Sayfa Yükleniyor...
Bugün bilgisayarın başına oturmuş Sevgililer Günü ile ilgili bir yazı yazacaktım.
Günün anlam ve önemini.
Sevgilisi olanlar ne yapacaklar?
Sevgilisi olmayanlar günü nasıl geçirsinler vs .
Yazıya başlamak için bilgisayarımda boş bir sayfa açtım. O anda bir mesaj sesi geldi. Tüm teknoloji bağımlıları gibi benimde gözüm istemsiz bir şekilde telefona kaydı. Kayıtlı olduğum tabip odasından bir mesajdı. Baktım Dr. Özgen Aksoy vefat etmiştir. Cenazesi Narlıdere Şehitlik Camisinden kaldırılacaktır diye. Tabip odası vefat eden her doktorun haberini bize duyurduğundan ölüm mesajları ile kafamda yer etti. Birgün benimde haberimi mesaj geçecekler diye düşünürüm bu mesajları görünce.
Bugünkü mesaj her zamanki mesajlardan farklı bir his oluşturdu, sanki bir şey kopardı içimden. Bu isim, bu soyadı hiç de yabancı değil. Ama Yok canım, o değildir, o daha çok genç ki, isim benzerliğidir, hem o Ankaraya gitmişti. İzmir Tabip Odasından ayrılmıştır diye düşünüyorum.
Hemen telefonu elime aldım. İsmini buldum aradım. Telefonu açsa Ölüm ilanın çıkmış biliyor musun, helvanı ne zaman yiyoruz? diye şakalaşacaktım.
Açmadı.
Biliyorum o hastaya bakarken dünya yıkılsa umursamaz. Açmaz yani telefonu. Hastaları bittiğinde arar.
Hastalar onun için çok önemlidir. O da hastaları için. O kadar sevgi dolu ve içten dinler ki anlattıkça anlatası gelir insanın. Zaten ona gelen hastalar bir daha başka birine de kolay kolay gitmezler ki. Nerden mi biliyorum? Tanıdıklarımdan. Aynı yerde beraber uzun yıllar çalıştığımız için tanıdıklarımın problemleri olduğu zaman gönül rahatlığı ile ona yönlendirirdim. İlaçla olmasa Özgen onları konuşmaları, tatlı dili ile tedavi ederdi çünkü.
Bir kere birine kızarken, sesini yükseltirken ya da bir şeyden şikayet ederken görmedim, duymadım. Kapı komşumdu çünkü. Bazen sesimi yükselttiğimde kapıdan kafasını uzatır, İyi misin diye gülümserdi. Ben Ya işte şöyle şöyle oldu diye sinirle olayı anlatırken o gülümseyen yüzü ile Kendini üzme derdi. Ya sen hiç kızmaz mısın? diye sorardım Bilmem, ben böyleyim işte. Belki de kızıyorumdur diye cevap verirdi.
Meğerse o üzüyormuş kendini, her şeyi içine atıyormuş demek ki.
Bana dediğini kendisi uygulamamış.
Kızı onun için dünyadaki en değerli şeydi. Ankarada Tıp Fakültesini kazandığında kızının arkasından o da oraya gitti. Gitmeden önce karşılaştık. En az 6 yıl Ankaradayım. Hani belki görüşemeyiz bir daha. Sen benim şef nöbetlerimi çok tuttun, hakkını helal et dedi. O kızını yalnız bırakamadığı için benim para ile tuttuğum, her seferinde nazikçe, zarf içinde ücretini ödediği nöbetleri kastediyordu. Tuttum ama parasını da fazlasıyla aldım. Sen hakkını helal et dedim.
O Ankaraya gittikten sonra bir kere aradım. Orada özel bir hastanede çalıştığını, Ankarayı sevmediğini ama kızı ile mutlu olduğunu söyledi.
Sonra bir daha görüşmedik.
Meğerse hastalanmış. Allah iyi insanları daha çabuk yanına alır derler.
Kötü hastalık sarmış narin bedenini.
Mücadele etmiş, bırakmamış kendini.
O kadar çok görmek istiyordu ki kızının mezuniyetini.
Kep ve cübbesini giyerken görmeyi.
Ama olmamış işte, başaramamış.
Ondan haber alamayınca aradığım arkadaşı öyle dedi.
Bugün ebediyete yolcu edeceğiz kendisini.
İnanamıyorum ki.
Bomboş hissediyorum kendimi
Böyle işte dünya demek ki.
Bugün var, yarın yoksun.
Söyleyin, gösterin, arayın sevdiklerinizi
Hiç beklemeyin ille de özel günleri.
Sevgililer Günü ya da diğerlerini.