2

Bu Günü Doğum Günün Gibi Kabul Etsek Olmaz mı?


  • Oluşturulma Tarihi : 29.05.2017 07:03
  • Güncelleme Tarihi :

Göz alabildiğince uzanan kızılağaç, fıstıkçamı, kestane, kayın ve ıhlamur ağaçları ile süslü iki dağın arasında uzun bir vadi düşün. İçinden kıvrıla kıvrıla bir dere akıyor. Derenin etrafında böğürtlenler ve alıç ağaçları bir gerdanlık gibi derenin boynunu süslüyor.

Usul usul yağmur yaparken, biz, dağın yamacındaki evimizin penceresinden, elimizde dumanı tüten kahvelerimizi içerken dışarıyı seyrediyoruz. Bulutlar mı yere yakın yoksa dağ mı bulutların içine girmiş? Sis neredeyse vadinin içinde.

Yağmuru seviyoruz ikimizde. Yağmur “hayat”tır biliyoruz. Yağmurla beraber bu vadi, dağlar yeşerecek, yeniden hayat bulacak ve bu hayatlar yeni doğan oğlakların, kuzuların ve buzağımızın beslenip büyüyecekleri meralar olacak.

Yakınımızda, etrafımızda kimseler olmasın. Sadece sen, ben ve hayvanlarımız... İnekler, koyunlar, keçiler, tavuklar, köpekler, kediler... “Medeniyet” denilen şeylerden uzak duralım mesela bir süre.

Elektrik olmasın. Evin duvarına astığımız bir yağ lambamız olsun. Elektrik olmayınca televizyon da olmaz zaten. “Ben elektriksiz yapamam” diyorsan. “Tamam olsun ama kullanmayalım mecbur olmadıkça”. Televizyon da olsun ama üzerinde köylü kadınların yaptığı işlemeli örtüsü ile sadece odada süs olarak bulunsun.

Telefon olmasın. Hem zaten her şeyi geride bırakacağımız için aksak, eksik giden bir şeyi düzeltmemiz için kimse bizi aramaya ihtiyaç duymaz. Annen de daha az arar böylece. “Ne yaptın, ettin anneme yine lafı getirdin!” diyorsun. Haklısın. Annenin bu güzel hayalimizde ne işi var ki? Kaldırdım gitti.

İnternet de olmasın. Mutsuzluklarını çeşitli filtrelerden geçirip sahte mutluluk pozlarını nispet için paylaşan ya da “şimdi teravih zamanı” diye “Allah ile buluşmaya gidiyorum” diyen arkadaşlarımızın o paylaşımlarını beğenmeyelim.

Kendimiz ekelim, kendimiz biçelim, sen ve ben yiyelim. İçinde ne olduğundan emin olduğumuz şeyler olsun. Akşamları gürül gürül yanan sobamıza yüzümüzü dönüp birbirimize yaslanalım. Bazen sen benim bazen de ben senin saçlarını okşayalım. Saçımın okşanması çok haz verir bana biliyorsun.

Sabah uyanıp çantalarımıza yiyecek bir şeyler koyarak, tertemiz havada, dağın zirvesine doğru yürüyelim. En tepede, her şey ayaklarımızın altındayken soframızı serip kahvaltımızı yapalım.

Gerçek bir dağ kahvaltısı.

Gözlerinin içine bakıp “İstediğim tek şey sensin ve seninle dolu bir hayat” dediğimde bunları düşünmüştüm. Olması çok zor ama bir o kadar da güzel bir hayal değil mi?

Biliyorum, “İkimizde hayatlarımızı, sorumluluklarımızı bırakıp gidecek miyiz?” diye soracağını. Sen her zaman daha sağlam basmak istedin ayaklarını. Bazen kızsam da aslında seviyorum senin bu sağlamcı yanını.

Sen olmasan çoktan bırakıp gitmiştim bu hayatı, buraları.

“Bu mu yani senin sevgi tarifin ?!” diye asma öyle suratını. Bence böyledir aşkın tanımı. Tamamlıyorsun beni, tamamlıyorum senin eksik yanını. İyi ki varsın iyi ki doğmuşsun canımın öteki yanı.

“Kime yazdın?!Bu gün benim doğum günüm değil ki?” diye çattın kaşlarını. Biliyorum. Ama tutturamıyorum işte o günü.

Bu günü doğum günün gibi kabul etsek olmaz mı?

Bu Günü Doğum Günün Gibi Kabul Etsek Olmaz mı?
Dr. Deniz Arslan
Yazarımız Kim ?

Dr. Deniz Arslan