Sayfa Yükleniyor...
Her köşe yazımda farklı bir film, dizi veya kitabın önerisini vereceğim yazı dizilerimde bu hafta, çok severek izlediğim bir filmden söz etmek istiyorum, ismi Ölümlü Dünya. Geçtiğimiz günlerde Ölümlü Dünya 2 isimli devam filminin vizyona girmesi ile birlikte bu komedi serüveninin ilkinden biraz bahsetmek istiyorum.
Günlük hayatın içinde kaybolmuş hissettiğimizde, bazen bir film gerçek yaşamın içindeki mizahi ve dokunaklı anları keşfetmemize olanak tanıyabilir. “Ölümlü Dünya” isimli film de tam olarak bu deneyimi başarıyla sunan bir yapıt bana kalırsa.
Film, sıradan hayatlar süren üç karakterin etrafında dönüyor. Başlangıçta gözden kaçan detayları fark etmeyi öğreniyoruz; sonra hayatın tuhaf, beklenmedik yönlerini keşfediyoruz. Film, sıradan gibi görünen anlarda yaşamın derinliğini keşfetmenin mümkün olduğunu vurguluyor ve bunu yaparken de bir hayli güldürüyor.
Günlük rutinlerin içinde sıkışmış gibi görünen ve aslında bir o kadar hareketli ikinci bir yaşantıya sahip olan karakterlerin hikayesini anlatan “Ölümlü Dünya”, kahvaltıdan işe, işten eve kadar her anın anlamsız gibi görünen detaylarla dolu olduğunu gösteriyor. Ancak film, bu detayların ardında yatan anlamın farkına varmanın ve yaşamın gerçek derinliğini kavramanın mümkün olduğunu da öne sürüyor.
Komedi, filmin temel unsurlarından biri. Karakterlerin absürd durumları ve diyalogları, izleyiciyi kahkaha krizine sürüklüyor. Ancak bu komik anlar, aynı zamanda yaşamın saçmalıkları üzerine düşünmeye de yönlendiriyor. Film,
Her yıl 10 Aralık, tüm dünyada insan haklarına ve özgürlüklere adanmış bir gün olarak kutlanmaktadır.
Dünya İnsan Hakları Günü, insanlık onurunu koruma ve insan hakları ihlallerine dikkat çekme amacını taşımaktadır.
Bu özel gün, 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edilişinin yıl dönümü olarak seçilmiştir.
Bu beyanname, tüm insanların eşit, özgür ve onurlu bir şekilde yaşama hakkına sahip olduğunu ilan etmektedir.
Dünya İnsan Hakları Günü, tüm dünyada eşitlik ve adalet arayışında olan bireyleri bir araya getirir.
Her renkten, her inançtan, her kültürden insan, bu günü insan haklarına saygının ve bu hakları korumanın bir fırsatı olarak görür.
Bu gün aynı zamanda, geçmişten günümüze yaşanan insan hakları ihlallerine karşı bir anma ve mücadele günüdür.
Tarihsel olaylardan çıkarılacak derslerle birlikte, günümüzde de devam eden hak ihlallerine dikkat çekmek, bu ihlallere karşı dur demek son derece önemlidir.
Dünya İnsan Hakları Günü, sivil toplumun gücünü vurgular. İnsan haklarını savunma, bu hakları ihlal eden olayların karşısında durma ve bu konuda bilinç yaratma, sadece devletlerin değil, her bireyin sorumluluğudur. Bu gün, bu sorumluluğu hatırlamak ve bu yönde adımlar atmak için bir fırsat niteliği taşır.
Bu özel günde, geleceğe umutla bakmak da önemlidir. İnsan haklarının korunması, sadece bugünü değil, gelecek
Türk kahvemiz, 5 Aralık 2013 tarihinde, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne girmiş. Ve bu tarihten itibaren de Türk kahvesi kültürü ve geleneğinin korunması için her yıl 5 Aralık günü, Dünya Türk Kahvesi Günü olarak kutlanmaya başlanmış.
Bu bağlamda, spor yapmanın bedenimize yatırım yapmanın en etkili yollarından biri olduğunu düşünüyorum. Ancak, modern yaşamın hızı ve yoğunluğu, bu önemli alana yeterince odaklanmamıza engel olabiliyor.
Black Friday, tüketicilere anlık tatmin sunuyor. Ancak bu, genellikle düşünmeden yapılan alışveriş kararlarına ve ihtiyaç olmadığı halde ürünlerin satın alınmasına yol açabiliyor. İndirim çılgınlığı, maddi israfın yanı sıra uzun vadeli finansal sorunlara da davetiye çıkarıyor.
Her köşe yazımda farklı bir film, dizi veya kitabın önerisini vereceğim yazı dizilerimde bu kez çok severek okuduğum bir kitabı önermek istiyorum, ismi Küçük Prens… Antoine de Saint-Exupéry’nin büyüleyici eseri Küçük Prens, sadece bir çocuk kitabı olmanın ötesinde, derin düşünceler ve yaşamın anlamı üzerine dokunaklı bir masaldır. Küçük prensin maceraları, biz okuyuculara masumiyeti, dostluğu, sevgiyi ve insan doğasını sorgulama fırsatı sunuyor. Bu küçük kitap, büyük düşüncelerin gizemini aralayan bir anahtar gibi karşımıza çıkıyor.
Her köşe yazımda farklı bir film, dizi veya kitabın önerisini vereceğim. Yazı dizilerimde bu hafta, çok severek izlediğim bir filmden söz etmek istiyorum, ismi Makas Eller…
Stefan Zweig’ın Satranç isimli kitabı, insan zihninin karmaşıklığını ve psikolojik derinliklerini keşfeden büyüleyici bir eserdir benim için. Oyun, bir satranç tahtası üzerinde geçse de aslında daha derin bir anlam taşıyor, aslında insan doğasının derinliklerine, tecrit ve insan zihninin karmaşıklığına dair farklı bir bakış açısı yaratıyor.
Modern Family dizisi, bir ailenin karmaşıklığını ve içerisinde yer alan farklılıklarını mizahi bir bakış açısıyla ele alan, seyircisini hem güldüren hem de düşündüren bir dizi olarak karşımıza çıkıyor.
Her bir karakter sahip olduğu kendi özgün kişiliği, ilgi alanları ve yaşam tarzı ile dizinin güçlü bir parçası olup, her biri kendi başına dizinin başrollerinden birisi bence. Bu dizinin en sevdiğim yanlarından biri de bu, belirli karakterler üzerine odaklanmıyor ve her karaktere yeterince yer veriliyor.
Dizinin baş karakterlerinden biri olan Jay Pritchett, yaşlı ve geleneksel bir erkek olup, modern dünyanın hızlı değişimleriyle baş etmeye çalışırken, kendisinden yaşça genç eşi Gloria’nın enerjisi ve tutkusu ile dengeleri kurmaya çalışıyor.
Bu ilişki, farklı yaş gruplarından insanların bir arada nasıl yaşayabileceğini mizahi bir şekilde ele alıyor.
Jay’in çocukları da aile komedisine kendi renklerini katıyorlar. Claire, ailesinin en büyük kızıdır ve kendi ailesini kurmuş bir anne olarak karşımıza çıkıyor.
Aynı şekilde, Mitchell ve eşi Cameron, bir çocuk evlat edinme deneyimi yaşıyorlar ve dizinin bu noktasında ailelerin çeşitliliğine vurgu yapılıyor.
Mitchell ve Cameron karakterleri, bu kapsamda LGBT+ topluluğuna saygıyı ve kabulü ön plana çıkararak toplumsal duyarlılık yaratmayı amaçlıyorlar.
Dizide yer alan çocuk karakterler de aile içi dinamikleri güçlendiren unsurların başında geliyor. Haley, Alex ve Luke, her biri farklı yaşlarda ve kişilikte olan çocuklardır ve onların büyümelerini izlerken, ailenin nasıl değiştiğine ve adapte olduğuna şahitlik ediyoruz dizi boyunca.
Modern Family, sadece aile ilişkilerini değil, aynı zamanda modern toplumun karmaşıklığını da ele alıyor. Farklı kültürlerden gelmiş olan karakterlerin bir arada yaşaması, önyargılarımızı sorgulamamıza neden oluyor.
Dizi, toplumsal konuları mizahi bir şekilde işlerken, seyircilere güncel meselelere nasıl duyarlı olabilecekleri konusunda ilham oluyor bence.
Dizi ile ilgili bir diğer ilgi çekici unsur ise, Modern Family”nin çekimi esnasında tek kamera kullanımı ve sahip olduğu belgesel tarzıdır. Karakterlerin, kamera önünde doğrudan izleyiciyle konuşuyor olması, diziyi daha kişisel ve seyirciye daha yakın bir deneyim haline getiriyor.
Modern Family dizisi, 11 sezon boyunca birçok ödül kazanarak izleyici kitlesini genişletti. Modern Family, aile kavramının evrensel ve zamansız temalarını, güçlü oyunculuklarla birleştirerek, komedi dünyasında kalıcı bir iz bırakmayı başardı.
Modern Family, aile komedisinin sınırlarını zorlayan, güncel toplumsal meselelere duyarlı ve aynı zamanda eğlenceli bir dizi olarak 11 sezon boyunca ekran karşısına çıktı.
Aile, sevgi ve anlayışın temelini oluşturur ve Modern Family dizisi bunu izleyicilere gülme krizine davet ederken hatırlatmayı başardı.
Ailelerin ne kadar çeşitli olabileceğini ve birlikte nasıl güzel bir dünya inşa edebileceğimizi biz izleyicilere gösterdi. Benim izlerken keyif aldığım bu diziyi umarım tavsiyem üzerine izleyen kişiler de beğenir.
29 Ekim 1923 yılında ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu sona erdikten sonra kurulmuş olan yeni bir devletin habercisidir. Bu devrimci adım, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Türk halkı, yıllar süren savaşlar ve fedakarlıkların ardından, kendi kaderini tayin etme hakkını elde etmeyi başardı. Türkiye, o tarihten itibaren artık kendi toprakları üzerinde bağımsız bir şekilde kendi kendini yöneten bağımsız bir devlet oldu.
İsrail, Gazze’ye günlerdir cehennemi yaşatıyor. Ardı arkası kesilmeyen saldırılar ile genç, yaşlı, çocuk demeden binlerce masum kişinin canına kastediyorlar.
Her köşe yazımda farklı bir film, dizi veya kitabın önerisini vereceğim yazı dizilerimde bu hafta, çok severek izlediğim ve bittiği için sonrasında çok üzüldüğüm bir diziden söz etmek istiyorum, ismi Game of Thrones… Game of Thrones, televizyonun altın çağında bir döneme damgasını vurmuş ve izleyicileri epik bir hikayenin içine çekmiş olan benzersiz bir dizidir bana kalırsa. George R.R. Martin’in Buz ve Ateşin Şarkısı serisinden uyarlanmış olan bu dizi, Westeros adlı hayali bir kıtada geçen karmaşık politik entrikaları, büyülü varlıkları ve karakterler arasındaki savaşları anlatıyor. Dizi, 2011’den 2019’a kadar sekiz sezon boyunca devam etti ve bu süre zarfında büyük bir hayran kitlesine sahip oldu.
Televizyon dizileri arasında yer alan Vikings, Viking tarihini ve mitolojisini işleyen eşsiz bir yapım olarak adından sıkça söz ettiriyor. Bu dizinin, hem tarihin hem de mitolojik unsurların dikkat çekici bir biçimde bir araya geldiği nadir örneklerden biri olduğunu düşünüyorum. Vikings, izleyicisine Vikinglerin cesaret dolu yaşam biçimini, denizleri fethetme arzularını ve eşsiz mitolojilerini keşfetme fırsatı sunuyor.
Her birimiz okumamış olsak bile en az bir kez bu kitabın ismini bir yerlerde mutlaka duymuşuzdur. George Orwell’ın 1949 tarihinde kaleme almış olduğu distopik romanı “1984,” insan toplumunun karanlık ve yozlaşmış bir geleceğini tasvir eden unutulmaz bir başyapıttır bana kalırsa. Aynı zamanda bu kitap, totalitarizmin ve toplumsal kontrolün yıkıcı gücünü ele alarak okuyucuları düşünmeye sevk ediyor.
Aldous Huxley’nin kaleme aldığı Cesur Yeni Dünya romanı, modern dünyanın karmaşıklığını ve tehlikelerini distopik bir öykü içinde mükemmel bir şekilde ele alıyor bence.
George Orwell’in “Hayvan Çiftliği” isimli romanının, edebiyat dünyasının ve politika analizinin klasiklerinden birisi olduğunu düşünüyorum. Bu kısa ancak derin anlamlar taşıyan eser, totalitarizmin yükselmesini ve sosyalizmin yozlaşmasını eleştiren güçlü bir hikayeyi bizlere sunuyor. Fakat Hayvan Çiftliği, yalnızca politik bir eleştiri değil, bununla beraber aslında hayvanlar üzerinden betimlenen insan doğası, iktidarın kötüye kullanılması ve toplumsal değişim gibi evrensel temaları da işliyor.
Her köşe yazımda farklı bir film, dizi veya kitabın önerisini vereceğim yazı dizilerimde bu kez çok severek okuduğum bir kitabı önermek istiyorum, ismi Harry Potter… Bugün denk geldiğim bir haberde İngiltere’deki Exeter Üniversitesi’nin 2024 yılından itibaren sihir ve büyü dalında yüksek lisans programı başlatacağı yazıyordu. Böylelikle bu haber, benim bu hafta Harry Potter’dan bahsetmeme sebep olmuş oldu.
2019 yapımı Güney Koreli Bong Joon-ho’nun yönetmenliğini üstlendiği ve birçok ödüle layık görülen bu filmi izlemeyen kaldıysa mutlaka bir an önce izlesin. Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho’nun “Parazit” isimli başyapıtı, modern sinemanın en çarpıcı ve düşündürücü eserlerinden biri olarak kabul ediliyor. Bu film, sınıf farklılıkları, ayrımcılık ve kapitalizm gibi derinlemesine toplumsal temaları işlerken, bir yandan da görsel anlatım ve karakter gelişimi ile de biz izleyicilere büyüleyici bir deneyim sunuyor.
İlk okuduğumda çok küçük yaşta olduğumdan hangi konudan söz ettiğini anlamamıştım ancak yıllar sonra tekrar okuduğumda beni sarsmıştı.
Yazı dizilerimde bu kez çok severek okuduğum bir kitabı önermek istiyorum, ismi Kürk Mantolu Madonna… Türk edebiyatının en önemli isimlerinden olduğunu düşündüğüm Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” isimli eseri, hem Türkiye genelinde hem de dünya çapında edebiyatseverler tarafından büyük bir ilgiyle okunmuş ve adından oldukça söz ettirmiş bir başyapıttır bence. Bu roman, aşkın, ihtirasın ve insan olmaktan gelen durumların yaratmış olduğu karmaşıklığın ustalıkla aktarıldığı ve okuyucuları derin düşüncelere sevk ettiği bir eserdir.
Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Gülten Dayıoğlu, duygusal zenginliği ve derin anlam yüklü hikayeleriyle tanınıyor. Onun eserlerinden birisi olan “Yeşil Kiraz,” yalnızca aşkın ve insan ilişkilerinin karmaşıklığını anlatmakla kalmıyor, bununla beraber kişisel geçmişin ve anıların gücünden de faydalanan etkileyici bir roman olup, bir genç kızın geçmişine odaklanıyor.
Mitolojinin insanların hayal gücünün ve merakının beslendiği bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Maddeyi ve ruhu birleştirici etkisi olan bu öyküler, insanların tarih boyunca geçmişten günümüze kendilerini ve dünyayı anlama çabalarının bir yansıması olduğunu söylesem sanırım pek de yanlış olmaz. Bu bağlamda baktığımızda, “Ben, Kirke” isimli kitap, bizi Yunan mitolojisinin içine çeken ve bir yolculuğa çıkaran büyüleyici bir eserdir bana kalırsa.