Sayfa Yükleniyor...
Buraların hiç tadı yok sensiz
Hiç tadı yok içtiğim sigaranın
Kahvenin
Ve seni düşünmenin
Acı veriyor artık her şey
Mesela sevmiyorum artık inciri
Bu evi
Evdeki her şeyi
Her şey seni hatırlatıyor
Harabeye çevirdin içimi
Bir kitapta okudum bu şiiri. Aklıma getirdi yine seni. Zaten hiç unutmuyorum ki. Ama unutmak istiyorum inan ki. Kendime çok kızıyorum. Ne olmuş ki? Ayrıldık diye dünyanın sonu mu geldi?
Bırakmak istiyorum bu evi. Aynen o şiirdeki gibi. Karar verdim geçen gün. Mahalledeki emlakçıya gittim. Hani sokağın başındaki dükkan vardı ya. Hani saçlarını boyatan genç bir çocuk vardı ya. Hatırladın değil mi?
Evimi kiraya vermek istiyorum ve aynı zamanda başka bir eve çıkmak istiyorum dedim.
Şaşkın şaşkın yüzüme bakıp Anlayamadım dedi.
Bir daha aynı şeyi tekrarladım ama o yine anlamadı. Sizin eviniz var ve oradan çıkıp başka bir yere mi taşınmak istiyorsunuz öyle mi? dedi. Evet dedim. Peki dedi dudağını bükerek. Manyak mıdır nedir diye düşündüğüne eminim. Sonra birkaç ev de baktık. Denize bakan bir ev gösterdi. Üstelik o kadar geniş balkonu vardı ki. Seninle akşam yemekten sonra balkonda Türk kahvelerimizi yudumlayıp içtiğimizi düşündüm. Birden yüksekten korktuğunu hatırladım. Beğendiniz mi dedi. Evet, çok dedim ama bir gün gelirsen ve evde-evimizde başkalarını görüp geri gidersen diye oraya taşınmaktan vazgeçtim.
Ne yaptınız, karar verdiniz mi? diye sorup duruyor o emlakçı. Aslında nazik birine benziyor ama artık onu görmemek için arka sokaktan dolanıp geliyorum. Arka sokakta bahçesi olan bir evde yaşlı bir amca ile tanıştım geçenlerde biliyor musun? 65 yıl evli kalmışlar ve 4 ay önce eşini kaybetmiş. Teyzeyi anlatırken ağladı. O kadar yalnızdı ki. Düşünsene 65 yıllık bir yalnızlık onun ki. Oysa bizim bunun kaçta kaçı değil mi? Ama bende ağladım aynen onun gibi. Sormadı oda nedenini.
Şimdi sık sık çay içmeye gidiyorum yeni arkadaşıma. Hem kendimi unutmak hem de onu dinlemek için. Çok uzun süren aşk hikayelerini ve anılarını dinliyorum. Siz hiç ayrılmadınız mı? diye sordum ona. Ayrılık? Bizim lügatimizde böyle bir kelime yoktu ki. Ayrılık ancak ölünce olurdu eskiden. Biz bırakmadık ki kolay kolay birbirimizi dedi. Öyle imrendim ki. Bir an için eski zamanlarda seninle beraber olmayı diledim. Ayrılığın lügatimizde olmadığı zamanlardaki gibi. Oysa sen ne kadar kolay bıraktın şimdiki zamanda. Ne kolay unuttun. Bir gün konuşursak tekrar en çok merak ettiğim şey bu biliyor musun? Ne yaptın? Nasıl bir yol buldun? Nasıl bu kadar kolay
Oysa ne zor seni unutmak. Her şeyde birinin aklına gelmesi ama her şeyde. Her şeyde biri aklına gelir mi? Ne saçma değil mi? Okuduğum kitapta, dinlediğim şarkıda, yemekte, yatakta. En zoru da orada biliyor musun. Yatağa girdiğinde, her şey sessizken daha da sessizleşiyor etraf sanki. Büyüdükçe büyüyor o yatak. Peki uyku? Aslında ne kadar zor gelen bir şeymiş. Geçenlerde bir şey icat ettim yatakta mesela. Uzun yol şoförlerinin birini sevip ayılmaları sağlanırsa aylarca uykuları gelmeyebilir. Böylece kaza yapma olasılıkları düşer biliyor musun? Sonra da Ya benim gibi acı çekerlerse diye düşündüm. Ne kadar saçma değil mi? Ama öyle saçma şeyler geliyor ki aklıma.
Neyse ben daha fazla saçmalamak istemiyorum.
(22 Ocak, 29 Şubat ve 11 Nisan, 9 Mayıs, 13 Haziran 2016 tarihli mektupların devamıdır.)