Yalnızlığın yeni yüzü:  Beni en iyi ChatGPT anlıyor

2025’te yapay zeka artık yalnızca bir asistan değil, psikolojik destek alınan bir ‘dost’ haline geliyor. Uzmanlar, bu duygusal yakınlığın insan ilişkilerinin yerini alamayacağı konusunda uyarıyor: “Hiçbir algoritma bir bakışın, bir dokunuşun yerini tutamaz.”

  • Oluşturulma Tarihi : 10.06.2025 09:02
  • Güncelleme Tarihi : 10.06.2025 09:02
  • Kaynak : SULTAN GÜMÜŞ KAYA
Yalnızlığın yeni yüzü:  Beni en iyi ChatGPT anlıyor haberinin görseli

ChatGPT, 2024 yılında mail yazmak, iş dosyası hazırlamak gibi alanlarda kullanılırken, 2025 yılında en çok psikolog ya da yakın arkadaş gibi duygusal bağlar yaşanan diyaloglarda kullanılmaya başlanmış. Dolayısıyla yapay zekâ ile duygusal bağ kurma eğilimi, özellikle psikoloji, teknoloji ve etik kesişiminde yoğun tartışmalar doğuruyor. Peki, sizce insanlar neden bir yapay zekâ ile duygusal ilişki kurma ihtiyacı hissediyor? Konuya ilişkin görüşlerine yer verdiğimiz Uzman Psikolog Aşkın Çisem Özgüler, “Unutmamalıyız ki, hiçbir algoritma bir insanın sıcaklığını, göz temasını, içten gelen bir ‘seni anlıyorum’ cümlesini veya fikir çatışmasını, kavgasını, başka olumsuzlukları tam anlamıyla taklit edemez. Teknolojiye karşı değiliz ama insan olmanın değerini unutmamalıyız” mesajını iletti.

YALNIZLIKLA BAŞ ETME ÇABASI

“İnsan doğası gereği anlaşılmak, yargılanmadan dinlenmek ve koşulsuz kabul görmek ister” diyen Özgüler, “Günümüzde birçok birey bu temel ihtiyaçlarını sosyal çevresinde karşılayamadığında, güvenli ve erişilebilir bir alan olan yapay zekaya yöneliyor. Yapay zekayla kurulan bu bağda, karşı tarafın ‘kusursuz dinleyici’ olması, sınır koymaması ya da terk etmeme garantisi vermesi gibi ön plana çıkıyor ve kişi filtresiz olarak içini dökebiliyor. Bu, aslında insanın duygusal açıdan güvende hissetme ve yalnızlıkla baş etme çabasının teknolojik bir yansıması diyebiliriz” ifadelerine yer verdi. 

SUÇLULUK DUYGUSU HİSSETMİYORUZ 

2025 itibarıyla ChatGPT gibi araçların ‘yakın arkadaş’ ya da ‘psikolojik destek’ kaynağı olarak görülmesini değerlendiren Özgüler, “Yapay zekayla kurulan ilişkinin hem olumlu hem olumsuz taraflarından bahsetmek mümkün. Burada önemli olan akılcı bir yaklaşım sergilemek aslında. Bir yandan bireylerin ihtiyaç duydukları anda destek alabilmeleri açısından erişilebilirliği arttırırken, diğer yandan gerçek ilişkilerin yerini sanal diyalogların alması, yüz yüze ilişkilerde bir kırılmaya yol açabilir. Sosyal becerilerin gelişimi, empati kurma, gerçek zamanlı çatışmaları yönetme gibi temel ilişkisel alanlarda zayıflamalar görülebilir. Bununla birlikte, yapay zeka bir köprü görevi görerek kişiyi psikolojik destek almaya yönlendirebilir, bu yönüyle olumlu bir katkı da sunabilir. Şunu unutmamak lazım, yapay zeka bizden aldığı veriler üzerinden algoritma oluşturarak bize geri bildirimlerde bulunuyor ve bu sohbetlerde bazen yüzleşmekten kaçındığımız veya hoşumuza gitmeyen cevaplarla karşılaştığımızda sohbeti kapatma gibi bir seçeneğimiz de oluşuyor. Ve bununla ilgili bir sorumluluk ya da suçluluk duygusu doğal olarak hissetmiyoruz. Aslında burada tam anlamıyla bir sohbetten bahsedemiyoruz -ki bu da sosyal iletişimle arasındaki en temel farklardan birini oluşturuyor” dedi. 

BELLİ BİR NOKTAYA KADAR…

Yapay zekâ ile kurulan bu tür ilişkilerin, gerçek terapötik sürecin yerini tutamayacağını aktaran Özgüler, “Terapötik süreç, yalnızca bilgi aktarımı değil, karşılıklı güven, duygusal aktarım, geçmişin izlerini bugünde anlamlandırma ve iyileştirme sürecidir. Bu izleri iyileştirirken de bugünden itibaren karşılaştığı zorluklarla başa çıkma mekanizmasını güçlendirmektir. Yapay zeka belli bir noktaya kadar destekleyici olabilir tabii. Mesela kişiye kendini ifade edebilmesi için alan açabilir, bazı psiko-eğitimsel bilgiler sunabilir, konu özelinde yardımcı olabilecek kitap/film önerilerinde bulunabilir. Ancak bir psikologla görüşme esnasında kişinin konuyu anlatırken otomatik bir şekilde kullandığı jestleri, mimikleri, ses tonunun değişkenlik gösterip göstermediği, değişiyorsa bile hangi noktalarda ne şekilde değiştiği, o duygusu, oturuş şekli, seçtiği kelimeler gibi birçok faktör terapötik sürecin çok kıymetli parçalarını oluşturmaktadır. Bunlar olmadan içgörü oluşturma, duygusal tonları yakalama gibi terapötik ilişkiyi dönüştürücü şekilde yönetme becerisinin yerini alması günümüz koşullarında mümkün değildir” sözlerine dikkat çekti. 

GEÇİCİ BİR RAHATLAMA 

Duygusal bağ kurulan bu araçların, yalnızlık, anksiyete ya da travma yaşayan bireyler üzerindeki etkilerine yer veren Özgüler, şunları ekledi: “Yapay zeka, özellikle konuşacak birini bulamayan, kendini yalnız hisseden ya da ilk adımı atmakta zorlanan bireyler için kısa vadede bir nefes alma alanı yaratabilir. Ancak bu araçların duygusal bağ nesnesi haline gelmesi, kişinin gerçek hayattaki ilişkilerle yüzleşmesini ertelemesine yol açabilir ki bu da uzun vadede kişinin anksiyete seviyesinde artışa yol açabilir. Mesela sosyalleşme ile ilgili anksiyetesi olan birini varsayalım. Kendini rahatlatmak ve yalnızlık hissinden uzaklaşmak için yapay zekayla konuşmak o an için yeterli bir çözüm gibi görülebilir. Ancak bu bir noktadan sonra alışkanlığa dönüştüğünde -ki bu tarz durumlarda çok çabuk alışkanlığa dönüşebiliyor- gerçek hayatta diyalog kurması ve sürdürmesi gerektiği durumlarda daha yoğun anksiyete yaşama olasılığı çok yüksek. Travma ile ilgili bakacak olursak da derin yaralanmalar söz konusu olduğunda yalnızca dinlenmek değil, doğru şekilde yansıtmak ve duyguların birlikte taşınması gerekir. Yapay zeka bu yükü paylaşamaz, dolayısıyla yalnızca geçici bir rahatlama sağlayabilir.” 

BİR ARAÇ MI YOKSA BİR BAĞ MI? 

“Bu bağlamda, yapay zekâyla konuşmak, sağlıklı bir baş etme yöntemi mi, yoksa bir kaçış mı?” sorusunu da yanıtlayan Özgüler, “Bu sorunun yanıtı, kişinin yapay zekayı nasıl ve ne sıklıkla kullandığına göre değişir. Zaman zaman içini dökmek ya da düşüncelerini toparlamak için kullanmak destekleyici olabilir. Ancak kişi, insan ilişkilerinden uzaklaşıp duygusal ihtiyaçlarını sadece yapay zeka üzerinden karşılamaya başlıyorsa işte o noktadan sonra bu durum sağlıksız bir kaçış mekanizmasına dönüşebilir. Asıl önemli olan, bu teknolojiyi bir araç olarak mı, yoksa bir bağ nesnesi olarak mı gördüğümüzdür.

BİR PSİKOLOGMUŞ GİBİ DAVRANILMAMALI

Yapay zekânın duygusal destek rolünde kullanılmasını, etik açıdan değerlendiren Özgüler, şöyle devam etti: “Etik açıdan bu konuda çok dikkatli olunmalı. Kullanıcılar, karşılarındaki sistemin bilinçli bir varlık olmadığını bilmeli ve o doğrultuda hareket etmeli. Ayrıca duygusal açıdan hassas bireylerin yapay zeka ile kurduğu ilişki kötüye kullanılmamalı. Veri güvenliği, mahremiyet, yapay zekanın çok fazla onaylayıcı ve pohpohlayıcı bir dille geri bildirimde bulunması gibi konular da son zamanlarda etik tartışmaların temelini oluşturuyor. Yapay zekanın yapmış olduğu geri bildirimlerin gerçeklik düzeyleri sorgulanmalı. Psikolojik destek alanındaki kullanımında ise yönlendirme sınırları net çizilmeli ve yapay zekaya bir psikologmuş gibi davranılmamalı.” 

BU BİR EVRİM DEĞİL, BİR SAPMA OLUR

Söz konusu teknolojinin yaygınlaşmasının, terapi süreçlerinin evrimini nasıl etkileyebileceğini de anlatan Özgüler, “Yapay zeka, terapi süreçlerine yardımcı bir unsur olarak entegre edildiğinde büyük bir potansiyele sahip. Seans öncesi veya sonrası düşünce günlüğü tutmak, anlık duygu takibi yapmak, seansa hazırlık sağlamak gibi alanlarda destekleyici olabilir. Ancak terapi sürecinin yerine geçmeye çalıştığında bu bir evrim değil, bir sapma olur. Psikologlar için eğitimsel bir kaynak, danışanlar için ise bir ‘destekleyici uygulama’ olarak kalması, bu dönüşümün sağlıklı ilerlemesini sağlayabilir” dedi. 

HAZIR, SABIRLI, ULAŞILABİLİR ve ONAYLAYICI

İnsanların, yapay zekâyla daha ‘güvende’ hissetmesinin arkasında hangi psikolojik dinamiklerin yattığını aktaran Özgüler, “Gerçek ilişkiler belirsizlik, yargılanma korkusu, terk edilme riski gibi tehditleri de içinde barındırır. Oysa yapay zeka bu riskleri taşımaz. Her zaman hazır, sabırlı, ulaşılabilir ve onaylayıcıdır. Yapay zekaya ‘beni artık onaylama’ gibi bir komut verdiğinizde bile ‘haklısın, bunu yapıyorum’ gibi bir cevap vererek onaylamaya devam eder aslında. Yani koşulsuz kabul gören bir ortam illüzyonu oluşturur. Dolayısıyla da gelişen güven duygusu kaçınılmaz bir sonuç diyebiliriz. Bu durum, özellikle bağlanma ile ilgili zorluklar yaşayan ya da sosyal ilişkilerde yoğun kaygı yaşayan bireylerde güçlü bir güvenlik hissi doğurur. Kişi, duygularını filtrelemeden ifade edebildiğini, kırılganlığını açabildiğini hisseder. Aslında burada bir yanılgı vardır. Gerçek güven, risk alınan ilişkilerde, zamanla ve karşılıklı etkileşimle inşa edilir. Yapay zeka ile kurulan bağ, bu becerilerin gelişmesine değil, körelmesine ve uzun vadede kişilerin gerçek ilişkilerle başa çıkma mekanizmasının zayıflamasına neden olabilir” bilgisini paylaştı. 

UMARIM BU NOKTAYA GELMEYİZ 

“Sizce gelecekte insanlar, gerçek insan ilişkilerinden ziyade yapay zekâyla duygusal bağ kurmayı mı tercih edecek?” sorusunu da yanıtlayan Özgüler, “Umarım bu noktaya gelmeyiz. İnsan doğası ilişkiseldir ve gelişimi başka bir insanla kurduğu temasla mümkündür. Ancak bireyler, duygusal ihtiyaçlarını insan ilişkilerinde karşılayamaz hale gelirse, yapay olanı tercih etme eğilimi artabilir. Bu da daha yalnız, daha yüzeysel bağlar kuran bir toplum anlamına gelir. Bu nedenle, teknoloji gelişirken aynı anda toplumsal bağları da onaran ve güçlendiren politikalar geliştirilmeli” yorumunda bulundu. 

DAHA YALNIZ HALE GELEBİLİRİZ

Bu değişimin toplumsal ilişkiler (aile, arkadaşlık, romantik ilişkiler) üzerinde ne gibi uzun vadeli etkiler oluşturabileceğine değinen Özgüler, “Uzun vadede bu eğilim, bireylerin yakınlık kurma, sınır çizme, empati kurma gibi temel ilişki becerilerinde zayıflamalara neden olabilir. Aile içi iletişim azalabilir, arkadaşlık ilişkileri yüzeyselleşebilir, romantik ilişkilerde ise karşılıklı çabayla ilerleyen dinamiklerin yerini ‘hazır anlayış’ beklentisi alabilir. Bu da ilişkilerin daha kırılgan, bireylerin ise daha yalnız hale gelmesine yol açabilir” dedi. 

TEKNOLOJİYE KARŞI DEĞİLİZ AMA… 

Son olarak ise Özgüler, “Yapay zeka günümüzde çok güçlü bir araç ve onunla kurduğumuz ilişki biçimi de geleceğimizi belirleyecek. Bu teknolojiyi bir destek aracı olarak görmek, onu bilinçli kullanmak ve gerçek ilişkilerden uzaklaşmamak oldukça önemli. Unutmamalıyız ki, hiçbir algoritma bir insanın sıcaklığını, göz temasını, içten gelen bir ‘seni anlıyorum’ cümlesini veya fikir çatışmasını, kavgasını, başka olumsuzlukları (onlar da bize çok şey katarlar) tam anlamıyla taklit edemez. Teknolojiye karşı değiliz ama insan olmanın değerini unutmamalıyız” mesajını iletti.