Sayfa Yükleniyor...
Abi sen nasıl atlattın? dedim.
Derin bir nefes çekti. Bir şey söyleyecek gibi kıpırdandı vazgeçti. Arkasına yaslandı. Deniz kenarındaki salaş restorandaki yer yer çürümüş, boyaları dökülmüş pencere pervazına elini koydu.
Dışardan öyle mi görünüyor? dedi.
Sol eli aynı yerde dururken, sağ eline çatalı aldı, deniz börülcesinin olduğu tabağa batırdı, bir çatal aldı. Ağzına doğru götürürken çatalın dişleri arasından bir küçük börülce parçası masa üzerine serilmiş olan gri kağıdın üzerine düştü. Deniz börülcesi içindeki limon ve zeytin yağı düşen parçanın etrafında, kağıdın içine doğru yayıldı. Çatalı masaya bırakıp eliyle düşen o parçayı da ağzına götürdü. Parmaklarında kalan yağı ağzı ile yaladı.
Yani yaşamak diyorsan eğer. Yaşıyorum evet. Ama hiçbir zaman onu unutmadım. İşin kötü tarafı da ne biliyor musun? Unutmaya çalıştıkça aklına geliyor insanın. Mesela az önce o börülceyi yiyip elimi yaladım ya. Çok kızardı bana. Offf yapma böyle midem bulanıyor derdi. Sonrada elimi çantasından çıkardığı kolonyalı mendil ile silerdi. Her daim kolonyalı mendil olurdu çantasında. Lavanta kokulu kolonyalı mendiller. Ellerimi, ağzımı, bıyıklarımı, dudaklarımı, her yeri o lavanta kokulu mendillerle silerdi. Çocuk gibi, bebek gibi davranırdı bana. O sildikçe annem gibi severdim onu, silip beni öpünce de sevgilim olurdu. Kimse silmedi bir daha beni böyle biliyor musun? Ne basit bir hareket değil mi? Ama ne kadar da akılda kalıyor. Atlatmış mı oluyorum sence dedi bana.
Seni çok sıkıntılı gördüm, bu akşam kimseye söz verme, Mehmet Aliye gideceğiz. Hem balık yeriz hem de Mehmet Alinin o nefis mezelerinden yeriz biraz. Haaa bu arada sen içmek zorunda değilsin. Rakıyı sevmezsin biliyorum ama umarım bana doktorluk taslayıp Abi çok içme falan demezsin. Tamam mı? demişti. Buraya benim sıkıntılarımı konuşmaya gelmiştik.
Mehmet Alinin yeri son iki yıldır sıklıkla geldiğim bir yer. Zaten onun sayesinde Mehmet Ali ve onun lezzetli mezeleri ile tanışmış bir daha da başka bir yere gitmek istememiştim.
Oldum olası çok yer değiştiren biri değilim ki zaten. Berber Eminin gözleri artık görmemeye başlayıncaya kadar, neredeyse 30 yıldır aynı berbere giderdim. Ama zaman hızla geçiyor ve simsiyah saçlı o adam bembeyaz bir hal aldı. Son iki yıldır görme probleminin yanında elinin titremesi de eklenince artık işini yapamaz oldu. Köşedeki kafesin içindeki sarı ve lacivert adlı muhabbet kuşlarını da alarak kapattı o dükkanı. O zamandan beri saçlarımı uzatıyorum. Gitmedim bir daha başka bir berbere.
Şimdi nasıl anlatayım yeni berbere ne istediğimi, neleri sevdiğimi, neleri sevmediğimi? Ben kimseye kolay kolay bir şey anlatamam ki. Onun anlamasını beklerim genelde. Böyleyim işte. Baktığım zaman gözlerimden ne istediğimi okumasını bekliyorum. İsmini anmak bana acı veriyor.
Söylemek istemiyorum.
Ama Oda anlardı ne demek istediğimi.
Hatta söylemek istemediklerimi.
Gittiği günde anlamıştı benim aslında ona bakmadan gitme demek istediğimi. Ama gitmeyi tercih etmişti.
Şimdi açmıyorum kapımı kimselere. Saymıyorum da ne kadar zaman geçtiğini. Bir sıkıntın var diyor dostlarım. Evet bir sıkıntım var biliyorum bende diyemeden, Yok canım. Ne olsun ki. Çok şükür her şey yolunda diyorum.
Bu sıkıntımı konuşmak için gelmiştik güya bu gün buraya. Ama ben yine her zamanki gibi kendi sıkıntımı konuşmak yerine karşı bir atakla konuyu ona ve onu terk edip giden eski aşkına getirmiştim.
Hatalıydım be Denizciğim. Kıymetini bilemedim. Sandım ki herkes aynıdır. Ne olacak biri gider biri gelir diye düşündüm. Ama giden kendi ile beraber bazen seni de götürürmüş, bilemedim dedi. Kadehini kaldırdı. Bir seferde bitirdi.
Buda onun için olsun be. Umarım bari sen mutlusundur dedi eski sevgilisine.
Umarım bizde mutlu oluruz be abi dedi.
Umalım Denizcim, umalım. Umut güzeldir dedi ve sustu.