Kayıp kültürlerin peşinde bir kadın

İzmirli gezgin Hacer Aydın, emekli olduktan sonra uzak diyarların keşfini sürmeye başladı. Eskiden beri gizemli olana hep ilgisi olan Hacer, Hindistan ve Nepal’de kaybolan kültürlerin izini sürmek için zorlu yolculuklar yapıyor

  • Oluşturulma Tarihi : 02.01.2018 07:11
  • Güncelleme Tarihi : 02.01.2018 07:11
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Kayıp kültürlerin peşinde bir kadın haberinin görseli

E. ÇAĞLA GENİŞ / ÖZEL HABER

Hacer Aydın, kamudan emekli olduktan sonra kendini yollara vuran bir gezgin. “50’li yaşlarımda olsam da hala çocuk ruhluyum. Deli dolu, duyarlı bir dünyalıyım” diye bahsediyor kendinden. Kaybolmak üzere olan kültürlerin peşinden gidiyor. Gezerken boynundaki fotoğraf makinası bir an olsun yanından ayırmıyor. En çok kendini zorlayacak rotaları tercih ediyor. Adrenal olmazsa olmazı. İlk seyahatini arkadaşıyla birlikte 2004 yılında Gana’ya yaptı. Birçok ülke gezdi ama girip bir daha çıkamadığı ülke Hindistan oldu. Kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna arşınlamadığı yer kalmadı. Himayalarda 5300 metrelik zirveyi aşarken ölümden döndü. Sosyal sorumluluk anlamında da önemli işlere imza atan Aydın, Nepal Depremi’nin ardından yetim çocuklara ve depremzedelere yardım etmek için bir fotoğraf sergisi açtı. Nepal’in en uzak ve yoksul bölgelerinden olan Humla’ya yaptığı geziden çok etkilenen Aydın, insanlarının günlük yaşamlarını, inanılmaz kültürlerini fotoğraflarıyla anlatmaya çalıştı. Bu büyüleyici gezinin fotoğraflarından oluşan sergi 3 Ocak’ta Yolo Art & Lounge’da gezilebilecek.

AYAKLARI ÇIPLAK AMA MUTLULAR

Fotoğrafın gezdiği yerlerde gördüklerini insanlarla paylaşmanın en güzel yolu olduğuna ve bir fotoğraf karesinin binlerce kelimeye eş değer bir anlatı sunabileceğine inanan Hacer, “İlk fotoğraf makinemi lise harçlıklarımı biriktirerek almış ve Karadeniz’e gittiğimiz bir okul gezisinde kullanmıştım. Fotoğrafçılık alanında tarzımı belgesel fotoğrafçılığı olarak tanımlayabilirim. Daha önce Avrupa’ya gittim birçok insan gibi buralardaki tarihi yerler görmek beni mutlu etti elbette. Fakat daha sonra gittiğim yerler zamanda bir yolculuk misali sadece tarihi mimariden ibaret olmayan hayatı ve kültürünü muhafaza etmiş yerler. Örneğin, yaptığım Humla gezisinde gördüm ki insanlar hala yüz yıllardır süre gelen bir geleneğini yaşamaya devam ediyor. Bu yüzdendir ki benim bu kaybolan kültürlerin peşinden gitmemin özel bir sebebi modernleşen ve globalleşen bu dünyada kaybettiğimiz maddiyat ve yarar çıkarları pahasına geride bıraktığımız o insan değerleri aramak. Doğayla iç içe yaşayan insanların ayakları çıplak olsa da biz şehirlerde her türlü erişimi olan insanlardan çok daha mutlu ve huzurlu olduğunu gördüm. Geride bıraktığımız kaybolan kültürlerin önemini fotoğraflarımla vurgulamak beni mutlu ediyor” diyor.

22 SAATLİK ZORLU YOLCULUK

Gittiği yerlerde uzun süre kalarak insanların yaşamlarını uzun uzun gözlemleyen Hacer, yaptığı yolculukları ve unutamadığı anları şöyle anlatıyor: “2004 yılında ilk seyahatimi Afrika’da bulunan Gana’ya yaptım. 2007 ve 2015 yılları arasında ise 4 kere Hindistan, 1 kere İtalya ve yine 4 kere Nepal’e gittim. İki kez Dubai’ye gittim. Buralardaki gezilerim sadece doğayı ve insanları görmek değil onları tanımak ve anlamaktı bu yüzden gezilerimin her biri ortalama 3 ay sürdü. Sadece Hindistan’ın ne kadar büyük bir ülke olduğunu düşünürsek binlerce kilometre yol yaptığımı söyleyebilirim. Araştırmadan Hindistan’da Küçük Tibet denilen Ladakh bölgesine yolculuğa çıkmıştım. 5328 metrelik bir zirveyi aşıp gitmek gerektiği için genelde bir gece dağda çadırda konaklamalı gidiliyor. Yolda tanıştığım birkaç yabancı arkadaşla 22 saatlik bir yolculuğu tercih ettik. O 22 saatlik yolculukta 10’ar dakikalık molalar dışında hiç durmadık. 478 km’lik yolun sadece 50 km’si düzdü, ona da düz denirse. Onun dışında 4 bin, 5 bin metrelik dağ yolları o kadar kötü ki tek araba zor gidiyor; aşağısı uçurum, arkada bırakın uyumayı, kaymadan sabit durmak bile mümkün değil. Mola yerlerinde birkaç küçük çadır dışında hiçbir şey yok. Bütün yol boyunca birkaç bisküvi yiyebildik sadece. 5 bin metrelerde kar kendini gösterdi. O kadar soğuk ki sarıldığımız battaniyeler bile işe yaramadı. Kuru havadan dolayı sürekli öksürmekten artık ciğerlerimi hissedemez olmuştum. Gece 12’de Leh’e vardık. O yolculuk sonra aylarca hasta oldum. Memlekete döndüğümde hastanede yattım. Yollarda ölenleri duyunca ben yine de ucuz atlatmışım.”

DEPREMZEDE ÇOCUKLARA YARDIM ETTİ

Bir gezginin, gezerken insanların hayatlarına da dokunması gerektiğini düşünüyor. Çocukların neşeyle gülümsemesi onun en mutlu olduğu anlar. Şimdiye kadar açtığı iki sergisinin gelirini de gittiği yerlerde gördüğü ihtiyaç sahibi insanlara bağışladı. Bunların arasında Nepal’deki deprem sonrasında yetim kalan çocuklar da vardı: “Boş boş gezmektense birilerini mutlu etmek daha anlamlı geliyor bana. 20’li yaşlarımda beri birçok organizasyonda yer aldım. Bu organizasyonları genel anlamda kendim düzenledim. Ben üniversitede çalıştım. Önceleri durumu iyi olmayan öğrenciler için eşten dosttan destek alarak yardımlar ettik. Yine aynı şekilde onlarca ihtiyaç sahibi aileye yardım götürdüm. Sağ olsunlar dostlarım bu konularda bana hep el verdiler. Sonrasında mülteci çocuklar ve aileler için birçok kez yardımlarda bulunduk. Yurt dışında ise elimde çok param olmasa bile aldığım küçücük hediyelerle insanların hayatına dokunmaktan mutlu oluyorum. Bundan önceki 2 sergimin gelirini Nepal’de deprem sonrası yetim kalan çocuklar için kullandım. Gidip kendi ellerimle ne ihtiyaçları varsa temin ettik. İki serginin gelirini gittiğim ülkelerdeki insanlara ulaştırdım. Bu sergide de böyle bir şey yapmayı düşünürüm.”

ÇOK KOCALI KADINLARI FOTOĞRAFLADI

Eskiden beri gizemli olana hep ilgisi olan Hacer, kaybolan kültürlerin peşinden gitme merakını şöyle anlatıyor: “Tarihi kitapları, yazıları çok okurum. Milletlerin gelenek görenekleri ilgimi çekenlerdendir. Şimdi internet gibi devasa bir kaynak elimizde ve ben bazen ilginç bir fotoğraf görüyor ve onun arkasından gidiyorum. Kültürel anlamda beni en çok etkileyen yer son gittiğim Humla oldu. Neden bilmiyorum o dağlara ve içinde yaşayanlara öteden beri bir tutkum var. Eskiden beri rüyalarımda kendimi o dağlarda küçük bir köyde yaşıyor görürüm hep. Humla dünyanın en aykırı kültürüne sahip yerlerden biri. Nepal’in uzak ve ulaşılması çok zor olan bu vadisinde dünyanın en aykırı kültürü yaşatılmakta. Çok Kocalılık (polyandry) denen geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan bir sistem. Bu aykırı sistemde bir kadın evlendiği erkeğin kardeşleriyle de evlenmiş oluyor. Koca sayısı bazen 2 bazen 4-5 kişi olabiliyor. Kendileri yüzyıllar öncesinden bir Hint efsanesine dayandırsalar da sorunun asıl kaynağı ekonomik. Çok yükseklerde tarım arazisi yok denecek kadar az. Bu nedenle kardeşler farklı farklı kadınlarla evlenip toprağı bölmek yerine aynı kadınla evlenip toprağı ailede tutuyor. Şimdilerde gençler aşık olduklarıyla evlenme taraftarı. Bana söylenilene göre birkaç kuşak sonrası bu gelenek yok olacak gibi. Ayrıca kültürünün yanında doğaya saygılı, yaşlısına oldukça hürmetkar, komşuluk ilişkileri oldukça sıcak bu paylaşımcı halkın güzelliği beni çok etkiledi.”

DUVARLI ŞEHİR’E ZORLU YOLCULUK

2015 yılında Nepal’de izinli olarak girilen Gizli Krallık Mustang’da Tiji Festivali’nden çok etkilendiğinden bahseden Hacer, şunları söylüyor: “Arkadaşımla birlikte 7 gün çorak ve oldukça rüzgarlı Tibet platosunda her gün 6-7 saat yürüyerek 4000 metredeki Duvarlı Şehir’e varmıştık. Mustang Krallığının baş şehri LoMontang’da 3 gün süren barış festivali bir gün dilim tutulacak kadar beni etkilemişti. Festival, dayandığı efsaneye göre, insan yiyen, kuraklık ve fırtına yaratan, hayvanları ve evleri yok eden şeytan Ma Tam Ru Ta için yapılır. Rahipler üç gün boyunca dans gösterilerinde bulunurlar ve şeytanın oğlunun doğuşunu, İblisin oğlu Dhorje Shonnu’un babasına karşı amansız bir savaşa tutuşmasını, Buda’nın ülkesine dönüşünü canlandırırlar. Tiji, kötü üzerinde iyinin zaferini kutlayan bir bahar, bir yenilenme festivalidir. Mustang kraliyet ailesi ve Üst Mustang bölgesinin bütün köylüleri ritüelle bu kutsal dansa katılır. Bizim tarafımızdan bilinmese de bütün dünyada merakla beklenen bir yıl önceden rezervasyon yapılan Tiji Festivali. Duvarlarla çevrili binaların içinde, yüzyıllar boyunca her yıl gelişen eski bir Budist töreni. Üç gün süren festival bugün var olan saf Tibet kültürlerinden biri olarak tarif ediliyor. Festival boyunca efsane yeniden canlandırılır. Alan tam bir renk cümbüşü, her milletten her renkten insan vardı. Alandaki ritüel çok görkemliydi. Rengarenk giysili ve maskeli rahiplerin dansı görülmeye değerdi. Alanın aurası inanılmazdı.”

PAYLAŞMAK VE MUTLULUK ÜZERİNE

Humla fotoğraflarından oluşan ve 3 Ocak’ta Yolo Art & Lounge adlı mekanda açılacak sergisinden bahseden Hacer, “Sergim paylaşmak ve mutluluk üzerine. Humla beni gerçekten çok etkiledi ve ben o insanları fotoğraflarımla anlatmaya çalıştım. Biz modern insan paranın insanı mutlu ettiğini, ya da paralı insanın hep mutlu olduğunu düşünürüz. Sonunda kalabalıklar içinde yapayalnızızdır. Sonuç koca bir mutsuzluktur. O topraklarda hayatı kolaylaştıran hiçbir modernlik yok. Her türlü işi elleriyle yapıyorlar. Ulaşım için ayaklarını kullanıyorlar. Sularını çeşmelerden kovalarla taşıyorlar. Doğa ananın sunduklarıyla yetiniyorlar. Sanalda yaşamak yerine komşularıyla, arkadaşlarıyla, aileleriyle paylaşarak gerçek alemde yaşıyorlar. Akşamları toplanıp yanan sobanın ışığında kahkahalar eşliğinde sohbetler ediyorlar. Bizim sahip olmadığımız ya da bir zamanlar sahip olduğumuz birçok değere sahipler ve mutlular, gülüyorlar. İçlerinde yaşadığım birkaç günde gördüğüm kadarıyla mutluluk mavide, yeşilde, dağda, taşta yani doğa ve paylaşmakta aslında… Her anlamda gittiğim yerlerde insanların hayatlarına dokunmaya devam etmek istiyorum. Bir sonraki yolculuğum yine Nepal olacak. Orman içinde yaşayan ve sadece 150 kişinin kaldığı bir göçer topluluğuna ulaşıp sonrasında Pakistan’a geçeceğim” diyor.