Sayfa Yükleniyor...
Sabahleyin dinlenmiş ve taze bir şekilde uyandım. Uyku, vücudumuzu dinlendirmenin yanında kafamızdaki düşüncelerden, bir önceki gün yaşadığınız kötü anlardan bir nebze de olsa uzaklaştırıyor.
Dün uyuyan beden sabah format atılmış gibi yeni bir güne açılıyor.
Yatakta biraz dönüyorum. Ben kimim, ne iş yapıyorum, ne yapmam gerekiyor, yanıma bu gün neler alacaktım gibi kısa ama hızlı düşünceler geçiyor salisenin bilmem kaçta kaçında kafamdan.
Sonra giyinip işe doğru yola çıkıyorum. Öyle özenli biri değilim. Elime ne geçtiyse işte. Çıplak gitmeyeyim yeter.
Yolda bir müzik kanalı açıyorum. Sunucu ve yanında sonradan Türk olma Çukolata renkli Fransız gülerek çıktıkları Paris gezisinden bahsediyorlar.
Bir an için nasıl bir ülke de yaşadığımı unutuyorum. Onlarla beraber Fransızların tüm dünya ülkelerinden çaldıkları eserler ile açtıkları devasa Loure Müzesine gidiyorum.
Mona Lisa tablosunun önünde duruyorum. Abi Tabloya yaklaştırmadılar. Bi selfie bile çektiremedik diye hayıflanan sunucu ile beraber gülüyoruz. Uzaktan gizlice çektim bende. Ama seninkinden bile küçük çıktı diye devam ediyor. Bu espri çukolata renki Fransızın hoşuna gidiyor. Gururu okşanıyor. Kahkahayı atıyor. Bende gülüyorum.
Eğleniyor muyum? Evet.
Yandaki arabanın sürücüsü ile göz göze geliyoruz. Siyah gözlüklerinin arkasından bana bakıyor sanki. Gözlerini göremiyorum ki. Ama yüzü bana dönük. Çok ciddi. Gülüşüm yüzümde donuyor. Bana neden yan baktın diye cinayetlerin olduğu bir memlekette Bana niye güldün diye hayli hayli cinayet işlenebilir yani. Hatta Sayın Hakim sabah sabah pişkin pişkin gülüyordu dese hafifletici sebep bile olabilirdi.
Merhaba manasında el salladım. Oda ciddi bir şekilde başını merhaba anlamında salladı. Çok şükür bu günde ölmedim anne diyesim geldi.
Sunucu ve Çukolata renkli Fransız reklama girerken ben frekansı değiştirdim. Bir kanalda güzel bir müzik parçası, Roberta Flackten Killing me softly çalıyordu. Meslektaşım Ertuğrul Özkök gibi özel bir müzik zevkim ve özel parçam da yoktur. Ama 20 yıl önce ilk kez dinlediğim bu parçanın benim için çok özel bir anlamı var. İlk aşkım. İlk dansım bu parçayla olmuştu.
Bir an için o serin ağustos akşamına gittim. Bu parça eşliğinde dans ettim.
Ne güzel günlerdi. Neden hep geçmişe ne güzel günler diye bakarız bilmiyorum
Dansım biterken Whitney Houstondan I have Nothing parçası çalmaya başladı. Ne güzel şarkıcıydın be Whitney. Ne vardı bu kadar erken ölmeseydin diye düşündüm.
Ölüm geldi aklıma. İrkildim.
Kanalı değiştirdim. Ölümü düşünmek istemiyorum çünkü.
Kanalda sunucu en ciddi sesi ile haberleri sunuyor. Bir yerlerde birileri öldürülüyor yine ülkemizde.
Kaçmaya çalıştıkça gözümüze giriyor, sokuyorlar adeta.
Keşke ölümler olmasa, gençler romantik müzikler eşliğinde dans edebilseler.
Aşkı, sevgiyi bilmiyorlar bence. Sevgisiz yetiştiriliyoruz.
Babam geldi aklıma. Bir gün bana sarıldığını, beni sevdiğini söylediğini hatırlamıyorum. Sonra rahmetli annem ve sevgisi
Ne kadar özlemişim. Gözümden yaşlar boşaldı.. Yan tarafa bakıyorum. Yine siyah gözlüklü şoförle göz göze geliyoruz. Bu sefer o hemen yüzünü çeviriyor. muhtemelen az önce kahkaha atıyordu, şimdi ağlıyor. Kesin psikopat bu diye düşündü.
Böyle bir ülkedeyiz işte. Gülüyoruz bazen, bazen de ağlıyoruz.
Hep gülebilsek keşke Ne Güzel olurdu..