Sayfa Yükleniyor...
Facebook arkadaşlarım sağ olsun.
Sürekli şu kadar kilometre yaptık, şuraya gittik, şu kadar rahatladık tarzında bir ton resim sergiliyorlardı. Biraz da imrenerek bakıyordum resimlere. Ama bir türlü paraya kıyıp başlayamıyordum.
Yaklaşık 2 yıldır yaptığım sabah yürüyüşlerinde, dizde problem çıkınca, doktorun tavsiyesi ile bende yapmaya başladım.
Merakta kaldığınızı biliyorum. Ama modern toplumlarda sıkça yapılan bizde ise son yıllarda özellikle kıyı şehirlerinde yapılmaya başlanan bir spordan bahsediyorum.
Bu yazın başından beri, yani yaklaşık 5 aydır hafta içi bazı günler ve hafta sonu da cumartesi, pazar günleri bisiklet sürmeye başladım.
Nazik ve romantik sevgili Genel Yayın Yönetmenim, Hocam rahat olun. Dilediğiniz gibi kısa- uzun yazabilirsiniz diye özgürlük tanımış olsa da bazı okuyucular, Abi sen konuyu çok uzatıyorsun ya. Valla başladım ama bitiremedim diyorlar. Bende sadede geliyorum.
Daha önceki yazılarımızı takip edenler biliyor ama biz bilmeyenler için bir kez daha tekrar edip bize Narlıdere Sahilevlerinde küçük bir bahçeli ev alan sevgili annem ve babama bu vesile ile de bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
Eylül ve ekim aylarında İzmiri daha çok severim. Sabahları denizden esen hafif meltem ile beraber iyotla karışmış yosun kokusuna alışmış olan benim gibi insanlar deniz olmayan bir yerde yaşayamazlar.
Bazı günler bisiklet sürmeye başlamadan önce bazen evimin yakınındaki balıkçı barınağının önündeki banklara oturup balıktan dönen balıkçıları, onlar ağlarını temizlerken sabırla bekleyen kedileri, teknelerin üzerinde denize düşen balıkları toplayan martıları ve balıkçıların bir kere yakıldıktan sonra bir daha ağızdan çıkarılmadan içilen, külleri rüzgarda savrulan sigara içişlerini seyrediyorum.
Ayrı bir huzur veriyor.
Sabahları kıyıda yürüyüş yapanları, köpeklerini gezdirenleri izliyorum. Hayvanseverlere ayrı bir paragraf ya da ayrı bir yazı yazmak lazım. Ben kendime bakmaktan aciz iken, onların başka canlı için bu derece vakit harcamalarına, sabahları tatlı uykularından kalkıp hayvanları dolaştırmalarına, ya da gece saatlerde o çalı senin, bu direk benim hayvanın peşinden dolaşmalarına hayranım.
Ben yapamazdım. Yapamam da. Kendimi biliyorum. Tembelim. Öyle saatlerce orayı pisletmesin, buraya pislemesin diye peşinden koşturamam. Evim o kadar dağınık ki, bizim eve geçen sene gelen bir arkadaş Müge Anlı sayesinde bulunmuştu.
Bu pazarda bankta oturup böyle huzur içinde insanları seyrederken Rotwiller cinsi bir köpeği ile villaların arasından bir orta yaşlı abi çıktı. Hayvan oldukça besili ve iri yapıdaydı. Zincir adamın elindeydi ama köpek o kadar kuvvetliydi ki adamı istediği köşeye çekiyor, dilediği yerde duruyor, dilediği zaman tekrar yürüyordu. Yani bir anlamda köpek adamı dolaştırıyordu.
Köpek kendinden önce burayı gezmiş ve çiş ile burası benim bölgem diye işaretlemiş diğer köpeklerin çişi üzerine buranın ağası benim. Benim çişim üzerine çiş olmaz diye işiyordu. Böyle beş altı yere çişini yaptı. Bir süre sonra çişi mi bitti ve işaret koymak için elinde malzememi kalmadı, kafayı kaldırıp sahibine baktı. Belki de adamdan bu konuda yardım istedi ama adam yardımcı olmayınca poposunu yere koyup kakasını yaptı. Kocaman kaka bir önceki akşam bira içen birinin yaslanıp içtiği (şişeler, kutular ve çerez poşetleri orada duruyordu) ağacın dibine güzelce yapıldı. Köpeğin dolaştırdığı adam hiçbir şey olmamış gibi etrafa bakınıyordu. İşini bitiren köpek adamın zincirini çekerek uzaklaştı.
Belli ki hayvan insanlar buraya bu kadar çöp bıraktılarsa demek ki burası çöplük diye düşünmüştü.
Bir an için birader bu kaka böyle kaldı diye adama söylemek geçti içimden. Doğrusunu itiraf ediyorum. Köpekten korktum.
Birader siz yapınca iyi. Bu kadar çöpün arasında bizim kaka mı sana battı deyip ısırsa hakkı vardı yani.
Bu günlük bu kadar dinlenme yeter deyip kalktım.
Bisikletime atladım. Hiçbir şey görmemişim gibi deniz kenarında sürmeye devam ettim.