AIDS erkeklerde 6 kat daha fazla görülüyor

HIV pozitif ve AIDS vakalarının daha çok gençlerde ve erkeklerde görüldüğüne dikkat çeken Uzman Dr. Yüce Ayhan, sosyal güvencesi olmayan mültecilerin de ücretsiz tedaviden faydalanmasının toplum sağlığı açısından önemli olduğunu vurguladı.

  • Oluşturulma Tarihi :
  • Güncelleme Tarihi :
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
AIDS erkeklerde 6 kat daha fazla görülüyor haberinin görseli

Dünya genelinde milyonlarca insanı etkileyen HIV ve AIDS, özellikle genç nüfusta artış eğilimi göstermeye devam ederken, Türkiye’de de son yıllarda vaka sayılarında belirgin bir yükseliş yaşanıyor. 2024 verilerine göre: bin 527 yeni HIV pozitif vakası ve 40 AIDS vakası bildirilirken, bunların yüzde 85’i erkek, yüzde 15’i kadın oldu. Erkeklerdeki hastsalık oranının kadınlardan 6 kat fazla görülmesi dikkat çekerken, yüzde 10,5’lik bir kısmın da yabancı uyruklu olduğu kaydedildi. 

Virüsün tüm vücut sıvılarında bulunabilmesi ve uzun süre belirti vermeden ilerleyebilmesi, erken tanıyı ve koruyucu sağlık politikalarını daha da kritik hale getiriyor. Türkiye’de 45 bini aşkın HIV pozitif vakanın bildirildiği süreçte, hastalığın en çok 25–34 yaş aralığında ve erkeklerde görüldüğü verilere yansırken, uzmanlar hem korunma hem de tedaviye erişim konusunda önemli uyarılarda bulunuyor. Dünya AIDS günü kapsamında değerlendirmelerde bulunan İzmir Tabip Odası Başkanı Uzman Dr. Yüce Ayhan, HIV’in bulaşma yollarından tedavi standartlarına kadar birçok başlıkta dikkat çekici bilgiler paylaştı. Türkiye’de sosyal güvencesi olan vatandaşların nitelikli ve ücretsiz tedaviye ulaşabildiğini söyleyen Ayhan, sosyal güvencesi olmayan göçmenlerin hastalığı yayma riskine de dikkat çekerek sağlığın insani bir hak olduğunu vurguladı.

VİRÜS TÜM VÜCUT SIVILARINDA BULUNUYOR

HIV virüsünün insan vücudundaki bağışıklık hücrelerine saldırmasıyla AIDS’in ortaya çıktığını söyleyen Ayhan, virüsün insan vücudundaki tüm sıvılarda bulunabildiğini belirtti. Tıbbi ve kozmetik ürünlerde kişiye özel malzeme kullanılmasının önemini vurgulayan Ayhan, “AIDS, HIV virüsünün neden olduğu bir hastalık tablosudur. HIV, yani insan bağışıklık yetmezliği virüsü, vücuda girdikten sonra bağışıklık sisteminin lenfosit adı verilen hücrelerinde yerleşir ve onları zaman içinde yok eder. Bu süreç yıllar alabilir. Virüs bulaştıktan sonra uzun süre hiçbir belirti vermeden hücrelerde saklanabilir. Bağışıklık sistemi hücrelerinin tükenmesiyle kişi çok sayıda enfeksiyona karşı savunmasız hale gelir. Normalde sağlıklı bireylerde hafif seyreden enfeksiyonlar HIV ile yaşayan kişilerde ağır ve ölümcül olabilir. Ayrıca bazı deri tümörleri gibi ek tablolar da görülebilir. Hastalığın ilk tanımlandığı dönem olan 1980’lerin sonlarında AIDS daha çok eşcinsel bireylerde görülen bir hastalık olarak düşünülse de kısa sürede bunun böyle olmadığı anlaşıldı. Kan hastaları, kan transfüzyonu alanlar, anneden bebeğe geçiş yoluyla enfekte olan çocuklar ve cinsel olarak aktif olmayan kişilerde de hastalık ortaya çıktı. Virüsün tüm vücut sıvılarında bulunabilmesi nedeniyle bulaşma yalnızca cinsel yolla değil; kan, eklem sıvısı ve diğer vücut salgılarıyla da gerçekleşebilir. Bu sebeple sağlık çalışanları, tıbbi işlemlerde kullanılan araç gereçler ve kişisel bakım ürünleri olan manikür-pedikür seti, dövme iğneleri, ortak kullanılan usturalar vb. risk oluşturabilir. Tek kullanımlık malzemelerin kullanımının yaygınlaşması bu açıdan önemli bir koruyucu adımdır” ifadelerini aktardı.

SGK KAPSAMINDA OLMAYANLAR DA TEDAVİYE ULAŞMALI

Sosyal güvenlik kapsamındaki tüm bireylerin Türkiye’de nitelikli ve ücretsiz tedaviye erişebildiğini söyleyen Ayhan, göçmenlere de bu hakkın tanınmasının toplum sağlığı açısından önemli olduğunu söyledi. Bu kişilerin istemeden hastalığı yayabilecieğini belirten Ayhan, “HIV pozitifliği saptandığında erken tedaviye başlanması hastalığın AIDS tablosuna ilerlemesini çok ciddi oranda geciktirir. Günümüzde erken teşhis edilen ve ilaç tedavisine düzenli devam eden kişiler uzun yıllar hiçbir belirti göstermeden sağlıklı bir yaşam sürdürebilmektedir. Tedavinin kesin bir ‘tam iyileşme’ sağladığını söylemek için erken olsa da, tedavi alan hastaların AIDS evresine ilerlemediğini görüyoruz. AIDS evresine gelindiğinde ise bağışıklık sistemi çökmüş olur. Bu aşamadan sonra bağışıklığı yeniden toparlamak çok güçtür. Tüberküloz gibi fırsatçı enfeksiyonlar ağır seyreder ve ölümcül olabilir. Vücudun mikroorganizmalara karşı savaşacak gücü kalmadığından en hafif bir bakteri ya da virüs bile ciddi sonuçlara yol açabilir. Tedaviye erişim konusunda, sosyal güvenlik kapsamındaki tüm bireyler ilaçlara ücretsiz ulaşabilmektedir. Ancak SGK kapsamı dışında kalan, genel sağlık sigortası bulunmayan yabancı uyruklu kişiler özellikle Afrika ve Orta Doğu kökenli göçmen nüfus bu ilaçlara erişimde zorlanmaktadır. Oysa sağlık bir insan hakkıdır; vatandaşlık statüsünden bağımsız olarak tüm bireylerin tedaviye ulaşabilmesi gerekir. Aksi durumda bu kişiler hem kendi sağlıkları açısından büyük risk taşımakta hem de tüberküloz gibi toplum sağlığı açısından tehlikeli enfeksiyonların yayılmasına istemeden katkıda bulunabilmektedirler. Bu durum ırkçılık söylemi değildir; halk sağlığını korumak için gerekli bir tespittir” şeklinde konuştu.

KAN NAKLİNDE KIZILAY TİTİZLİĞİ

Toplanan kanlarda test yapılmasının mevzuat ile zorunlu tutulmadığını dile getiren Ayhan, Kızılay’ın ise mevzuatın üzerinde bir güvenlik anlayışı sergilediğini söyledi. Dünya üzerinde belirli bölgelerde bulunmuş kişilerin de kan bağış sisteminden çıkartıldığını ifade eden Ayhan, “Kan ve organ nakilleri açısından HIV önemli bir risk faktörüdür çünkü virüs doğrudan kanda bulunur. Ancak Türkiye’de uzun yıllardır tüm kan bağışı süreçleri ciddi şekilde sorgulama ve testlerden geçirilir. Kan bağışçılarına yaklaşık 42 sorudan oluşan ayrıntılı bir değerlendirme uygulanır. Profesyonel seks işçiliği, eşcinsel ilişki öyküsü gibi risk faktörleri geçmişte doğrudan sorgulayıcı ifadelerle yer alırken, günümüzde bazı Avrupa ülkelerinde erkekler arası cinsel ilişkide düzenli cinsel eşi olan, güvenli cinsel ilişki hayatı olan eşcinsel bireyler için sorulmama eğilimi var. Kan bağışçıları soruları doğru yanıtlamakla yükümlüdür; yanlış beyanda bulunulup bulaşa neden olunması hukuki sorumluluk doğurur. Türkiye’de tanı kapasitesi açısından dünyayla aynı seviyedeyiz. PCR yöntemiyle virüsün genetik materyalini doğrudan tespit eden testler Kızılay tarafından tüm kan bağışçılarında uygulanmaktadır. Sağlık Bakanlığı açısından PCR zorunlu olmasa da Kızılay’ın bu uygulaması mevcut mevzuatın üstünde bir güvenlik katmanı sağlar. Testlerin virüsü tespit edebilmesi için belirli bir ‘pencere dönemi’ vardır. Virüs kana girdikten sonra testlerin yakalayabileceği seviyeye ulaşması için belirli bir süre geçmesi gerekir. Bu dönemde kişinin kanı virüsü bulaştırabilir ancak test sonucu negatif görünebilir. Bu da ‘kalıntı risk’ olarak adlandırılır ve tüm dünyada bilinen bir durumdur. Ancak Kızılay dışındaki geçici bölge kan merkezlerinde aynı test zorunlu değildir. Her ne kadar birçok merkez PCR testi uygulasa da bu zorunlu olmadığı için standart bir uygulama haline gelmesi gerekir. Tüm kan toplayan merkezlerde test standartlarının eşitlenmesi önemli bir gerekliliktir. Bazı ülkelerde –örneğin Rusya, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri– sahra altı Afrika’dan dönen vatandaşlara zorunlu HIV testi uygulanmaktadır. Türkiye’de böyle bir test zorunluluğu yoktur. Ancak Kızılay’ın kan bağışçılarına ait dijital sorgulama sistemi kapsamında belirli bölgelerde bulunmuş kişiler kan bağışçısı olarak kabul edilmemektedir ve bu kişiler sistem üzerinden otomatik olarak elenir” dedi.

VAKALARIN YÜZDE 10’U YABANCI UYRUKLU

Türkiye’de son 40 yılda 2 bin 500 AIDS vakası tespit edildiğini belirten Ayhan, cinsel ilişkide korunmanın önemine dikkat çekti. Türkiye’de her 10 vakadan 1’inin yabancı uyruklu olduğunu da söyleyen Ayhan, sözlerini şu şekilde noktaladı: “1985 yılından 2024 Kasım’ına kadar toplam 45 bin 835 HIV pozitif vaka tespit edilmiş durumda. Yaklaşık 2 bin 500 AIDS vakası da mevcut. Kadın–erkek oranlarına baktığımızda, çoğunluğun genç yaş grubunda, yani 25–34 yaş aralığında olduğunu görüyoruz. Bir diğer önemli nokta; 1985’ten bu yana bildirimi yapılan vakaların yaklaşık yüzde 60’ı bulaşma yolunu belirtmiyor. Oysa HIV’in başlıca bulaşma yolları cinsel ilişki, ortak enjektör kullanımı ve anneden bebeğe geçiş. Anneden bebeğe geçiş oranı verilere göre yüzde 1,2 civarında. Bu oran düşük görünse de, her bir bebeğin yaşam hakkı açısından aslında çok ciddi bir durum. Türkiye’de HIV’in en temel bulaş yolu cinsel yolla gerçekleşiyor. Burada özellikle şunu vurgulamak gerekiyor: Bireylerin cinsel hayatı kimseyi ilgilendirmez; ancak çoklu partneri olan veya eşcinsel ilişkiyi tercih eden bireylerin korunma önlemlerini kesinlikle uygulaması gerekiyor. Partnerinizi tanımıyorsunuz; tek koruyucu yöntem kondom / prezervatif kullanmak. Bilinç ve farkındalık bu noktada çok kritik. Örneğin, 1 Ocak 2024 – 7 Kasım 2024 arasında bin 527 yeni HIV pozitif vaka ve 40 AIDS vakası bildirildi. Bunların yüzde 85’i erkek, yüzde 15’i kadın. Ayrıca yaklaşık yüzde 10,5’lik bir kısmı yabancı uyruklu. Bu da göçmen nüfusun etkisini gösteriyor. Yıllara baktığımızda hastalığın artış eğiliminde olduğunu söyleyebiliriz. 2020’de 3 bin 137 olan vaka sayıları, son yıllarda 4 bin, 5 bin, 6 binli rakamlara kadar yükseldi. 2024 yılı sona erip 2025’in verileri açıklandığında daha bütünlüklü bir değerlendirme yapmak mümkün olacak.”

Kaynak : HABER MERKEZİ

Okumaya Devam Et

Aşağı kaydırmaya devam edebilir veya ilgi alanınıza göre seçim yapabilirsiniz.