Sayfa Yükleniyor...
Kocaelinde, körfezin güney kesiminde, deniz kenarındaki otelimde dışarıyı seyrediyorum.
Körfez üstünde gezen martıların çığlıkları, amaçsızca gezinen bir iki sokak köpeği ve balıkçı barınağında bir bekçiden başka dışarıda kimse yok.
Saat sabahın altısı ve yine vücut saatim hiç olmadık bir zamanda uyandırdı beni. Bir kez uyandığım zaman bir daha uyumamın imkansız olduğunu bilecek kadar kendimi tanıyorum.
Eşofmanlarımı giydim. Spor ayakkabılarımın bağcıklarını sıkıca bağlayıp sahile indim. En azından biraz yürüyüş yaparak kahvaltıya kadar kendim için faydalı vakit geçirmeye karar vermiştim.
Aşağıya, balıkçı barınağının yanına indiğimde bekçi, Yunuslar diye heyecanla bağırdı. Sigara içmekten bıyıkları sararmış, gözlüklü, gri saçlı, yaşlı adam, parmağı ile denize yakın bir noktayı işaret ediyordu. O noktada bir kaç tane yunus suya dalıp çıkarken, bir grup martı onların üzerinde dönüp duruyor, arada denize hızlıca dalıp çıkıyorlardı.
Yaşlı adam, benim yüzümde, hayatımda görmediğim bir şeyi görmüş olmanın şaşkınlığını görmek istiyor gibi bana bakıyordu.
Burada yunus görülmez mi? dedim.
'Uzun zaman oldu görmedim. Eskiden çok gelirdi. Ama körfez kirlendi. Balık çok azaldı. Neredeyse yok artık. Bunlar ya yolunu şaşırdılar ya da açlıktan artık 'Burada bir şey bulabilir miyiz?' diye geldiler galiba' dedi. Biraz durdu. Balık ne arar ki artık burada dedi. Biraz daha düşündü. 'Gerçi balık olsa da yenir mi?' dersen, 'Yenmez' derim' dedi üzüntüyle.
'Neden?' dedim.
'Kirlilikten' dedi.
'Bak' dedi. Eliyle uzakta sıra sıra yan yana dizilmiş büyük yük gemilerini gösterdi.
'Bunlar tüm pisliklerini bu körfeze boşaltıyorlar. Yağdan, kirden canlı mı kalır burada?' dedi.
'Temiz miydi buralar peki?' dedim.
'Olmaz mı? Buraların hepsi pırıl pırıl suydu. Yüzerdik. Şimdi yüzsek acaba ne zaman hasta olacağız diye korkuyoruz' dedi.
'Üzüldüm' dedim.
'İnsanlar işte. Her şeyi kirletiyorlar. Bak mesela adam içmiş atmış' diyerek kumsaldaki sigara izmaritlerini, boş bira kutularını ve kırılmış şişeleri gösterdi.
'Her gün burayı 10 adam temizliyor ama bitmiyor insanların pisliği' dedi.
Ben kıyıya bakarken o devam etti. 'Bazen elime bir silah alayım, çöp atanı vurayım diyorum, o kadar sinirleniyorum yani!' dedi. 'Tövbe tövbe' dedi.
Cebinden gümüş bir tabaka çıkardı. Yavaşça açtı. İçindeki incecik yapraklardan bir tane alıp içini tütünle doldururken 'Ben hazır cigaralardan içemiyorum. Nefes darlığı yapıyor. Bu tütünü Bitlisten getirtiyorum, içimi çok güzel' dedi. Bu esnada sigarayı sarmayı bitirmiş, dili ile ıslattığı yaprakları birbirine yapıştırıyordu.
'Sana da sarayım mı bir tane?' dedi.
'Ben kullanmıyorum' dedim.
'En iyisini yapıyorsun. Bende bırakayım diyorum ama artık yaşım geçti. Bundan sonra yaşasam ne olur yaşamasam ne olur. Zaten hayattan bir şey anlamadım. Gençken şurasını bedava veriyorlardı. Bataklık diye almadım. Bak şimdi trilyonluk olurdum. Şimdi sabaha kadar, bu soğukta, yaz kış bu teknelere bekçilik yapıyorum' diye önce kaldığım oteli sonra da barınaktaki lüks yatları gösterdi.
'Onun için içeyim 'dedi bir nefes alarak. Ben, geçmişte, 'Buralar bir zamanlar çok ucuzdu' diyen bir sürü insanı kafamdan geçirirken, 'Gel bir çay içelim' diye küçük, tahta kırık dökük kulübeye davet etti.
'Ben aç karına çay içemem. İnşallah akşam bir çayını içmeye gelirim' dedim.
'Beklerim' dedi. Ben kıyıda yürümeye başlarken o denize doğru, düşüncelere dalarak sigarasını içmeye devam etti.