÜ ETKİLİYOR
Türkiye ekonomisini reel sektör üzerinden değerlendiren Dr. Mevlüt Çetinkaya “Bizim reel sektörümüzü etkileyen en önemli faktör; küresel düzeyde inanılmaz bir kapasite fazlası olması. Petro kimyada özellikle 2008’den sonra kapasite artışı yaşanıyor. Bu da çoğunlukla Çin’den kaynaklanıyor. Bu arz fazlası bizim özellikle dışa açık bir ekonomi haline getiriyor. En fazla zorlanacağımız alanlardan bir tanesi de budur. Öte yandan çok önemli bir trend olan ve bütün dünyada etki eden doğum oranlarının düşürülmesi, Çin’in trendi. Yani aslında üretim yapanların oranı çok az artıyor. fakat yaşlıların sayısında inanılmaz bir artış var. Aslında parayı harcayanlar azalırken talep düşüyor. Talebi düşüren bir faktör ise orta sınıfın yok olması. Öte yandan pandemiyle başlayan reel sektörün yok olma süreci sonucunda dünya tedarik zincirindeki problem nedeniyle giderek içe kapanıyor. Tüm dünyada giderek artan bir dijital dönüşüm, önümüzdeki dönemlerde tüketici davranışlarında değişiklik yaşanmasına sebep oluyor ve bizim buna ülkece uyum sağlamamız gerekiyor” şeklinde konuştu.