Suriye'den gelen "Misafir"

Uzun yıllar zor coğrafyalarda fotoğraf çeken Kerem Yücel, savaşın başından beri Suriyeli mültecilerin ülkelerini terk edip Türkiye'de sığındıkları bölgelerde yaşamlarını fotoğraflıyor


  • Oluşturulma Tarihi : 19.05.2016 07:03
  • Güncelleme Tarihi : 19.05.2016 07:03
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Suriye'den gelen

E. ÇAĞLA GENİŞ

Ülkelerindeki iç savaş sebebiyle yerlerinden olan ve yeni umutlarla Türkiye'ye sığınan mültecilerin yaşadığı zor şartlara tanıklık eden Kerem Yücel, savaş başladığında Suriye’de bulunuyordu.

Yücel, 6 sene boyunca sınır boyunca çeşitli bölgelere yerleşen mülteci aileleri takip ederek, yaşamlarını fotoğrafladı ve hikayelerini dinledi. Daha önce farklı yerlerde sergilenen fotoğraflar, Nisan ayında Can Yayınları tarafından “Misafir” adıyla basıldı. Her fotoğraf karesinin ayrı bir dramı anlattığı ve Suriyeli mültecilerin yeni hayatlarını gözler önüne seren kitaptaki bilgilendirme bölümü ise Serdar Korucu'ya ait. Kerem Yücel ile Suriye’den kaçıp Türkiye’ye sığınan insanların nerede, nasıl yaşadıklarının tanığı olan “Misafir” kitabını konuştuk: “Biz üç günden sonra misafiri sevmeyen bir halkız. Üç günden sonra istemedik Suriyelileri.”

MAKİNAMI BIRAKIP KOLİLERİ YÜKLENDİM

O güne kadar Kerem Yücel’in Suriye’den kaçanlara mesafesi bir fotoğrafçı olarak otele döndüğünde bitiyordu. Yağmur, çamur... Ama sonrasında sıcak bir kahve, sıcak bir duş ve otel odası. Ondan istenen, hikayeleri ve yaşananları fotoğraflamasıydı. Fakat o gün çamurun içinde çuvalın üzerine üç tane koliyi koymuş çekmeye çalışan on yaşlarında bir çocuk gördü ve kitabın hikayesi başladı: “Fotoğraf makinemi bırakıp kolilerden ikisini ben yüklendim. Onunla birlikte sığındıkları eve kadar çamurun içinde ve uzunca bir yolu yürüdüm. Bir ev bile diyemeyeceğim kerpiçten binanın kömürlüğünde bekleyen insanların yanına vardık. Dağ gibi bir adam yardım paketini görünce ağlamamak için kendini zor tuttu ve eridikçe eridi. O gün benim fotoğrafçılığımın otel odasına dönene kadar bitmediğini anladım. Benim fotoğrafçılığım her biri bana umutlarını ve hayallerini anlatıncaya kadar ve benim kim olduğumu, nereden geldiğimi ve onlardan ne alıp ne verebileceğimi öğreninceye kadar devam edecekti.”

ONLARIN SESİNİ BİRİ TAŞIMAK ZORUNDA

Kerem Yücel’in savaş başladığı sırada Suriye’de olması tamamen bir tesadüftü. Atlas Dergisi’nin başka bir işi için orada bulunuyordu. Savaş başlayınca bölgeden kaçan aileleri takip etti, yaşananları fotoğrafladı. Yücel, çektiği fotoğraflarla ailelerin hayatlarını değiştirmeyi amaçlamıyor; bunun bir kandırmaca olduğunu düşünüyor. Ama çektiği fotoğrafları gören bir kişinin bile yaşanan drama bakış açısının değişmesini bir kazanım olarak görüyor: “Sınırda upuzun kuyruklar, sıralarda bekleyen insanlar ve yağmur çamur içerisinde yardım paketlerini düşe kalka kendi çadırlarına götürürken fotoğraf çekiyor olmaya devam ediyorum. Bununla ilgili hiçbir zaman rahatsızlık duymuyorum. Hatay taraflarında 21 günlük ikiz bebekler vardı, bir bebek donarak öldü. Onun fotoğraflarını çekerken birçok kişi bana tepki göstermişti. Birçok insanın oradaki koşulları bilebilmesi için bazen bu kadar acı hikayeler olması gerekiyor. Bu benim işim; en acılı durumlarında bile onların sesini biri taşımak zorunda. Bazısı bunu yazarak yapar; bazısı fotoğraflaya da videoyla…”

DİNLEDİĞİM HER ŞEY HEYBEME BİR YÜKTÜ

Yücel’in, başlarda dinlediği hikayeler arasında hep gözyaşı vardı. “Biz bir hafta önce kaçtık; tepemize bombalar düşüyordu, sniper vurdu, karım kör oldu, bacağım koptu…” gibi hikayeler dinledi. Savaş başladıktan sonra ne olacağı hakkında hiçbir bilgisi olmayan endişeli gözler gördü. Aradan zaman geçince, “Acaba nereye gidebiliriz, ne yapabiliriz? Burada ne kadar kalabiliriz?” diye soran yüzler görmeye başladı. “Yardım alamıyoruz, kirayı nasıl vereceğiz?” diyenler… Sonra aynı ailelerin Avrupa’ya geçme umudu başladı. Yücel, ailelerin yanına son gidişinde yüzlerindeki ifadeler ve evlerdeki eşyaların hepsinde bir değişme olduğunu anlatıyor: “Geriye dönme umudu neredeyse kalmamış gibiydi. İleriye gitme umudu da yok. Arada bir yerdeler. Çalışmaya ihtiyaçları var ama ne yapabileceklerini onlarda bilmiyorlar. Dinlediğim her şey benim heybeme bir yüktü. Birazını kitaba boşalttım.”

ÇUVALIN İÇİNDE BAYAT EKMEKLER…

Kitapta savaşın yok ettiği hayatlara dair çarpıcı hikayeler ve fotoğraf kareleri yer alıyor. Yaptığı çekimler sırasında tanık olduğu hayatların bir çoğu Yücel’i etkilemiş olsa da elindeki çuvallarla sınırdan yeni giriş yapan o kadının hikayesini unutamıyor: “Bir kadın elinde bir çuval… Sınırdan geçerek az önce gelmişti. Ona, Kilis taraflarında güvenli bir ev bulmuşlar. Elinde hiç bırakmadığı bir çuval var; içinde bayat ekmekler. O kadar büyük bir acı yaşamış olmalı ki bu insan... Ona bir yemek sunsan bile o çuvalına atıyor. O kadar uzun zaman kalmış ki halen bulduğu her ekmeği bir gün aç kalırım diye saklıyor. Bir diğer çantası da torunlarının kıyafetleriydi. Bu hikaye ve kadın benim unutmayacağım şeylerden biriydi. Hayat bu kadar gerçek.”

BURADAYIZ ARTIK, BURADA ÖLECEĞİZ

Yücel, takip ettiği ailelerle bağlarını hiç koparmadı.Ailelerin anlattığı hikayeler, ona bir cesaret ve sorumluluk yükledi. Hapse girdiklerinde ona yazdılar. Birinin ölmeden Avrupa’ya varmasına mutlu oluyordu. Başka biri ise çocuğu olunca haber veriyordu. En son 1 ay önce ziyaret ettiği Suriyeliaile de onlardan biri.Baba yönetmen, karısı ise Şam’da devlet televizyonunda senarist. Savaşın ardından ailenin bir çocuğu hapse girdi. Diğeri ise botla karşıya geçmeyi başardı ama 18 yaşından büyük olduğu için ailesini yanına alamayacak: “Ailesini bir daha göremeyecek. Ben oradayken Skype üzerinden bir görüşme yaptılar. Bundan sonra bir araya gelemeyeceklerini görmek çok üzücüydü. Cina’da ise umut vardı. İmkan verilirse Almanya’da üniversite okuyabileceğini iyi derece İngilizce konuştuğu için kolay adapte olabileceğini düşünüyordu. Baba her zaman çok neşeli biriydi ama en son görüştüğümde, ‘Artık ne Cina’yı görebileceğim, ne o bizi görecek; bitti artık. Suriye’ye dönemeyiz. Buradayız artık ve burada öleceğiz; o da bizi bir daha göremeyecek’ dedi. Bunun gibi diğer aileler de umutlarını yitirmişlerdi.”

KAMPLARDA KİMSEYİ BARINDIRMAK MÜMKÜN DEĞİLDİ

Yücel, Türkiye’nin mültecilere yönelik politikalarını ise dalgalı ve değişken olarak yorumluyor: “Ama Türkiye, çok yol kat etti. İlk gittiğimde gördüğüm o kamplarda kimseyi barındırmak mümkün değildi. İnsani hiçbir şey yoktu. Binlerce kişiye 2-3 tane duş ve tuvalet düşüyordu. Başka ülkelerle kıyaslarsak kamplar şuan çok daha iyi durumda. Ama Türkiye’de yönetimsel ve girişleriyle ilgili bir problem var. Biz onlara Türkiye’de bir gelecek sunamadık. Yarın için bir garanti veremedik. Barınma hakkını belli kamplarda yaşayanlar için olabilecek en iyi hale getirdik. Ama aradan 6 sene geçti. Artık başka bir şey verilmesi lazım. Avrupa’dan söz etmek bile istemiyorum. Mültecilerle her konuştuğumda Avrupa sizi kabul edecek diye kendimce onlara bir telkinde bulunuyordum. Sonra bir anda kapılar açıldı. Binlerce insan gitti, onlar adına sevindim. Şimdi ise hepsi geri gelecek. Yolda giderken boğulanlar var. Bu kötü bir politikaydı, kötü bir oyundu.”

KEREM YÜCEL KİMDİR?

2006 yılından beri foto muhabiri olarak çalışan Kerem Yücel’in kareleri yerli ve yabancı pek çok ajansın, gazetenin ve derginin yayınlarında yer aldı. Yücel bunların yan sıra Birleşmiş Milletler (UN), Avrupa Birliği İnsani Yardım Organizasyonu (ECHO), Diakonie- Malteser- Help, JICA ve Hayata Destek Derneği (STL) gibi uluslararası yardım örgütleri için çalışmaya devam eden Kerem Yücel, Orta Asya, Afrika, Ortadoğu, Arabistan yarımadası ve Kafkaslar da Atlas dergisi ve yabancı dergiler için fotoğraflar çekti. “Sosyal, kültürel ve çevre konuları” üzerine fotoğraflar çekmeye devam eden Kerem Yücel, geçtiğimiz aydan bu yana Atlas dergisinin fotoğraf editörü olarak görev yapıyor.

Haber Merkezi