Kartopu gibi büyüyor

Ege Denizi’nde son aylarda yaşanan mülteci krizini değerlendiren Mültecilerle Dayanışma Derneği Eski Başkanı Eda Bekçi ve Uzman Sosyolog Yelda Şimşir, mülteci sorununu detaylı bir şekilde değerlendirdi


  • Oluşturulma Tarihi : 16.11.2018 08:35
  • Güncelleme Tarihi : 16.11.2018 08:35
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Kartopu gibi büyüyor

YUSUF ÇAĞIRTEN-ÖZEL HABER
Ege Denizi’nde son bir aydır umuda yolculuk yapmak isteyen binlerce mülteci, lastik botlarla Yunanistan’a geçmeye çalışırken ya yakalanıyor ya da yaşanan kazaların ardından canından oluyor. Medyada yer alan haberlere göre Çeşme, Bodrum, Dikili, Kuşadası gibi beldeler başta olmak üzere son bir ayda bin 220 göçmen yakalandı, 8 göçmen ise yaşanan kazaların ardından hayatını kaybetti. İzmir’de ise son bir buçuk aylık zaman diliminde mültecileri taşıyan 3 tekne battı, 1 tane de kamyonet devrildi. Yakalanan göçmenlerin uyruklarına bakıldığı zaman ise sadece Suriyelilerden oluşmadığı gözlendi.



Yaşanan kazaların ardından Mültecilerle Dayanışma Derneği eski Başkanı Eda Bekçi ve Uzman Sosyolog Yelda Şimşir ile mülteci sorununu ayrıntılı bir şekilde değerlendirdik.Türkiye’de hukuksal açıdan mülteciler için kalıcı bir çözüm olmadığını dile getiren Eda Bekçi, mültecilerin bu sebepten ötürü Avrupa’ya göç etmek istediğini dile getirdi. Bekçi, “Avrupa’da yıllardır çok ciddi bir şekilde yükselen ırkçılık, ayrımcılık ve İslamafobinin getirdiği pek çok sorun var. Ne yazık ki dünya insanlığını kaybetti. Mülteci sorununa zamanında müdahale etmediğimiz için bu sorunu giderek büyüyen bir kartopuna benzetmemiz gerekiyor” dedi. Yelda Şimşir ise bu sorunun sadece Türkiye değil tüm dünyanın ortak bir meselesi olduğunu ifade etti. Şimşir, “Ne yazık ki Türkiye’de de mültecilik konusunda tartışıldığında; işsizliğin, yoksulluğun, kriminal suçların sebebinin mülteciler olduğu üzerinden çok ciddi bir nefret söyleminin ve ayrımcılığın ortaya çıktığını ve birçoğunun sebebinin yanlış bilgilendirmelerden ya da mülteci meselesinin siyasi bir propaganda aracına dönüştürülmesi kaynaklı olduğunu görüyoruz” ifadelerini kullandı.
KALICI ÇÖZÜM YOK!
Türkiye’de hukuki açıdan mülteciler için kalıcı bir çözüm olmadığının altını çizen Eda Bekçi, “Türkiye mültecileri geri göndermiyor ama geçici bir koruma sağlıyor. Gidecek bir ülke bulana kadar burada ikametinizi sağlayalım diyor. Ancak Suriye’deki savaştan sonra yaşanan büyük göç hareketleri, özellikle doğu ülkelerinden gelen insanlara karşı ön yargılar ve pek çok ayrımcılık, ülkelerin Türkiye’den mülteci alma kotalarını daha da engelledi. ABD tamamen kapattı. Avrupa ülkelerinin pek çoğu ise yaşanan terör olaylarından sonra Müslüman ülkelerden gelen erkek mültecileri almıyor. Türkiye bir yandan dolup bir yandan da boşalması gerekirken dünya bizden mülteci alınmamaya başladı. Bu da Türkiye’de ciddi bir yığılmanın yaşanmasına neden oldu.Suriyeliler ise zaten tamamen farklı bir rejime tabi tutuldu çünkü onların üçüncü bir ülkeye yerleştirilmesi yapılmadı. Diğer ‘geleneksel mülteciler’ dediğimiz; Afganlar, Iraklılar, İranlılar Türkiye’de 8-10 yıla varan bekleme süreleri ile beklemeye başladılar. Üçüncü ülkelerde onları kabul etmiyor. Burada kapana kısıldılar. Onlar da ya da dışı yollarla farklı ülkelere geçmeyi denediler. Özellikle 2015- 2016 yaz mevsiminde çok ciddi bir hareket vardı” dedi.



“AVRUPA’DA IRKÇILIK VAR”
Son dönemde mültecilerin Afrika ve İtalya üzerinden geçişler yapmayı denediğine dikkat çeken Eda Bekçi, Türkiye’den daha riskli yollarla geçmeye çalıştıklarını ve kalıcı çözüm üretilmedikçe bu sorunun daha da artacağını söyledi. Bekçi, “Yasal irtica yollarının kapatılması bu sorunun her zaman devam edeceğini gösteriyor. Neden artıyor demek yerine artmaması için bir sebep olmadığını bilmek gerekiyor. Çünkü onlar için burada bir gelecek yok. Avrupa Birliği ülkeleri özellikle göç politikalarını çok daha katılaştırdı. Avrupalı devletler son dönemde çok daha ulus devlet özelliği gösteriyor. Schengen Anlaşması bile askıya alındı. Pek çok uygulamada sorunlar var. Eskiden Avrupalı devletler mülteci sorununa çok daha duyarlıydı. Şimdi ise kapıdan içeri sokmuyorlar. Has bel kader kapıdan girseniz bile bu sefer de kalıcı çözümlerin önü kapatılıyor. Yani sınırlar sadece dikenli teller vs. gibi şeylerle değil, hukuki yollarla da kapatılıyor. Avrupa’da son yıllarda çok ciddi bir şekilde yükselen ırkçılık, ayrımcılık ve İslamafobinin getirdiği pek çok sorun var. Avrupa’ya gidip, orada tutunamayıp Türkiye’ye geri dönen mülteciler de var” değerlendirmelerinde bulundu.



UYGUN KOŞULLAR SAĞLANMALI
Dünyanın en fazla mülteci nüfusunu barındıran ülkesi olduğumuzu vurgulayan Eda Bekçi, Türkiye’deki mültecilerin birçoğunun düzensiz bir şekilde yerleştiğini ifade etti. Bekçi, “Eskiden Türkiye’nin bir ilinde mültecilerle ilgili bir çalışma yaptığımızda o ilin Valisi bile ilinde mülteci olduğunu bilmezdi.Sosyal hayatın içinde onların çok da farkında değilizdir. Mültecilerin özünde suça karışma oranları çok düşüktür çünkü biraz görünmezlik kisvesi altına sığınırlar. Ne kadar görünmez olurlarsa o kadar belaya bulaşmama ve sınır dışı edilmeme riskinden uzak düşmüş olurlar. Türkiye açık kapı politikasıyla doğru bir şey yaptı ancak kapılar açıldıktan 3 buçuk yıl sonra onların hakkında yasal düzenleme çıktı ve bu üç buçuk yıl boyunca bu insanlar kayıt altına alınmadı, yerleştirmeler yapılmadı. Çalışma izni yıllar sonra çıktı ve biz nitelikli olanları kaybettik. Avrupa’ya giden 1 milyon nüfusun içinde beyin cerrahları, mimarlar, mühendisler vardı ve bize yalvardılar burada çalışma imkanı sağlayın diye fakat 3 buçuk 4 yıl sonra ancak koşullu izin çıktı. Türkiye bu insanları bir değer olarak maalesef görmedi. Bu insanları bir arada değerlendirip, çatışmaya neden olmaksızın burada yaşamalarını sağlayacak uygun koşulları sağlamamız gerekiyor. Bu hem onların hem bizim sıhhatimiz açısından önemli” dedi.
“DÜNYA İNSANLIĞINI KAYBETTİ”
Mülteci sorununun ülkemiz için giderek büyüyen bir kartopu gibi değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Eda Bekçi, zamanında çözüm üretilmediği için daha büyük sorunlarla baş etmek zorunda kalındığını ifade etti. Bekçi, “Mültecilik kriterleri vardır. Bir kişinin mülteci statüsü kazanabilmesi için kriterden birini taşıması gerekir. Bunlar ülkesinde din, dil, ırk, belli bir toplumsal gruba mensubiyet veya siyasal nedenlerden biri veya birden fazlası nedeniyle zulüm görme tehdidi altında olmak ve korku duymak gerekmektedir. Bazı ülkelerde cinsel yönelim bile o kişinin ölüm sebebi olabildiği için göç etmesini zorunlu kılabiliyor. Afganistan dünyanın en çok mülteci üreten ülkesi çünkü terör ile mücadele ediyor. Afganistan’dan Türkiye’ye 14 yaşında 4 ay yürüyerek gelen çocukların olduğunu biliyoruz. Eğer zamanında bir şeylere çözüm bulmazsanız daha büyük sorunlarla baş etmek zorunda kalıyorsunuz. Dünya maalesef insanlığını kaybetmiş durumda” ifadelerini kullandı.
KUTU -STATÜR KAZANAMIYORLAR-
Eda Bekçi, “Mültecilik insanların kendi ülkelerinde artık yaşayamayacak bir hale gelmelerinden ortaya çıkıyor. Politik nedenlerden oluşabileceği gibi din, dil, ırk, mezhep ayrılığı, toplumsal cinsiyet eşitsizliği vb. gibi sebeplerle de karşımıza çıkabiliyor. Asıl kitlesel hareketi doğuran neden ise ayrım gözetmeksizin mağdur kaldıkları şiddet olayları yani iç karışıklık veya savaş halleridir. Bunu ortadan kaldırabilmek için de öncelikle bu nedenlerin ortadan kaldırılması gerekiyor. İnsanların kendi ülkelerinde rahat bir şekilde yaşayabilecekleri barış ve huzur ortamının sağlanması gerekiyor. Türkiye’nin de taraf olduğu, mültecilerin statüsüne dair Cenevre Sözleşmesi var. Türkiye bunun kurucu üyelerinden bir tanesi. Daha sonra ek protokolleri de imzalamış durumdayız. Fakat maalesef New York Protokolünde Türkiye bazı çekincelerini koruyor. Bunlardan bir tanesi de coğrafi sınırlama. Avrupa Konseyi ülkelerinden gelmeyen mülteciler ülkemizde statü kazanamıyor” dedi.
EN BÜYÜK İKİNCİ GÖÇ HAREKETİ
Mültecilik ve göç meselesinin sadece Türkiye değil tüm dünyanın ortak sorunu olduğunun altını çizen Uzman Sosyolog Yelda Şimşir ise, “Şu an dünyada, ikinci dünya savaşından beri en büyük göç hareketi var. 2017 verilerine göre 68 milyon kişi dünyada yerinden edilmiş durumda. Bu rakam, hareket halinde olan çok büyük kitlelere tekabül etmekte ve her gün 44 bin 500 kişinin ya da her iki saniyede bir 1 kişinin yerinden edildiği anlamına gelmektedir. İnsanlar ya da kitleler çoğu zaman insan eliyle yaratılan krizler dolayısıyla göç etmek zorunda kalıyorlar ya da yerlerinden ediliyorlar. Ekonomik krizler, baskı rejimleri, afetler, savaş ve çatışma ortamları kitleleri göç etmeye zorlayan etmenleri oluşturuyor. Göçün en genel çerçeveyle devletlerin siyasal, ekolojik, ekonomik alanlarda uyguladıkları stratejik politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.  İşgal ya da savaşlar ile ortaya çıkan yeni rant alanlarını, savaş sanayisinin bitmeyen büyümesini, insan kaçaklığı ağlarını ya da mültecilerin en ucuz iş gücü olarak piyasalar tarafından kullanıldığını gördüğümüzde de göçe sebep yaratan ya da bu süreçten fayda sağlamaya çalışan birden çok aktörün de işbirliği içine çalıştığını söylemek mümkün” şeklinde konuştu.



“OLAĞANÜSTÜ BİR DURUM”
Mülteciliği sorun olarak görmenin sıkıntı yaşattığını da ifade den Yelda Şimşir, göçe sebep olan savaşları ya da ekonomik krizlerin müsebbibi mülteciler olmadığını belirtti. Şimşir, “Mültecilik bir tercih değil zorunluluktur ve insan hakkıdır. Öncelikle bunu unutmamak gerekiyor. Bir ülkeye üç milyonu aşkın mültecinin gelmiş olması tabii ki de olağanüstü bir durum. Maddi manevi adımları, her türlü uyum süreciyle birlikte bir takım zorlukları da beraberinde getiriyor. Ne yazık ki Türkiye’de de mültecilik konusunda tartışıldığında;  işsizliğin, yoksulluğun, kriminal suçların sebebinin mülteciler olduğu üzerinden çok ciddi bir nefret söyleminin ve ayrımcılığın ortaya çıktığını ve birçoğunun sebebinin yanlış bilgilendirmelerden ya da mülteci meselesinin siyasi bir propaganda aracına dönüştürülmesi kaynaklı olduğunu görüyoruz. Bu da toplumda dönem dönem çok ciddi infial yaratabiliyor. Örneğin şu süreçte geçici koruma statüsündeki Suriyeli mültecilerin yasal hakları oldukça sınırlı. Maddi giderlerinin çoğu AB fonları tarafından karşılanıyor. Ama medya kaynaklarına baktığımızda, devletten alınan paralar, oy kullanma vb. konular üzerine yanlış haberlerin sıklıkla dolaştığını görüyoruz” ifadelerini kullandı.
UYGUN YAŞAM ZEMİNİ
“Öncelikle doğru bilgi kaynaklarına ulaşmamızda ve tüm sosyo-ekonomik ve kültürel dengenin esas olarak devlet politikası ile kurulabileceğini hatırlamamızda fayda var diyerek konuşmalarını sürdüren Şimşir, “Göç olgusu aslında bizim yaşadığımız coğrafyanın hiç de yabancısı olduğu bir kavram değil. Bir çoğumuzun aile öyküsünde bir kaç kuşak göç hikayesi var. Dolayısıyla göç etmenin, yeni bir coğrafyada  yaşam kurmanın zorluklarını ya da dayanışmanın önemini en çok bizler biliyoruz aslında ya da günün birinde bizlerin de mülteci olabileceği ihtimalinin hiç de uzak olmadığını. Bu sebeple dünya coğrafyasındaki tüm bu değişimlerin ana sebeplerini, tetikleyicilerinin neler olduğunu unutmadan bir arada yaşam zeminini nasıl oluşturabileceğimiz üzerine daha fazla düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bunun ilk kıstası da birbirimizi yok saymak ya da görmezden gelmek yerine aslında temas etmek ve karşılaşmalarımızı arttırmamız olabilir. Bu sayede birbirimizi duyabilir, deneyim ve birikimlerimizi aktarabilir ve gerçek bir paylaşım içine girebiliriz” dedi.

Haber Merkezi