Sayfa Yükleniyor...
Bu sabah her zamanki saatte, horozlar uykudayken, telefonumun alarmı çaldı. Diğer pek çok günden farklı olarak yüzümde bir gülümseme ile mutlu bir şekilde gözümü açtım. Mutluluğumun güzel ve iyi bir sebebi var ama nazardan koktuğumdan ne kadar ısrar etseniz de yazmayacağım.
Hayır! Valla söylemem. Boşuna ısrar etmeyin. Çünkü böyle bir inanışım var. İnanıştan öte kendi kendime bilimsel olarak kanıtladığım bir şey. Ne zaman çok arzuladığım bir şeyi tamam olmadan birine anlatsam o iş bir şekilde bozuluyor.
Onun için kusura bakmayın. Tamam, okurlarımdan ayrım gayrım yok sizden bir şey saklamıyorum ama biraz sabır lütfen.
Şimdilik bende kalsın. Umarım, dilerim, isterim ki her şey yolunda giderse ileride sizinle de paylaşırım. Tabi bu arada kalbi temiz olanlarınızdan bir ricam var; bu bahtsız ve şanssız kardeşsinize hiç olmazsa bu işinin yolunda gitmesi için duanızı da eksik etmeyiniz.
Önce yatakta biraz düşündüm, telefona baktım, Facete, Instagramda paylaştığım resmi ayıp olmasın diye beğenen arkadaşlarımın resimlerini beğendim.
Sonra yavaş yavaş gerinerek banyoya doğru yürüdüm. Ev arkadaşım Erdinçin kapı kenarına bıraktığı terliğe ayağım takıldı, tam duvara kızgın bir koç gibi toslayacakken son anda kendimi tuttum ve doğruldum. Ulan senin de, terliğinin de diye ağır bir şey söyleyecek gibi oldum, mutlu olduğumu hatırlayınca vazgeçtim, gülümsedim.
Ellerimi, yüzümü buz gibi suyla birkaç kez yıkadım. İnsan mutlu olunca soğuk suyu bile önemsemiyormuş, bunu fark ettim. Mutfağa geçtim. Roka, maydanoz, marulları güzelce yıkayıp poşete koydum. Üzerlerine biraz tuz ve limon serptim. Diğer poşete de pazardan aldığım tuzsuz lor peynirinden büyük bir parçayı koydum. Bu sabah simit, lor peyniri ve yeşillikten oluşan bir kahvaltı yemeyi planlamıştım. Düşündükçe ağzım sulandı, mutlu oldum.
Arabama gidip işyerime doğru yola çıktım. Arka taraftan radyoda sabah sabah büyük bir keyifle gülen- ki sabahları nasıl oluyor da bu kadar enerjik oluyor bilemiyorum- adamın sesine karışan bazı sesler duydum. Bu durum beni mutsuz etti.
Kenara çekip kontrol ettim ancak bir şey bulamadım. Bu şekilde çok uzun yol almayı istemediğimden arabayı yavaş yavaş sürerek yolumun üstündeki sanayi sitesine girdim. Sabahın o saatinde bile pek çok dükkan açıktı. Çorbacılarda birkaç işçi dumanı tüten çorbayı üfleyerek içiyorlar, çıraklar ellerinde süpürgeler ile dükkanları temizlerken ustalar ellerinde çay ve sigara ile o gün çalışacakları alet edevatları kontrol ediyorlardı. Kimse ne mutlu ne de mutsuz görünüyordu.
Arabamı önüme gelen ilk dükkana doğru sürdüm ve yüzüne zoraki mutlu bir ifade vermeye çalışan ustaya şikayeti anlattım. Arabada arıza çıkmasından çok özenle hazırladığım kahvaltılıkları yiyemeyeceğim için üzülüyordum.
Usta Abi şurada bir çay ocağı var. Sen orada bir çay iç, ben bir bakıp sana haber vereyim deyince kahvaltı yapmak için vaktim olduğunu düşünüp tekrar mutlu oldum.
Arabadan kahvaltılıkları aldım ve çay ocağına doğru içimden lala la, lala la diye şarkı söyleyerek yürüdüm. Yol üstünde arabasında simit, boyoz, poğaça gibi şeyleri satan bir adam görünce mutluluğum katlandı. Simidimi de alınca artık her şey hazırdı.
Girişte çay ocağı yazan, etrafı tente ile çevrili, içeride iki kişinin zorlukla sığabileceği üç masa ve bir iki sehpanın olduğu küçük bir odaya girdim. Her masa da birer kişi oturuyor, birbiri ile konuşuyorlardı. Ben içeri girince birden sessizlik oldu. İçlerinde en genç olanının olduğu masaya yaklaştım, hiçbir şey sormadan karşısına oturdum.
Bir duble çay lütfen diye seslendim içeriye.
Nazif bir duble çay istiyor arkadaş diye daha yüksek bir sesle içeriye tekrar etti köşedeki masada oturan ellili yaşlarındaki sakallı. Demek ki ben yeterince bağırmamıştım. Sakallı içeriye seslenirken bir yandan da yukarıdan aşağıya beni süzüyordu.
Karşımdaki genç bir eli montunun iç cebinde olduğu halde direk gözümün içine bakıyordu. Bir an Acaba çay ocağında yapılan gizli bir mafya toplantısına mı girdim? diye düşündüm.
Gerildim
Devamı yarına .