- Tarihte Bugün
- 16.06.2025 00:08
Tarihler 16 Haziran’ı gösterirken, tarihte bugün hangi olaylar yaşandı, tarihte bugün kimler doğdu, kimler öldü sorularının cevapları haberimizde...
Türkiye ve dünyada 16 Haziran tarihinde neler yaşandı, tarihte bugün kim doğdu, kim öldü, tarihte bugün yaşanan önemli olaylar neler gibi soruların cevaplarını sizler için derledik.
1815 Napolyon'un son zaferi Ligny Meydan Muharebesi, ünlü Waterloo Savaşı'ndan iki gün önce gerçekleşti.
Can Dündar 16 Haziran 1961 yılında doğdu. Ağustos 2016'ya kadar Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yapan Dündar, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın Suriyeli cihatçı gruplara gönderdiği askerî mühimmatlara ilişkin görüntüleri yayımlaması ve skandalı ortaya çıkarmasının ardından, Kasım 2015'te tutuklandı.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olan Dündar, Birleşik Krallık'ta London School of Journalism'de eğitim aldı ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde siyaset bilimi alanında yüksek lisans yaptı. Gazetecilik kariyerine üniversite yıllarında başladı; Yankı, Hürriyet, Nokta, Haftaya Bakış, Söz ve Tempo gibi çeşitli yayın organlarında görev aldı. Televizyonculuk alanındaki çalışmalarına 1988 yılında TRT'de program yapımcılığı ile adım atan Dündar, 1989 ile 1995 yılları arasında 32. Gün programının ekibinde yer aldı. 1993 ile 1994 yılları arasında Show TV'de Mehmet Ali Birand ile birlikte Çapraz Ateş programını hazırlayan Dündar, 1993 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün son 300 gününü konu edinen Sarı Zeybek adlı belgeseliyle geniş kitlelerin dikkatini çekti. 1994 yılında Aktüel ve Yeni Yüzyıl gazetelerinde köşe yazarlığına başlayan Dündar, aynı dönemde Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde hazırladığı “Terör ve medya: Liberal teori ışığında terör olaylarının televizyonda işlenişine eleştirel bir yaklaşım” başlıklı tezi ile doktorasını tamamladı. Ayrıca, Ankara Üniversitesi ve ODTÜ'de yüksek lisans düzeyinde dersler verdi.
Dündar, 1996 ile 1998 yılları arasında 40 Dakika isimli belgesel-haber programının yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendi; özellikle Susurluk Kazası'na ilişkin hazırladığı dosyalarla kamuoyunda gündem oluşturdu. 1999 ile 2001 yılları arasında Sabah, 2001 ile 2013 yılları arasında ise Milliyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. 2008 yılında Atatürk’ün yaşamını konu alan Mustafa belgeselini hazırladı. 2013 yılında Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı ve 2014'te Gezi Parkı Olayları'nı konu alan Gözdağı adlı belgeseli yayımladı. 8 Şubat 2015'te Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni oldu. Dündar, Türkiye hükûmetinin Suriye'deki başta IŞİD olmak üzere bazı İslamcı cihatçı gruplara askerî mühimmat gönderdiği iddiasıyla gündeme gelen MİT TIR'ları skandalını kamuoyuna açıkladıktan sonra, 26 Kasım 2015 tarihinde tutuklandı. Yargılama sonucunda casusluk ve hükûmeti ortadan kaldırma suçlarından beraat etti, ancak devletin gizli belgelerini yayınlama suçundan 27 yıl, 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Tutuksuz yargılanan Dündar, dava temyiz sürecindeyken Almanya'ya gitti; bu süreçte Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmenliği görevinden ayrıldı ancak köşe yazarlığına devam etti.31 Ekim 2016'da hakkında yakalama kararı çıkarıldı;31 Aralık 2022 itibarıyla ise İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan “Aranan teröristler” listesinde gri kategoriye dâhil edildi. Dündar, 2016 yılından beri Almanya'da sürgünde yaşamaktadır.
Ayhan Işık, kimlik adıyla Ayhan Işıyan 5 Mayıs 1929 yılında doğdu. 1970'lerin ikinci yarısında yazmaya başladığı ve vefatından sonra tefrika halinde yayımlanan "Hayatım" adlı hatıratlarında "Çocukluk günlerim bilinen yaramazlıklar ve onların sonuçları ile geçti. Annemi, hep telaşlandırmışımdır." diye ekler Işık.
Altı yaşındayken; "...Onunla ilgili olarak şimdi çok az şey hatırlıyorum. Ama en çok da kokusunu... Bazı geceler yanıma gelip bana sarılmasını, birlikte uyumamızı. Bir defasında balık tutmaya götürmüş, dönüşte de sırtına alıp merdivenleri çıkartmıştı. Hepsi bu... Hafızamı ona dair hep zorladım. Daha fazla şey hatırlayabilmek, hatırladıklarımı hiç unutmamak için." diyerek andığı babasını kaybeden Işık, öğreniminin ilk birkaç yılını İzmir'de, büyük bir kısmını ise yıllar önce üniversite tahsili için İstanbul'a yerleşmiş olan en büyük ağabeyi Mithat Özer'in yanında tamamlamaya başlar. Kısa birkaç yıldan sonra; çok genç yaşta kaybedilen ağabey, Işık için hayat boyu hep örnek kişilik olur. Özellikle resim alanındaki ilerleyişini hep örnek aldığını, onun vefatı sonrası evin geçimine yardımcı olmak için 12 yaşında okurken çalışmaya da başladığını belirten Işık, ilerleyen yıllarda akademideyken onun gibi üst tahsil için Paris'e gitmeyi düşlediğini de yine vefatından kısa süre önce anlatacaktır.
İstanbul'da ilk önceleri zorlanan Işık daha sonraları kendisini çok güzel bir çevrede bulduğunu, verdiği röportajların birinde şu sözlerle anlatır: "Mahir İz okul müdürü, Salah Birsel müdür muaviniydi, edebiyata Rıfat Ilgaz, beden eğitimine Vefalı Kör Galip, coğrafyaya Akbaba Celal geliyordu. Daha ne isteyebilirdim ki..." Buradaki okul arkadaşlarından bazıları senarist Safa Önal, karikatürist Ferruh Doğan ve ressam - karikatürist Semih Balcıoğlu'dur. Daha sonra girdiği Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünde Bedri Rahmi Eyüboğlu'ndan dersler alan Işık, buradaki dönem arkadaşlarıyla ise On'lar Grubu'nda yer alır. Amacı Doğu-Batı sentezini Türk resminde yaratmak; “Halk Sanatı Kaynaklarına Eğilmek”, tekniği ise “Renkçi ve Lekeci” olan grupta dönem arkadaşlarından Fikret Otyam, Altan Erbulak, Remzi Raşa, Adnan Varınca, Nedim Günsür, Orhan Peker, Turan Erol ve liseden beri dostları olan Semih Balcıoğlu ile Ferruh Doğan'la yer alır. Verdiği röportajların birinde daha çok empresyonizm akımının etkisinde kaldığı söyleyen ve bu anlamda da en çok Claude Monet'ten etkilendiğini belirten Işık, bir süre Bab-ı Ali'de ressam olarak çalışır fakat 1952 senesinde Yıldız Dergisi'nin açtığı yarışmaya girmesiyle resim hayatındaki geri planına itilerek sinemaya doğru yönelişi başlar. Yarışmayı birincilikle kazanarak sinemaya geçer. Bir sene sonra, 1953 senesinde ise Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümü Yüksek kısmından mezun olur.
İlk filminde şair, senarist ve yönetmen Orhon Murat Arıburnu ile gerçekleştirdiği çalışmanın ardından, ikinci filminde Türk Sineması'nda Geçiş Dönemi'ni bitiren ve Sinemacılar Dönemi'ne giriş yapıtı olarak kabul edilen Lütfi Ömer Akad'ın Kanun Namına filmiyle büyük ün kazanır. Akad "Işıkla Karanlık Arasında" adlı otobiyografi kitabında şöyle bahseder:[2] "Osman Seden’in burada da gözü kara. Hiç tereddüt etmiyor, en iyi oyuncuları arıyor... Baş oyuncu olarak Ayhan Işık adında birinden söz ediyor. Tanımıyorum, “Sen gördün mü?” diyorum. Geçen yıl Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Hasan adında bir filmde görmüş, boylu poslu, yakışıklı. Oyun yeteneği hakkında hiçbir fikri yok. Bir görelim diyoruz. Yazıhanede buluşuyoruz. Gerçekten dediği gibi, boylu poslu ve yakışıklı, kibar ve terbiyeli. Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim eğitimi görmüş. Babıali'de resimli roman çiziyor. Yıldız adlı sinema dergisinin “Geleceğin Oyuncuları” yarışmasında birinci seçilmiş. Ama bu yarışma akademik bir yarışma değil. Oyuncu adayları önceden hazırladıkları bir oyun bölümünü jüri önünde sergilemiyorlar. Jürinin baktığı sadece görünüş... İkimize de uygun geliyor."
"İşin kolayca akıp gitmesi gerek. Ama gitmiyor. Baş oyuncumuz Ayhan'a takılıyorum. Karşısındaki oyuncular deneyimli, Gülistan Güzey’le Neşe Yulaç. İkisi de Şehir Tiyatrosu’nda. Onların oyunlarını rahat çözümlemelerinin Ayhan’a yardımcı olması gerek, ama olmuyor. Oyun gereği büyük hareketler, sağa sola gidişler yok. Oyuncuların çelişkili iç dünyalarını belirtmeleri gerek. Ama bu, Ayhan’da yalnız sözde kalıyor. Osman (Seden) çoktan yanımızda değil, uzakta, elinde ince bir dal, otlara vurarak dolaşıyor. Öğle paydosunda ondan uzakta durmaya bakıyorum. Sorunumu nasıl çözeceğimi düşünüyorum, aklıma gelenlerin hiçbiri tutarlı değil, hele oyuncuya nasıl oynayacağını göstermeye kalkmak olacak şey değil. Öğleden sonraki çalışmada yeni denemelere girişiyorum, doyurucu bir sonuç alamadan işi bitiriyoruz."
Film bittikten sonrasına da şöyle değinmiş Akad: "Kanun Namına giriyor sinemalara. Büyük bir iş yapıyor. Ayhan Işık, birden tartışmasız bir yıldız oluyor. İşte o zaman, oyuncu olmayan birinden bir sinema oyuncusu yarattığımı görüyorum ve sinemanın gerçekte ne olduğunun bilincine varıyorum, bu da benim artık bir yönetmen olduğumu kanıtlıyor."
Yaşamının ilerleyen dönemlerinde resim çalışmalarına ara ara devam etse de sinema artık birinci önceliği haline gelmiştir. Lütfi Akad ile 1950'lerde İngiliz Kemal karakterini oynayarak İngiliz Kemal Lawrense Karşı, Katil, Öldüren Şehir, Vahşi Bir Kız Sevdim, Kardeş Kurşunu filmlerini, Atıf Yılmaz ile Şimal Yıldızı, Osman Seden ile de 1957'de Bir Avuç Toprak filmini yapan Işık, 1959 yılında Hollywood’a giderek şansını bir de orada denemek ister. Fakat buradaki filmlerde çalışamaz. Bunun nedeni sorulduğunda "Benim gibi orada 5bin kişi sıra bekliyor. Ayrıca çok da marifetleri var. Zıplayıp havada iki takla atıyorlar. Hem de ana dilleri gibi İngilizce konuşuyorlar. Bize orada ekmek yok." diyerek açıklar. Işık, 60'ların başında Vedat Türkali'nin senaryosunu yazdığı Otobüs Yolcuları filmiyle Yeşilçam'a dönüş yapar. Arkasından Akad ile son çalışması olacak olan ve Orhan Kemal'in bir romanından yine Vedat Türkali'nin senaryolaştırdığı Üç Tekerlekli Bisiklet filmini çevirir. Işık yine bu dönemlerde çevirdiği Küçük Hanım seri filmleriyle de halk tarafından oldukça beğenilir ve devam eden dönem içerisinde Taçsız Kral unvanını kazanır. 1970'li yıllarda yeni bir moda rüzgârıyla film yıldızları peş peşe sahneye çıkmaya, plaklar doldurmaya başlar. Kendisi de bu modaya uyar ve Münir Nurettin Selçuk'tan dersler alarak Klasik Türk müziği dalında sahneye çıkar ve bir tane 45'lik plak doldurur. Yeteneğiyle göz doldurmayı başaran Işık, sinemada dram, politik, romantik, komedi, macera ve diğer tarzlarda örnekler sunar. 140 kadar film çevirir. 1975'ten itibaren yapımcı, yönetmen ve senarist olarak Türk sinemasına katkıda bulunan Işık bu senelerde İtalyan yapımcılarla yaptığı ve başrolünü de Klaus Kinski ile paylaştığı La Mano Che Nutre La Morte ve Le Amanti Del Mostro filmlerini yapar. Filmler İtalya'da ve Avrupa'nın bazı ülkelerinde vizyona girer, fakat Türkiye'de sansüre uğrar ve Türk seyircisiyle hiçbir zaman buluşamazlar
13 Haziran 1979 sabaha karşı Selimpaşa, Kıyıkent'teki yazlık evinde şiddetli baş ağrısı ve kusma ile uyanır. Yatırıldığı klinikte anevrizma rüptürü sonucu beyin kanaması tanısı koyulan Işık kurtarılamaz ve üç günlük koma sürecinin sonunda 16 Haziran 1979'da yaşama veda eder. Mezarı Zincirlikuyu Mezarlığı'ndadır.