Sayfa Yükleniyor...
Kapı çaldı.
Sağ yanımdaki duvara monte edilmiş kumandanın açma düğmesine bastım. Kapı açıldı.
İçeriye gözlüklü, saçlarının önü dökülmüş, haki bir gömlek ve kahverengi yıpranmış bir pantolon giyen, 60-70 yaşlarında bir hasta girdi.
Muayene fişini masama koyarak gösterdiğim yere oturdu.
Merhaba doktor. Nasılsınız? diye sordu.
Hastaların bizim hal ve hatırımızı sorması pek de rastlanılan bir durum değildir. Bilgisayarda hastanın bilgilerini kaydedeceğim sayfadan başımı hastaya çevirerek döndüm İyiyim teşekkür ederim, siz nasılsınız? dedim gülümseyerek.
Benim biraz şikayetlerim var. Onun için sizi rahatsız ettim dedi.
Estağfirullah. Buyurun ne şikayetiniz var? dedim.
Esasen ben bu konuda Suriyedeyken doktora çıkmış ve tedavi almıştım. Ama buraya geldiğimden beri ilaçlarımı düzgün şekilde kullanamadım deyip hastalığından, ne zaman başladığından, şimdiye kadar yapılan işlem ve tedavilerden bahsetti.
Türkçeyi çok güzel ve akıcı kullanıyordu.
Kaç yıldır Türkiyedesiniz? diye sordum.
İki yıl oldu dedi.
Maşallah Türkçeyi çok güzel konuşuyorsunuz dedim.
Biz evde hep Türkçe ya da Kürtçe konuşurduk. Babam Kürt annem Türkmendir. Her iki dili de biliyorum dedi.
Ne güzel dedim.
Güzeldi evet. Ama hiçbir şey kalmadı artık o güzellikten. Ülkemiz, memleketimiz harap oldu dedi başını üzgün bir ifade ile sallarken.
Nerede yaşıyordunuz? dedim.
Halepte dedi.
Şimdi orası kimin bölgesinde? dedim. Malum olduğu üzere Halep kentinin her bir tarafı farklı grupların kontrolünde.
Orada muhalifler var dedi.
Amca bir şeyi çok merak ediyorum. Bu olaylardan önce Suriye nasıldı? dedim.
67 yaşındayım, Sünniyim. Bu güne kadar hiç bir zaman üstümüzde bir baskı olmadı. Suriyede önceden herkes istediği gibi yaşıyordu. Gece saat kaç olursa olsun güvenli bir şekilde gezer, dolaşır, yer içerdik. Güçlü bir Suriyeyi istemeyen Yahudiler, Amerika, Suudi ve Katar gibi devletlerle beraber bizi Arap, Kürt, laik, dindar, Alevi, Sünni diye ayırıp birbirimize düşürdüler.
Biz 11 nüfustuk. Tek maaşla güzelce geçiniyorduk. Çatışmalar çıkınca önce erkek çocuklarım kaçtı. Çünkü muhalifler onları zorla asker yapmak istiyordu. Onlar Türkiyeye geldiler. Ben ve kızlarım da iki yıl önce evimizi hiçbir şey alamadan bırakıp geldik. Zaten satsan da kimse almıyor ki. Türkiye sınırından Antepe girdik. Oradan da otobüsle, daha önce gelen çocuklarımın yanına, İzmire geldik dedi.
Peki sen sınırdan nasıl girdin? diye merakla sordum.
O zaman sınır açıktı. Yürüyerek geçtik, girdik. Şimdi çok yüksek bir duvar yapmış Türkiye. Ama paran varsa onu da geçiyorsun dedi.
Nasıl geçiyorsun yüksek duvardan? dedim.
Kaçakçılar merdiven koyuyorlar. Para veriyorsun, oradan geçiyorsun dedi.
Vay be dedim kendi kendime. Peki burada ne yapıyorsun? Nasıl geçiniyorsun? dedim.
Kızlar tekstilde, erkeklerden biri fırında, biri fabrikada, biri matbaa da çalışıyor, geçiniyoruz çok şükür. Allah Türkiyeden razı olsun dedi.
Peki barış olsa oraya dönecek misin?
Orada barış olmayacak. En azından ben göremeyeceğim. Çocuklarımın döneceğini de sanmam dedi.
Hastayı tahlil ve tetkiklere gönderdikten sonra arkama yaslanıp düşündüm. Bizi Arap, Kürt, laik, dindar, Alevi, Sünni diye böldüler cümlesi kafamda dönüp durdu.
Size de tanıdık geldi mi?