Sayfa Yükleniyor...
Yürüyelim Sonsuzluğa El Ele
Bedenim yaşadığım hayatın bıraktığı izlerden yorgun. Artık otururken zorlukla, çevredeki eşyalara tutunarak kalkıyorum. Nefes nefese kalıyorum yürürken. Hele bu öksürük hiç kesilmedi son günlerde. Kansersiniz dedi yüzüme genç doktor. Acıma, üzülme belirtisi yoktu yüzünde. Kolayca, hiç zorlanmadan söylemişti bu kelimeyi. Oysa benim beynimde defalarca yankılandı. Kansersiniz . Tıp çok gelişti, ilaç tedavisi, ışın tedavisi, bir sürü şeyler var. Beraber mücadele edeceğiz dedi yine sanki ezberlenmiş bir metni okur gibi.
Mücadele etmek artık benim için mümkün değil. Hele o ağır ilaç tedavilerini kesinlikle kaldıramam. Zaten daha fazla yaşamamın ne anlamı var ki? Bu saatten sonra kalkıp eskisi gibi enerjik bir şekilde işe mi gideceğim? Yoksa döndüğümde büyük bir heyecanla oğluma sarılıp ona aldığım oyuncakları mı göstereceğim. Sahi ne kadar zaman oldu ona sarılmayalı? En son iki yıl önce mi gelmişti? Yoksa daha mı fazla oldu? Oysa şimdiki gibi net hatırlıyorum doğduğu günü. Minnacık elleriyle işaret parmağımı sımsıkı tutmuştu. Keşke hiç büyümeselerdi. Keşke hep korktuklarında sarıldıkları yaşta kalsalardı.
Ama zaman işte. O şimdi çok çok uzak bir ülkede, kendi hayat derdinde.
Kendini kurtarsın, bir meslek sahibi olsun da başka bir şey istemem diye dua etmiştim hep. Keşke bütün bunları dilerken hep yanımızda kalsın da deseymişim. Keşke haftasonları birden kapımızı çalıp Torununuzu özlemişsinizdir deyip oturmaya gelseydi. Torunum... Ah güzel torunum benim. Keşke senin o küçük elini tutup parka götürebilseydim. Ya da bakkala annenin yasakladığı şeyleri gizli gizli almaya. Nasılda kıskanıyorum komşu Hacı Ramazanı ve torunu Yahyayı.
Kanser olduğunu söylemeyeceğim oğlana. Huzursuz olmasın. Gelmek istese gelemez. Gelmesini de istemem zaten. Düzeni bozulmasın.
Sevdiğim, kadınım, ruhumun öteki yarısı; sen de pek iyi sayılmazsın. Belin iyice büküldü, ellerin gittikçe daha da küçülüyor sanki. Sabahları artık zorlukla kahvaltı masasını hazırlıyorsun farkındayım. Dile kolay tam 50 yıl geçirdik seninle. Okulda seni gördüğüm ilk günü, buluştuğumuz pastaneyi, o gün ne giydiğini, o gün ne içtiğini, evlendiğimiz günü, bana sevgi ile sarılışını... Hiçbirini unutmadım. Çok güzel zaman geçirdik seninle. Hiç ayrılmadık ki. Hep sen ve ben olduk, bir de oğlumuz. Güzel yaşadık be. Kimseyi incitmedik, üzmedik. Şimdi de üzmeyelim diyorum.
Zaten Bizden birine ağır bir hastalık gelirse beraber gideceğiz diye konuşmuştuk çok önceden. Ben zamanımı doldurduğumu düşünüyorum. Buradan giderken elli yıldır yaptığımız gibi el ele gitmek istiyorum. Cehennem de yanacaksak da beraber yanalım istiyorum. Zaten ben cenneti burada seninle yaşadım ki .
Benim pek de vedalaşacağım kimse yok. Zaten senden başka kimsemin de olmasını hiç istemedim. Hep senin yanında olmak istedim ve ömrüm boyunca da oldum. Çok şanslıyım ki senin gibi birine rastladım. Ama merak eden dostlar için bir şey yapalım. Nasıl geçti habersiz parçasını 50 yıl birlikte mutlu yaşadıktan sonra, şimdi onurumuzla gitme zamanı. Sizi seviyoruz. Hoşça kalın dostlarım diye yazıp paylaşalım ne dersin?
Neyimiz varsa satıp muhtaçlara dağıtalım. Zaten oğlanın ihtiyacı yok artık paraya pula. Yapacağımız şey günah ya, belki o dualar hafifletici sebep olabilir hani. Sonra son bir tatil yapalım. Çeşmeye, hani oğlanla gittiğimiz ilk tatildeki otele gidip orada onu denize soktuğumuz kumsalda el ele yürüyelim istiyorum. Sonra iskeleye yürüyelim yine el ele Düğün salonuna girer gibi Etrafta meşaleler ve havai fişekler patlıyormuş gibi hayal edelim. Alkış tutuyor sevdiklerimiz bize Son bir defa bakalım gözlerimize ve yürüyelim sonsuzluğa her zaman olduğu gibi el ele
Hoşça kal oğlum, hoşça kal torunum, hoşça kalın dünyadaki iyi insanlar ..
Bu hikaye beraber 50 yıl mutlu ve huzurlu bir hayat geçirdikten sonra kimseye yük olmamak için yine bu dünyadan beraber gitmeyi seçen Altan ve Ülker Çetin için yazılmıştır.
Rahmetle .