Sayfa Yükleniyor...
Düşünür İbrahim Ülger, yaşadığımız çağın batı medeniyetinin son dönemi olduğunu belirterek, Bu nedenle bu çağ tükeniyor. Ekonomik veya teknolojik olarak gelişirken, düşünsel alanda gelişmiyor, gelişemiyor dedi
ÖZEL HABER-TANER UYANIKER
Düşünür İbrahim Ülger ile felsefeden siyasete, edebiyattan dergiciliğe kadar her konuyu masaya yatırdık.
Işığın Kaynağı doğu dizisi ile Mevlana, Şeyh Sadi-i Şirazi, İbni Haldun, Zerdüşt , Güzel Söz, Güzel Davranış, Güzel Eylem adlı 5 seri halinde çıkarttığı kitaplarıyla gündemi meşgul eden Ülger şimdilerde yeni bir roman çıkartma hazırlığı içerisinde olduğunu söyledi. Ayrıca Ülger, Çağımız sömürgeciliğinin uyguladıkları metod ve tekniklerle beraber bunlara karşı nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini ele aldığı kitabı olan Batı Barbarlığı Darwin Sapkınlığı ve Sömürgecilik de okuyuculardan yoğun ilgi görmüştü. Ülger ile sohbetimize felsefe ile başladık.
Felsefe tıkandı mı sorumuzu Ülger, İbni Haldundan örnek vererek açıkladı. Ülger İbni Haldunun bir medeniyetin ömrünün dört kuşak (dört yüz yıl) olduğunu söylediğini hatırlatarak, İbni Haldun, birinci kuşak yaratır. İkinci kuşak geliştirir. Üçüncü sürdürür. Dördüncü kuşak tüketir der. Bu düşünceye katılıyorum. Hiçbir medeniyet sonsuz değildir. Günü gelir, her şey gibi yok olur. Yeni medeniyet bu birikimler üzerinde yeni bir biçim alır. Yaşadığımız çağ batı medeniyetinin son dönemidir. Bu nedenle tükeniyor. Ekonomik veya teknolojik olarak gelişirken, düşünsel alanda gelişmiyor, gelişemiyor. Bu nedenle batı düşünürleri bile tıkanmış durumda. Düşünsel alanda gelişmediği için sürekli eskiyi tüketerek veya çatıştırarak ömürlerini sürdürmeye çalışıyorlar. Dinler savaşı bu tükenmişliğin sonucudur. İdeolojik olarak batı felsefesi yirminci yüzyılın başından itibaren tükendi. Ancak alternatifi gelişen bir düşünsel akım söz konusu değildir. Bu nedenle uzatmaları oynuyor. Düşmanlıklar üzerinde ömrünü uzatmaya çalışıyor. Milliyetçilik, dincilik ve farklı ideolojilerin düşmanlıklar üzerinde kurgulanması insanlığı büyük felaketlere sürüklüyor dedi.
DİL VE ÜSLUBUMUZ BÖLÜCÜ VE ÖTEKİLEŞTİRİCİ
Dünyanın dört bir yanının kan gölüne dönüştüğünü belirten Ülger, Bu gerçeğin olarak yeni bir düşünsel akımın gelişmesi gerektiğine inandığını ifade etti. Ülger, Yeni düşünsel çabamız sonucu ışığın kaynağı adlı düşün sanat dergisi çıkardık. Bu dergide klasik bir edebiyat dergisinin ötesinde Türkiyedeki farklı düşünceleri bir araya getirerek ortak bir paydada buluşturduk. Ülkücü, Sosyalist, Türk, Kürt, Süryani, Arap, Müslüman, Hıristiyan ayırımı yapmaksızın, çeşitli düşünsel konuları yeniden tartışmaya açtık. Mesele şiddet konusunu dosya konusu yaptık. Çünkü şiddetin temel mücadele argümanı olduğu bir yerde düşünce gelişmez. Bir sonraki sayıda dil ve üslup sorununu ele aldık. Çünkü dil ve üslubumuz bölücü ve ötekileştiricidir. Dilde yapıcılığı temel almak zorundaydık. İletişim sorununu dosya konusu yaptık. Tabularımız var bu nedenle tabuları dosya konusu yaptık. Medeniyet krizini düşünerek medeniyet sorununu tartıştık. Güç sanat konusunu işledik. Ayrıca her sayıda, ötekiler biziz diyerek, bir başka kültürü, Çingeneleri, Ezidileri, balkan göçmenlerini, Türkmenleri, Çerkezleri, Malakanları, Yörükleri işledik. Amacımız şuydu. Farklılıklarımızın zenginlik olduğuna dikkat çekmekti. İnsanlık düşünsel açıdan tükenmiş durumdadır. Yeni birleştirici bir düşünceye ihtiyaç olduğunu hepimiz kabul etmek zorundayız. Bütün kitaplarım, dergi çalışmalarım yeni bir düşüncenin gelişimine dikkat çekmek amaçlıdır. İnsanlığın yeni bir ışığın kaynağına ihtiyacı vardır. Ancak benim söylemem yetmez, toplumda bu yönlü bir talep olmalıdır. Sanırım o yönlü bir arayış vardır diye konuştu.
İNSANLIĞIN YENİ BİR SİSTEME İHTİYACA VAR
Batı sömürgeciliğinin insanlığı felaketlere sürüklediğini söyleyen Ülger, dünyanın her tarafının kan revan içinde olduğunu belirtti. Sömürgeciliğin çılgınca dünyayı sefalete ve yıkımlara sürüklemeye devam ettiğini vurgulayan Ülger şunları söyledi: Yanı başımız ateş içinde yanmaktadır. Son darbe girişimini bu paylaşım sürecinden ayrı tutamayız. İnsanlığın yeni bir sisteme ihtiyacı olduğu gibi, ülkemizin de yeni bir sistem değişikliğine ihtiyacı vardır. Bu değişim, Bit pazarında nur aramakla olmaz. Yani dinlerde eski ideolojilerde aramak yerine, toplumu birleştiren, çatışmaları sonlandıran bir sistem olmalıdır. Şu açık eski düzen yürümüyor. Bunun alternatifi de dinler değildir. Evet, dinler insanlığın ortak mirasıdır ama eskimiştir, zarar vermektedir. Türkiye gerçeğini dikkate alarak bir sistem şekillenmeli, milliyetçi ve ideolojik yaklaşımlar bölücü rol oynamaktadır.
AYDINIMIZ BATIYI SADECE TAKLİT ETMİŞTİR
Modern Türk edebiyatını da değerlendiren Ülger, kendimize has bir düşünceye sahip olmadığımız için, kendimize has bir edebiyat akımından da söz edemeyeceğimizi söyledi. Ülger, Bizim fikir adamlarımız batı veya doğudan esen rüzgarlara göre yön belirlemektedir. Oysa zengin bir tarihi mirasın torunlayız. Sümerlerden bu yana sayısız medeniyetler yaşamış bu coğrafyada, hepsine sahip çıkmalı, günümüze uygun bir model geliştirmeliyiz. Bu nedenle edebiyatımız maalesef güdük durumdadır. Yaşar Kemal, Kemal Tahir gibi yerel edebiyatçılar bir çaba içinde olmuş olsa da, oryantalist batı aydınımız batıyı sadece taklit etmiştir. Geri kalanları da, Arap yarım adasındaki gericiliğinin etkisinde kalmış, taklitlerin ötesine geçememişlerdir dedi.
EDEBİYATI SÜSLÜ LAFLARDAN İBARET GÖRÜYORLAR
Dergiciliğin toplumsal aydınlanmada ki önemini sorduğumuz Ülger, bu konuda dergiciliğin ne amaçla yapıldığının önemli olduğuna değinerek, iki tür dergicilik olduğunu söyledi. Ülger, Bunlardan birisi ideolojiktir. Bir ideoloji kendi amaçları doğrultusunda fikirlerini yaymaya çalışır. Bu dini olabilir veya milliyetçi ya da ideolojik amaçlı olabilir. Bunların Türkiyeyi bir bütünlük içinde görmek yerine, kendi fikirlerine dayatma amaçlıdır. Çoğu da devleti ele geçirmeyi amaçlamış, yukardan aşağıya topluma yön vermeye çalışmışlardır. Doğan Avcıoğlu bu akımın devletçi kanadını temsil etmektedir. Bunun sol ve sağ versiyonları olmuştur. İkinci akım, batı sömürgeciliğini Türkiyede yayma amaçlıdır. Ünlü birçok dergiyi bu kapsam içinde değerlendirebiliriz. Biz ışığın kaynağı ile üçüncü bir yol izledik. Ne devlet karşıtı olduk ne de devletin yalakası, onu öven yücelten bir tarz izledik. Kimseye düşman olmadık, kimseyle rekabete girmedik. Her farklılığa saygı duyduk. Zenginlik olarak gördük. Son yıllarda bir başka dergi akımı var ki, bunları dergi sayabilir miyiz bilmiyoruz. Edebiyatı süslü laflardan ibaret gören, içeriği boş, biçimi abartan ucube bir tarz yaygın hale geldi. Ticari amaçla veya küçük hesaplarla çıkan dergileri de bu çerçevede ele alabiliriz şeklinde konuştu.
FELSEFİ, PSİKOLOJİK BİR ROMAN!
Kısa bir zaman içerisinde ilk romanıyla okuyucu karşısına çıkmaya hazırlanan Ülger, felsefe ve romanı nasıl birleştirdiğini anlattı. Ülger, Yaşam bir bütündür. İnsan küçük bir dünya, dünya ise büyük bir insandır diyor bir düşünür. O halde hayat bir bütünse, felsefe, tarih, sosyoloji, antropolji, roman, şiiri de bir felsefi bütünlü içinde ele almak zorundayız. 1990 yıllarda, Dağlarda yükselen çığlık adlı bir roman yazmıştım. Araya birçok iş girdi, kaybetmiştim. Tesadüfen yeniden buldum ve yeniden düzenleyerek yazdım. Kitapta bir militanla, askerin çatışmasını anlatıyorum. Ancak bu çatışmayı daha çok iç sorgulamalar tarzında yapmaya çalıştım. Bu nedenle bu romanımda kendi tarzında bir ilk, klasik romanlara benzemiyor. Felsefi, psikolojik bir roman diyebiliriz dedi.
BİLGİ KİRLENME ÇAĞINDA YAŞIYORUZ
Gençlerin okumayla haşır neşirliğini sorduğumuz Ülger Gençlerin okuduğunu çağımızın bilgisizlik çağı değil ama bilgi kirlenme çağı olduğunu ifade etti. Ülger, Herkes her konuda haberdar ama hep manipüle edilmiş bilgilerle insan beyni çöplüğe dönüşmüş durumdadır. Bu kirli, bilgilerin içinde gerçeği yakalamak güçtür ama zor değildir. Diyorum ki herkesin kendisini bir miktar inzivaya çekmesi lazım. Kendisiyle hesaplaşmalı, bilmediğini bilerek işe başlamalıdır. Bu tarz deneyenler kendi yolunu bulur diye konuştu.
İbrahim Ülger Kimdir?
1963 doğumluyum. Ülkemizin kuruluşundan bu yana hiç darbe eksik olmadı. Bu nedenle 1980 yılında daha 17 yaşında, lise öğrencisiyken, devletimizin hışmına uğradım, uzun ve ağır işkenceler gördüm. Üç yıla yakın hapis yattım. Gençliğimden bu yana düşün, sanat alanlarına olan ilgimden ötürü bu alanlarda yoğunlaştım. Sonraki süreçlerde, siyaset yaptım. Bu kez yaptığım üç dakikalık bir konuşmadan ötürü, bir kez daha devletin hışmına uğradım. Her konuşmam bir milyara tekabül etmeli ki, üç milyar para cezası, on ay hapis cezası aldım. (Konuşmalarımın tek kıymetini bilen devlet olmalı ki, her dakikasına bir milyar ceza verdi.) Bu kez sürgün hayatım başladı. Fransada dört yıl kadar zorunlu sürgün yaşadım. Sonraki yıllarda genel gidişata yönelik yeni bir düşüncenin gelişmesi gerektiği konusunda yoğunlaştım. Bu nedenle, Batı Barbarlığı, Darwin Sapkınlığı sömürgecilik adlı kapsamlı batı tarihinin eleştirisini kapsayan bir kitap yazdım. Akabinde, küreselleşme adlı bir kitap yazdım. Peşinde, Işığın Kaynağı Doğu serisiyle, doğulu düşünürleri felsefi açıdan ele alan kitaplar yazdım. Gılgamış, Mevlana, Şeyh Şadi Şirazi, İbni Haldun, Zerdüşt adlı kitaplar bu seriyle yayınlandı. Aynı serinin devamı niteliğindeki firdevsi adlı kitabım yayına hazır durumda. Ayrıca, yaşam öykümü Yalnızlık yolculuğu adı altında hikaye tadında, Türkiyenin sosyal, ekonomik, politik yapısını felsefi bir tarzda kimi zaman psikolojik çözümlemeler yaparak hazırladım. Yayına hazır durumda. Yine birçok düşünsel felsefi çalışmalarım var.
İbni Haldun kitabından bir kesit
Hükümdar, vezirini zindana attırdı. Vezir yıllarca zindanda kaldı. Oğlu da kendisiyle birlikteydi, orada büyüdü. Çocuk, biraz bir şeyler kavrayacak çağa, ergenlik çağına gelince, yediği etleri sordu. Babası da 'bu etler koyun etidir!' diye karşılık verdi. Çocuk bu kez, 'koyun ne tür hayvandır?' diye sordu. Babası, nitelikleriyle ve özellikleriyle anlattı koyunu. Ama, çocuk: 'baba ben öyle sanıyorum ki, koyun dediğin fare gibi bir şeydir' diye düşüncesini belirtti. Babası: 'hayır!' deyip karşı çıktı; koyunla farenin bir olamayacağını anlatmaya çalıştı ama boşuna... Baba; deveyi ve sığırı anlatmak isterken de, çocuk, hep fareye benzetti, bu hayvanların da fareye benzediklerini sandı. Çünkü, hapishanede, hayvandan yalnızca fare görmüştü ve tüm hayvanların faregillerden, farenin çocukları olduklarını sanıyordu!...
Haber Merkezi