2

Ölürken Elimi Tut


  • Oluşturulma Tarihi : 11.11.2015 08:11
  • Güncelleme Tarihi :

‘Bunun yaşlılığı da var. Ben ölürken yanımda olacak, elimi hiç bırakmayacak bir eş istedim. Çünkü zaman gelip geçer, sende yaşlandığında yalnızca gözünün içine aşkla bakan biri olur umarım’ dedi bana.

Konu aşk ve evlilikti.

‘Nerden biliyorsun ki yaşlanacağını, belki şu an göğüs kafesinin solunda, sana hayat veren kalbin ‘pes ediyorum artık’ diyecek ve hayat senin için bitecek’ dedim.

‘Allah korusun ya. Ne kadar olumsuz şeyler düşünüyorsun!’ dedi birazda kızarak.

‘Ama gerçek bu değil mi? Kimin ne kadar yaşayacağını kim bilebiliyor?’

‘Canım orası öyle de kimse erken ölmek istemez ama.’

‘Erken ya da geç. Buna kim karar veriyor ki?’

‘Off deniz ya. Neyin var? Bunalımda mısın?’ dedi.  Gözlerimin içine dikkatle bakıyor, içimden geçenleri okumak istiyor gibiydi.

‘Canım benim, bunun ne benimle, nede benim bunalımda olmamla hiçbir alakası yok. Aslında ölüm bazen çok yakınımızda geziyor. Ancak biz onu görmüyoruz. Hep yaşlılar mı ölüyor? Hayır, kimisi çok genç ölüyor mesela.’

‘Haklısın canım ya’ dedi. Söylediklerim onu düşündürtmüştü. Başını pencereye doğru çevirip düşünmeye başladı. Hiç ses çıkarmadım.

Bir süre düşündükten sonra bana doğru döndü.

‘Aslında çok haklısın biliyor musun. Mesela Meral vardı, bizim karşı komşunun kızı, hatırlıyor musun onu?’

Bahsettiği kızı mahallemizde tanımayan yoktu ki. ‘Kızıl’ koymuştuk ismini. Uzun dalgalı kızıl saçları, uzun boyu, düzgün fiziği ile mahallemizdeki tüm genç erkeklerin rüyalarını süslüyordu. Evden çıktığında sokakta maç yapıyorsak hakem düdük çalmış gibi dururdu herkes. Meral yazları taytı, şortu, mini eteği, kışları yine mini eteği ve dizinin üstüne kadar çıkan gri botları ile aramızdan sallana sallana geçerdi. Göz göze geldiğimizde sadece göz kırpar, hiç konuşmazdı. Onun geçtiği yere yakın olanlar şanslıydı. Ardında parfüm kokusu, krem kokusu, saç spreyi kokusu, güzel insan kokusu bırakırdı çünkü. O gidinceye kadar kimseden çıt çıkmazdı. Sonra ‘Oğlum var ya bana baktı,  yok bana daha uzun baktı, bana güldü, bana göz kırptı, kesin beni seviyor’ gibi geyiklerin döndüğü ergen muhabbetleri olurdu aramızda.

Kimsenin sokakta olmadığı bir gün cesaretle arkasından otobüs durağına kadar gittim. Amacım bir fırsatını bulup ona açılmaktı.

Durakta beklerken bir türlü cesaretimi toplayıp bir şey söyleyememiştim. Tam yanına yaklaşıp konuşacağım anda bastonu ile beni dürten Fethiye Teyze ‘çocuğum duymuyor musun çek beni’ diye sinirle bana sesleniyordu. Elinden tuttum, kaldırımdan yukarı çıkardım.

‘Kızıl’ı duraktaki bankın kenarına doğru ‘kay bakim ileri kızım’ diye itip, oturdu.

‘Ay ay nefes nefese kaldım ayol, şurdan şuraya’ diye evi gösterdi. Zaten evinin durağa çok yakın olduğunu biliyordum. Ayakta, durağa yaslanmış şekilde, Kızıl’a kilitlenmiş vaziyetteydim. Fethiye Teyze birden bana döndü. Gözlüğünün üstünden bana baktı. Sonra dönüp kaşlarını çatarak Kızıl’a baktı. Sonra tekrar bana döndüğünde kafamı çevirmiş yola bakıyor gibi yapıyor, göz ucuyla da onu izliyordum. İçimde bir korku, bir telaş başladı. Sanki içimden geçenleri okuyor, benim burada Kızıl için beklediğimi anlıyor gibiydi. Suratını ekşittikçe ekşitiyor, elini yelpaze gibi kullanarak temiz havayı kendine doğru yönlendirirken ‘Uff, pufff ‘ diye sesler de çıkarıyordu.

Eyvah. Yaşlıların gençlere ‘anlayışsız’ yaklaşımlarını diğer herkes gibi bende biliyordum. Üstelik mahallenin temiz, efendi çocuğu olarak bilinen ben, mahallenin kızı ile durakta yalnız yakalanmıştım. Bunun başka ne anlamı olabilirdi ki? Ya Fethiye Teyze anneme, ‘sizin oğlan Rukiye hanımın kızı Meral’le durakta yalnız duruyor, anlamlı anlamlı bakıyordu’ derse?

Ya annem, ‘utanmıyor musun komşumuzun kızına bakmaya!’ derse?

Eyvay eyvah.

İçim içimi yerken Fethiye Teyze eliyle bana yaklaş işareti yaptı. Yanına eğildim. Sesini kısarak ‘Bu kız kim?’ dedi. Bir an için başka birini soruyor diye etrafa baktım. Gözleri ile ‘yanımdaki’ diye işaret etti. Vaziyeti hemen anladım. Fethiye Teyze Meral’i tanımamıştı.

Öyle ya 10 yaşına kadar altına işediği için ‘Sidikli Meral’ diye tüm mahallenin dalga geçtiği bu kız büyüdükçe serpilmiş, çirkin ördek yavrusundan bir kuğuya dönüşmüştü. Doğal olarak Fethiye Teyze onu tanıyamamıştı.

Yırtmıştım. ‘Galiba yabancı’ dedim sessizce. Yüzünü buruşturarak bir daha dönüp baktı.

‘Sürdükçe sürmüş kokuyu, nefes alamıyorum’ diye söylendi.

Allah’tan bir süre sonra otobüs geldi, Fethiye Teyzeyi otobüse çıkardıktan sonra ‘ Tüh cüzdanımı evde unuttum’ deyip geri döndüm.

Daha sonra da hiç ‘açılım’ yapamadım. Mahallemizden başka kimse de Kızıl’a yaklaşmaya cesaret edemedi. 

Ama başka semtten biri cesaret edip ona yaklaştı.

Evlendiler, iki çocukları oldu. Sonra kimisi ‘kıskançlık krizi’, kimisi ‘bunalım’, kimi de ‘geçinemiyorlardı ‘dedi. Adam ‘Ölümümüzden kimse sorumlu değildir’ diye yazıp sorumluluğu üstüne aldı. Önce onu, sonra kendini vurdu. Yan yana, el ele bulundular.

Öldüğünde 36 yaşında, ikisi de kızıl, bir kız, bir erkek çocuğu annesiydi.

‘Hatırlıyorum Meral’i’ dedim.

‘Aklıma geldi birden.  Bana ben öldüğümde elimi tutacak biri ile evlenmek istiyorum’ demişti’ deyip ağladı.

Söylenecek bir şeyde yoktu ki.

‘Offf. İçimi baydın, içimi, vazgeçtim ben evlenmekten, kimse elimi tutmasın!’  dedim.

‘Ama yaşlılık’ der gibi baktı. Kaşlarımı çattım, sustu.

Ölürken Elimi Tut
Dr. Deniz Arslan
Yazarımız Kim ?

Dr. Deniz Arslan