- Ekonomi
- 08.07.2025 16:03
Türkiye’de derinleşen ekonomik kriz, hayat pahalılığı ve enflasyon, yaşlıları her geçen gün daha fazla etkiliyor. 65 yaş üstü birçok vatandaş dinlenmeleri gereken dönemde geçim derdiyle çalışmak zorunda kalıyor
GÖNÜL MORSÜNBÜL/ÖZEL HABER - Türkiye’de ekonomik krizle birlikte hızla artan enflasyon ve hayat pahalılığı en çok da ömrünün büyük bölümünü çalışarak geçirmiş yaşlıları etkiliyor. 65 yaşını geçmiş, yıllarca çalışıp emekli olmuş ya da hala emekli olamamış birçok kadın ve erkek, geçinebilmek için çalışmak zorunda kalıyor. Kimi ayakkabı boyuyor, kimi terzilik yapıyor, kimi ise sigortasız ve güvencesiz bir şekilde seyyar satıcılıkla geçimini sağlıyor.
Fahiş kira fiyatları, gıda ve barınma giderleri yaşlıların omuzlarındaki yükü artırırken, 65 yaş üstü kadın ve erkekler, dinlenmeleri gereken dönemde geçim derdiyle çalışmak zorunda kalıyor. Yaşlılıkta dinlenmek, torun sevmek, huzur içinde yaşamak gibi hayaller, yerini ay sonunu getirme telaşına bırakmış durumda. 65 yaş üstü yurttaşlar için dinlenme hakkı adeta rafa kaldırılmışken, yaşlılık yeni bir çalışma döneminin başlangıcını oluşturuyor. Yaşlı iş gücü her geçen gün artarken, iş bulmakta zorlanan 65 yaş üstü bireyler işsizler ordusuna katılıyor. İş bulmanın neredeyse imkansız hale geldiği günümüzde işverenler tarafından çoğunlukla “yaşlı” olarak nitelenen 65 yaş üstü yurttaşlar deneyimlerine rağmen iş gücü piyasasında yeterince istihdam edilemiyor. Yaşa bağlı ayrımcılığa uğrayan ve bu nedenle düzenli bir işe alınmayan 65 yaş üstü bireyler, seyyar satıcılıkla, günübirlik işlerle veya sokaklarda küçük tezgahlar açarak geçimini sağlarken, kayıt dışı ve ağır koşullarda çalışmak zorunda bırakılıyor.
Edinilen bilgilere göre, Türkiye’de resmi kurumlar tarafından “yaşlılık” 65 yaş itibarıyla başlıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı verilerine göre, 65 yaşını dolduran bireyler yaşlı kabul edilerek çeşitli sosyal haklardan faydalanabiliyor: İndirimli ulaşım, yaşlılık aylığı, sosyal yardım başvuruları gibi. Dünya Sağlık Örgütü de benzer şekilde 65 yaş ve üzerini “yaşlı” kategorisine alıyor ve bu grubu “genç yaşlı” (65–74), “orta yaşlı” (75–84) ve “ileri yaşlı” (85+) şeklinde sınıflandırıyor. Ancak kağıt üzerindeki bu tanımlar, gerçek yaşamla çok da uyuşmuyor. Çünkü Türkiye’de 65 yaş üstü vatandaşlar için yaşlılık, ikinci baharın değil, çalışmanın zorunlu olduğu bir yaşa tekabül ediyor. Yoksulluk, yalnız gençleri ve işsizleri değil, yaşamlarının son çeyreğine ulaşmış insanları da kıskacına alıyor. Yaşlı yoksulluğunun her geçen gün tırmandığı Türkiye’de çalışmak bir tercih değil hayatta kalabilmenin tek yolu olarak varlığını koruyor. Çünkü 65 yaş üstü bireylerin ne emekli maaşları geçinmeye yetiyor ne de sosyal destekler temel ihtiyaçları karşılayabiliyor. Yaşlıların önemli bir bölümü ise sosyal yardımlardan dahi yararlanamıyor. Bu durum ise yaşlı yoksulluğunu kronik bir toplumsal soruna dönüşmesine zemin hazırlıyor. Özellikle büyükşehirlerdeki derin ekonomik kriz, 65 yaş üstü yurttaşları geçim sıkıntısıyla baş başa bırakıyor.
Emekli maaşının kaliteli bir yaşam sürdürmek bir yana ay sonunu dahi getirmeye yetmediğini ifade eden 76 yaşındaki Mustafa Taşdemir, İzmir’in en işlek noktalarından biri olan Basmane Garı’nın çaprazında bulunan noktada yaklaşık 20 yıldır ayakkabı boyacılığı yaptığını söylüyor. “Emekli maaşı çok fazla ne kadar harcasam da bitiremiyorum” sözleriyle ironi yapan Taşdemir, yaşadığı durumu şu şekilde anlatıyor: “Emekli olduktan sonra emekli maaşımın yetersiz olması nedeniyle ayakkabı boyacılığına yeniden başladım. Eşim ve çocuklarım var. Evimiz var ama yine de ek iş olmadan emekli maaşıyla geçinmek imkansız. Kızıma ve torunuma destek çıkıyorum. Sabah saat 8 buçuk oldu mu boya sandığımı açıyorum, akşam saat 18.00’a kadar çalışıyorum. İşler maalesef zayıf, ayakkabısını boyatmak isteyen insan sayısı her geçen gün azalıyor. Halkımız yoksul. ‘Kendim boyarım” diye düşünen insana ne diyebilirsiniz ki? O yüzden işim, bazen iyi bazen de kötü. Elim ayağım tuttuğu sürece çalışacağım. Ne zaman ki bu boya sandığını yerinde kaldıramazsam işte o zaman bu sandığı satıp bırakacağım artık.”
Türkiye’deki yaşlıların geçinmenin yollarını aradığını üstelik sadece kendilerini değil, işsiz kalan çocuklarını da desteklemek zorunda kalan yaşlıların çifte yük altında ezildiğini ifade eden 68 yaşındaki seyyar mısır satıcısı Ahmet Aydın, “Mardin Midyatlıyım. 35 yıldır İzmir’de yaşıyorum. Emekli değilim. Kiracıyım. 4 bin 600 TL yaşlılık maaşı alıyorum. 13 seneden beri seyyar satıcılık yapıyorum. Mevsimine göre ürünler satıyorum. İşler çok kesat. Günlük kazançla geçinmeye çalışıyorum. Paranın artık bir kıymeti kalmadı. Eskiden 2 buçuk liraya çalışıyorduk. Gençliğimizde bu parayla 3 veya 4 ev bakabiliyorduk. Şimdi 1 evi geçindirmek bile neredeyse imkansız” dedi. Günde yaklaşık 17 saat çalıştığını ifade eden Aydın, yaşadıklarını şöyle özetliyor: “Neredeyse 22 ülke gezdim. Çalıştığım yerler hakkımı yedi, sigortamı yapmadılar. Bu nedenle emekli bile olamadım. Sabah 7’de işe başlıyorum akşam 12’ye kadar yorgun argın çalışmak zorunda kalıyorum. Öğlen ve akşam yemeği olarak yarım kilo domates ve 1 ekmek alıyorum. Bunlarla karnımı doyurmaya çalışıyorum. Çalışmak için bir yaş sınırım maalesef yok. Hayat şartları bana diyor ki, ‘Ahmet ölünceye kadar çalış.’ Mecbur çalışacağız. Türkiye maalesef ağır bir ekonomik kriz yaşıyor. İnşallah düzelir. Ben 68 yaşında olduğum için birçok siyasetçi gördüm. Her gelen bu ülkeden bir şeyler kaçırdı. Hangi partiden olursa olsun. Biz siyasetçi değiliz. Biz halkız, halkın çocuklarıyız. Diğer ülkelerde kimse elektrik, su parası ödemiyor. Türkiye’de öyle mi? Her gün yeni bir zamma uyanıyoruz. Elektrik de su da özel. Attığımız adım vergi, borç... Günlük 300 TL kazanana kadar canım çıkıyor. Mısırları kaynatmak için tezgahımın hep yanması gerekiyor. Millet öbür dünyada cehennemde yanıyor, bense burada yanıyorum. Ağlanacak halimize gülüyoruz işte, ne yapalım!”
Haftanın 7 günü çalıştığını söyleyen 66 yaşındaki Münevver Dalgıç, “Diyarbakırlıyım. 13 yaşından beri terzilik yapıyorum. Evliyim, 2 çocuk annesiyim. Eşimi ne yazık ki kaybettim, şu an babamla birlikte yaşıyoruz. Eşim vefat ettikten sonra onun emekli maaşını alıyorum. Yaklaşık 13 bin TL civarında. Evim olmasına rağmen bu para ne yazık ki geçinebileceğim yeterlilikte değil. Çalışmadan olmuyor. Benim için çalışmak hem bir zorunluluk hem de bir terapi. Bir şeyler üretebilmek, kendi paranı kazanabilmek, hiç kimseye muhtaç olmamak insanı çok güçlü hissettiriyor. Kazancım ne iyi ne de kötü. Müşterilerle ilişkim çok iyi. Benim işçiliğimi çok beğeniyorlar. Ben de böyle olunca yılların verdiği deneyimle işimi daha da severek yapıyorum. Türkiye’de her şey çok pahalı oldu. Neye dokunmak istesen ateş pahası. Hayat şartları eskiden bu kadar zor değildi. Yani 1 milyar dahi alsa insanlar birçok ihtiyacını karşılayabilirdi. 100 lirayla pazara gidiyor birçok şey alıyordum. Ama şimdi 2 milyarla kendi ihtiyacımın tamamını alamıyorum. 50 TL’den ucuz meyve bile yok. Hayat çok zor” diyor.
Herkesin birbirine destek olmak zorunda olduğunu belirten Dalgıç şunları söyledi: “Ben de elimden geldiğince çocuklarıma, torunlarıma destek olmaya çalışıyorum. Vermeyi, paylaşmayı çok seviyorum. Elimle kazanıp elimle veririm. Aşırı derecede kemik erimesi sorunum var ama yine de çalışmayı seviyorum. Sabah erkenden işe başlayıp akşam saatlerinde dükkanı kapatıyorum. Eğer bir sağlık sorunum veya işim olmazsa haftanın 7 günü çalışıyorum. Çok iyi çocuklarım var. Ama yine de onların evlerine giderken kendi ekmeğimi bile kendim almaya çalışırım. Kimseye yük olmak istemiyorum. Gücüm olduğu sürece çalışmak istiyorum. Hiç okul okumasam da imkanlarım ölçüsünde kendimi geliştirmeye, bir şeyler öğrenmeye ve üretmeye çalıştım. Çok istememe rağmen eğitim göremedim. Ama yine de kendimi geliştirmekten hiçbir zaman vazgeçmedim. Başarımı kendi çalışkanlığıma borçluyum. Eşime bazen derdim ki, ‘Keşke ben okusaydım.’ O da bana derdi ki, ‘İyi ki sen okumamışsın. Okusaydın ben seni alamazdım.’ Yapacak bir şey yok. Hayat işte böyle…”
Seyyar tesbih satıcısı Küçük Şinasi Yılbaş, Türkiye’de bırakın seyahat etmeyi İzmir’de yaşamasına rağmen denize bile gidemediğini söylüyor. Ekonomik olarak yaşadığı sıkıntıları anlatan Yılbaş, şunları söyledi: “Ardahanlıyım. 1964 doğumluyum. Yaklaşık 55 yıldır İzmir’de yaşıyorum. Herhangi bir mesleğim yok. Uzun bir süredir tesbih satıyorum. Behçet hastalığım olduğu için engellilik hakkından yararlanıyorum. Kirada oturuyorum. Yalnız yaşıyorum. Havalar her geçen gün daha da ısınıyor. Sıcakta tezgah açmak oldukça zor. Yaşlılık gelirim var. Ama o kiraya bile yetmiyor. Türkiye’de her şeyin fiyatı uçtu gitti. Kırmızı et hayal oldu. Kurban Bayramı’nda belki komşular getirir diye umutlandım ama nerde… Hiç kimse getirmedi. Etin hiç ağzımıza değdiği yok. Sadece kırmızı et değil hiçbir şey alamıyoruz. Ne istediğimizi yiyebiliyoruz ne de istediğimizi giyebiliyoruz. Seyahat etmek, tatile çıkmak ise bizim gibiler için büyük lüks. Gelişmiş ülkelerde 65 yaş üstü insanlar ülke ülke seyahat ediyor, Türkiye’deki yaşlılar aynı yaşta olmasına rağmen çalışmak için iş arıyor. Yaşlının da gencin de Türkiye’de insanca yaşayabilmesi artık çok zor. İzmir’de günübirlik denize bile gidemiyorum. Adım atar atmaz her şey para. Türkiye’de ekonominin düzelmesine dair hiçbir umudum yok. Ne alırsan yarım kilo alıyorsun. Hayatı da böle yarım yamalak yaşıyoruz işte…”