- Yaşam
- 13.12.2025 10:29
Savaşın, göçün ve krizin ağırlığı ruhumuzda; genlerimizde değil
“Her stres bir travma değildir. Stres kalıcı mutasyon yapmaz ve genleri yeniden yazmaz” diyen Uzman Psikolog Psikodramatist Merve Ulcay, savaş, göç, ekonomik kriz gibi kronik streslerin ruh sağlığında derin etkiler bıraktığını belirtti
- Oluşturulma Tarihi :
- Güncelleme Tarihi :
- Kaynak : SULTAN GÜMÜŞ KAYA
Uzman Psikolog Psikodramatist Merve Ulcay, stresin sıkça yanlış anlaşılan ‘genetik etki’ kavramını bilimsel bir çerçeveye oturtuyor. Ulcay’a göre stres, DNA dizisini değiştiren kalıcı bir mutasyon yaratmıyor; ancak genlerin nasıl okunduğunu etkileyen epigenetik işaretler bırakabiliyor.
“Stres kalıcı mutasyon yapmaz ve genleri yeniden yazmaz” diyen Ulcay, her stresin bir travma olmadığını, travmanın ise bireyin psikiyatrik hastalıklara yatkınlığını artıran daha derin bir biyolojik ve psikolojik süreç olduğunu belirtiyor. Türkiye’de savaş, göç, ekonomik belirsizlik ve kronik stres faktörlerinin ruh sağlığı üzerindeki etkilerine dikkat çeken Ulcay, epigenetik değişikliklerin tersine çevrilebilir olduğunu ve psikoterapi ile yaşam tarzı müdahalelerinin bu süreci olumluya çevirebileceğini vurguluyor.

STRES KALICI MUTASYON YAPMAZ
Öncelikle genetik stres kavramını anlatan Ulcay, şunları aktardı: “Stres DNA dizisini değiştirmez, ancak DNA'nın nasıl okunduğunu ve ifade edildiğini değiştirir. Bu tamamen epigenetik bir süreçtir ve bu ayrımı yapmak bilimsel doğruluk açısından kritik önem taşır. Genetik, genlerin, genetik varyasyonun ve canlı organizmalardaki kalıtımın incelenmesidir; basitçe DNA dizisinin kendisidir. Epigenetik, DNA dizisindeki değişiklikler yerine kromozomdaki değişiklikler yoluyla meydana gelen, kalıtsal ve kararlı gen ifadesi değişikliklerinin incelenmesidir. Epigenetik değişiklikler tersine çevrilebilir, DNA dizisi değişmez. Özetle stres kalıcı mutasyon yapmaz ve genleri yeniden yazmaz. Stresin genetik olarak etkilediğini söylemek şu an için mümkün değil. Ancak stres epigenetik işaretler bırakabilir ve gen aktivasyonunu etkileyebilir.”

HER STRES BİR TRAVMA DEĞİLDİR
Genetik stresin, bireylerin ruh sağlığı ve davranışları üzerinde nasıl etkiler yarattığını ele alan Ulcay, “Stresle ilişkili epigenetik değişiklikler özellikle uzun süreli veya erken yaşamda yaşanan psikososyal stres faktörlerine bir yanıt olarak ortaya çıkar ve bireyin stres tepkisi, nörogelişimsel süreçleri ve psikiyatrik hastalıklara yatkınlığı üzerinde etkiler bırakabilir. Belki bu noktada stres ve travma arasındaki farka da değinmek gerekebilir. Her stres bir travma değildir. Stres ve travma, biyolojik tepkilerde kesişse de bilimsel ve klinik açıdan aralarında kritik farklar vardır. Stres, organizmanın başa çıkma kaynaklarını zorlayan, normal bir tehdide karşı verilen fizyolojik yanıttır; bu tepki genellikle stresör ortadan kalkınca geri döner. Buna karşın travma, bireyin başa çıkma kapasitesini tamamen aşan, dehşet ve çaresizlik yaratan şiddetli bir olay sonucu ortaya çıkar. Stres, geçici Kortizol artışıyla karakterizeyken, travma beynin duygusal ve hafıza merkezleri arasındaki bağlantıyı bozar ve olay işlenmeden donmuş kalır. Travma, sadece tek bir olay olmak zorunda değildir; uzun süren, kronik stres de travmaya neden olabilir. Travma, tedavi edilmediği sürece TSSB gibi patolojilere yol açabilir” bilgisini paylaştı.

SAVAŞ, KAYIP, ZORLU GÖÇ…
Bu konuda Türkiye’den örnekler veren Ulcay, “Özellikle Suriye, Afganistan gibi ülkelerden gelen göçmen ve sığınmacı popülasyonlar, savaş, kayıp ve zorlu göç süreçleri gibi yoğun travmalara maruz kalmıştır. Türkiye'de yapılan klinik çalışmalarda, mülteci gruplar arasında TSSB ve majör depresyon oranlarının genel popülasyona göre çok daha yüksek olduğu görülmektedir. Yüksek enflasyon, ekonomik belirsizlik, adalet sistemine olan güvensizlik gibi kronik stresler, Türkiye'deki geniş bir nüfusu etkilemektedir. Bireyde geleceğe dair kaygı seviyesinin artmasına sebebiyet vermektedir” dedi.

ESNEK VE ÇEVREYE DUYARLI BİR SÜREÇ
Travmanın sonraki nesillere hem psikolojik hem de biyolojik yollarla aktarılabileceğini kaydeden Ulcay, “Bu aktarım, epigenetik değişiklikler, ebeveynlik tutumları ve çevresel faktörlerin birleşimiyle gerçekleşir. Epigenetik değişikliklerin bir sonraki nesle aktarılıp aktarılamayacağı, bilimde halen yoğun olarak araştırılan ve tartışılan bir konudur. Stresle ilişkili epigenetik işaretlerin kalıtımsal yollarla aktarılması, nesiller arası epigenetik kalıtım olarak incelenen karmaşık bir alandır. Stresle ilişkili epigenetik değişikliklerin birincil ve en iyi belgelenmiş yönü, yaşam deneyimlerine bir yanıt olarak ortaya çıkmalarıdır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndaki kıtlıklar (Açlık Kışı) veya travmatik olaylar yaşayan ebeveynlerin çocuklarında, metabolizma ve stres tepkisiyle ilgili genlerde epigenetik değişiklikler olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır. Stresle ilişkili epigenetik değişiklikler, esnek ve çevreye duyarlı bir süreçtir, ancak taşıdığı işaretler kalıtımsal olarak da bir sonraki neslin gen ekspresyonunu etkileyebilir” değerlendirmesinde bulundu.
HAVA KİRLİLİĞİ, GÜRÜLTÜ
Peki, Türkiye’deki modern yaşam tarzı, şehirleşme, iş ve eğitim stresi gibi faktörler genetik stresi artırıyor mu? Ulcay, soruyu şöyle yanıtladı: “Stresle ilişkili epigenetik değişiklikleri etkileyen birçok yaşam koşulu sayılabilir. Artan hava kirliliği, gürültü ve trafik yoğunluğu, vücutta oksidatif stres seviyelerini yükseltir. Kalabalık, gürültü ve sürekli rekabet ortamı, bireyin sinir sistemini sürekli yüksek alarm durumunda (sempatik aktivasyon) tutar. Bu durum, uyku kalitesini düşürür ve HPA (Hipotalamus-Hipofiz-Adrenal) aksını sürekli yorarak epigenetik disregülasyona yol açar.”
KADER OLMAKTAN ÇIKARILMALI
Çocukluk travmasının psikolojik olarak psikopatolojinin önemli risk faktörlerinden biri olarak kabul edildiğini kaydeden Ulcay, “Çocukluk çağı olumsuz yaşantılar, çocuk istismarı ve ihmali, aile çatışması, zayıf ebeveyn/çocuk ilişkileri, düşük sosyoekonomik durum veya aşırı yoksulluk dahil olmak üzere, yaşam boyu bağışıklık ve epigenetik yolları üzerinde olumsuz etki yapabilir. Ancak kalıcı etki bırakır diyemeyiz. Epigenetik değişiklikler tersine çevrilebilir olduğu için, bu durumu bir kader olmaktan çıkarıp aktif bir müdahale alanı haline getirmek mümkündür… Şu anki yaşadığımız toplum, oldukça stresli ve kaygıyı tetikleyici bir ortam. Sosyal, ekonomik, politik olarak yüksek stres faktörleri oluşturacak birçok sorun yaşanmakta. Anormal bir duruma verilen anormal bir tepki oldukça normaldir diyebiliriz” yorumunda bulundu.
EN BELGELENMİŞ AKTARIM
Psikososyal aktarımın en belgelenmiş aktarım olduğunu hatırlatan Ulcay, “Anne babaların yaşadığı yoğun stres çocuklarına karşı davranış ve tutumlarını önemli ölçüde etkilemektedir. Ebeveynler kaygılı, aşırı korumacı, sabırsız veya duygusal olarak erişilemez olabilirler. Bu ortamda büyüyen çocuklar, dünyayı güvensiz ve öngörülemez bir yer olarak kodlar. Bu durum, çocuğun duygusal düzenleme becerilerinin gelişimini bozar. Böylece çocuklarına aktarılmış olur. Ancak çocuklarına sadece psikolojik kaygılar olarak değil, aynı zamanda biyolojik olarak hassaslaşmış bir stres tepki sistemi şeklinde de aktarılabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu miras bir kader değildir ve psikoterapi ile yaşam tarzı müdahaleleriyle bu epigenetik etkiler tersine çevrilebilir” dedi.
POLİTİK DÜZENLEMELER
Genetik stresin etkilerini azaltmak veya önlemek için Türkiye’de uygulanabilecek psikolojik veya yaşam tarzı müdahaleleri anlatan Ulcay, şunları ekledi: “Psikoterapi, güçlü sosyal destek ve sağlıklı yaşam tarzı gibi kapsamlı müdahaleler, biyolojik sistemlerdeki disregülasyonu düzelterek ve nöroplastisiteyi destekleyerek, stresin yol açtığı epigenetik olumsuzlukları tersine çevirme ve bireyin stres direncini kalıcı olarak artırma potansiyeline sahiptir. Bu nedenle psikoterapiye erişimi kolaylaştıracak ekonomik ve politik düzenlemelerin yapılmasını önemli buluyorum.”
PSİKOLOJİK GÜÇLENME SAĞLAR
Türkiye’de halkın genetik stres konusunda bilinçlenmesinin neden önemli olduğunu ve bu konuda neler yapılabileceğini de söyleyen Ulcay, son olarak “En büyük önem, stresin yol açtığı rahatsızlıkların kaçınılmaz bir genetik kader olduğu inancını kırmaktır. Epigenetik işaretlerin tersine çevrilebilir olduğunu öğretir. Birey, yaşadığı zorlukların yaşam tarzı, sosyal ilişkiler ve psikoterapi aracılığıyla bu işaretleri olumlu yönde değiştirebileceğini öğrenir. Bu, çaresizlik yerine psikolojik güçlenme sağlar. Neler yapılabilir kısmına gelecek olursak; hükümetler ve yerel yönetimler, ekonomik güvensizlik ve erken yaşam travması gibi kronik stres faktörlerini azaltmaya yönelik politikalar geliştirmelidir. Psikoterapiye erişimi kolaylaştıracak düzenlemeler yapılmalıdır. İlkokuldan başlayarak stresle baş etme yolları eğitim sistemine entegre edilmeli ve bunun yanı sıra sosyal bağların ve fiziksel aktivitelerin önemi konusunda toplum bilinçlendirilmelidir. Stres faktörlerinin etkileri hakkında bilgi sahibi olmak, bireyi çaresizlikten kurtararak, bu etkilerin tersine çevrilebilir olduğu bilgisiyle hem umut hem de yaşam kontrolünü ele alma sorumluluğu verir” mesajını verdi.
Kaynak : SULTAN GÜMÜŞ KAYA