Sayfa Yükleniyor...
Haftanın beş günü erken kalkmaya alışmış vücut. Ne yaparsam yapayım saat yediden sonra doya doya uyuyamıyorum. Sağa döndüm, sola döndüm ama hafta içinde biraz daha uyu diye gözümden çıkmak istemeyen uyku haftasonu nedense bir türlü gelmiyor.
Gelmedikçe de insan Neden gelmiyor? diye daha da kızıyor.
Kalktım. Yanımdaki yatakta yatan oğlum yorganı üstünden atmış. Yorganı üstüne örttüm. Zaten gece kaç defa uyanıp onu kontrol ettiğimi saymıyorum bile. Üstü açık kalmasın hasta olur düşüncesi ile her kıpırdadığında uyanıp Bir yeri açıkta kaldı mı? diye kontrol ediyorum. Üstüne örttükten sonra önce onu uzun uzun kokladım. Dünyanın en güzel kokusu nedir? sorusunun cevabını biliyordum. Bir daha hatırladım.
Saçlarını okşadım.
İnsan çocuğunu öpmeye ve koklamaya doyar mı? Doyamaz.
Kıpırdayan dudaklarını, yanaklarını izledim. Gülümsedi. Muhtemelen bir rüya görüyor olmalıydı. Birkaç kere öptüm. Eliyle beni itip arkasını döndü.
Sonra aklıma başka başka çocuklar, analar, babalar, feryatlar, ağlamalar geldi. En sevmediğim tarafım bu. En mutlu anımda aklıma Çocuklarına bir daha sarılamayacak insanları getirip mutsuz olabiliyorum. Bir an için o düşüncelerden sıyrılmak istedim. Başımı sallayıp kendime gelmeye çalıştım ama nafile. Feryat figan ağlayan, gözyaşı döken, üstünü başını yırtan kadınlar geliyor aklıma sürekli.
Başka başka tipte, renkte kadınlar...
Bunlardan kurtulmak için bahçeye çıktım. Ağabeyimin tavuğu ve civcivleri sesler çıkararak bahçede dolaşıyorlardı. Anne tavuk beni görür görmez tüylerini kabarttı Sakın bu tarafa yaklaşma der gibi tehditkar bakıyordu. Olduğum yerde bekleyip onları izledim. Benim hareket etmediğimi görünce o da bir süre sonra tekrar yavruları ile ilgilenmeye başladı. Ayakları ile toprağı kazıyor, bir şeyler bulup yavrularına yediriyordu. Az ötede yavruların babası horoz çevresindeki birkaç piliç ile ilgilenmekle meşguldü. Toprağı, yerdeki otların arasını, portakal ağacının dibindeki çöpleri karıştırarak bulduklarını henüz yavrulamamış birkaç genç pilice yediriyordu. Daha ötede bekleyen genç horoz da aynı piliçlerin dikkatini çekmeye çalışıyor ancak yakın bir zamanda kaybettiği kavganın neticesinde tavuklara da çok yaklaşamıyordu.
Birden nereden çıktığı belli olmayan büyük yarı beyaz yarı gri-yeşil bir kedi, civcivlerin içine daldı. Bağırarak sağa sola kaçışan birini yakalamaya çalışırken anne tavuk tüylerini kabartarak tüm gücü ile kedinin üzerine uçarak pençelerini batırdı ve kafasına gagasını yapıştırdı. O ana kadar piliçlerle ilgilenen horoz da koşa koşa geldi. Söz konusu civcivlerin güvenliği olunca piliçler birden ikinci planda kalmıştı. Beraber kediyi uzaklaştırdılar. Olay saniyeler içinde olmuş benim müdahaleme bile gerek kalmaksızın onlar başarı ile kendilerini savunmuşlardı.
Aslında kedi biraz daha cesaretli olabilse rahatlıkla tavuğu yiyebilecek cüssedeydi. Ancak karşısındaki tavuğun kararlığı ve gözü karalığı nedeniyle kaçmak zorunda kalmıştı. Anne babalık böyle bir şeydi. Yavrusu için gerektiğinde gözünü kırpmadan canından vazgeçebilmekti.
Yine aklıma çocuğunu kaybeden anneler ve babalar geldi.
Keşke süper güçlerim olsa da tüm çocukları tehlikelerden korusam diye düşündüm.
İçeri girdim. Oğlumu seyrettim yine. Aklıma, bir yola gittiğimde, Kendine dikkat et, varınca mutlaka ara, bilmediğin yerlerde yiyip içme, kalma diyen anneme Anne ben çocuk muyum? dediğim de Çocuğun olunca beni anlarsın sözü geldi.
Kafamı yukarı kaldırdım Çocuğum var ve seni anlıyorum anne dedim.
Hem de çok iyi anlıyorum şimdi.