Sayfa Yükleniyor...
Bir kaç gün kafamı boşaltmak üzere geldiğim deniz kenarındaki sakin bir koyda, dalgalar kıyıya vururken, küçük bir kafede oturmuş etrafa bakınıyorum. Kafenin sahibi orta yaşlı kadın ve çocukları 'misafirleri'ni memnun etmek için o masadan o masaya koşturuyorlar. Bir taraftan boşalan bardak ve tabakları toplarken, diğer taraftan yeni siparişleri alıyorlar.
Arka fonda protest müzik -ağırlıklı olarak Ahmet Kaya- parçaları çalıyor. Bir Ege kasabasına göre alışılmışın dışında müzikler gibi geliyor bana nedense.
Kafenin arkasındaki boş alanda kurulmuş çadırlarda kalan çoğu genç, kadınlı erkekli gruplar, hallerinden memnun bir şekilde masalarında yemek yerken, bir taraftan da sohbet ediyorlar.
Önümde bir kaç saat önce tanışan iki ayrı masadaki iki grup bir vesile ile birbirleriyle konuşmaya başladılar. Masadan masaya konuştukları için söylediklerini kulak kabartmama gerek kalmadan rahatlıkla duyabiliyorum. Önce nereden geldikleri, meslekleri, burayı nasıl keşfettiklerini anlatıyorlar.
Biri müzisyen biri arkeolog olan sağ masadaki genç çift, bu yerin ülke gündeminden uzaklaşmak için birebir olduğunu söylerken, sol masadaki genç erkek gündemi tamamen değiştirmenin en iyi yolunun ülke değiştirmek olduğunu gülerek söyledi.
Arkeolog kadının yurtdışında bir dönem kaldığını ancak orada mutlu olamadığını, Türkiye'nin dünyanın en güzel ülkelerinden biri olduğunu söylemesi de onun fikrini değiştirmedi. Genç adam bir dönem okuduğu İtalya'ya tekrar gitmenin yollarını aradığını burada yaşamaktansa bir İtalyan köylüsü olmayı tercih edebileceğini, gelecekten pek de umutlu olmadığını verdiği bir kaç örnekle ispatlamaya çalıştı.
Sohbet karşılıklı örneklerle sürerken, kafenin sahibi kadın, "Bu gece meteor yağmuru olacak. Işıkları kapatıp gökyüzünü seyretmeye ne dersiniz?" deyip kimsenin cevabını beklemeden ışıkları söndürdü. Önümdeki iki masa da dahil hiç kimse bu teklife itiraz etmedi. Öyle ya herkes buraya kafa dinlemeye gelmişti.
Ben de herkes gibi kafenin önündeki duvara, boş bir yere oturdum. Gökyüzünde parlayan yıldızlara baktım. Hangisinde hayat vardı acaba? Biz burada yaşıyor, yiyip içiyor, hissediyor olduğumuza göre onların hangisinde hayat olabilirdi?
Oradaki hayat daha mı güzeldi? Yoksa onlarda biz insanlar gibi başka hayatlara saygı duymaksızın, her şeyi hızlıca tüketip yaşadıkları yeri çekilmez bir hale mi getiriyorlar? Belki bir süre sonra bu sessiz koy da pek çok kişi tarafından keşfedilecek, kirletilip bu güzelliğini yitirecekti. Bir an bu gerçek karşısında ürperdim.
"Bak hayatım yıldız kaydı. Hadi dilek tutalım" dedi genç kız sarıldığı erkek arkadaşına. "Keşke onun gibi düşünebilseydim" diye üzüldüm. Keşke hiç bir şey düşünmeden sadece anın tadını çıkarabilseydim. Keşke...