Sayfa Yükleniyor...
İnsanoğlu eşrefi mahlukattır. İnsan, yaratılmışların en şereflisi olunca onun bütün organları ve parçalı da mükerrem ve saygıya değerdir. Göbek bağı da her ne kadar atılması gereken ya da önemsiz gibi görünen bir insan parçası da olsa en nihayetinde yaratılmışların en üstünü olan insanın bir parçasıdır. Durum bu olunca göbek bağı kesildiğinde müsait bir yere gömülmelidir. Ancak halk arasında var olan göbek bağının gömüleceği yerin bebeğe etki edeceğine dair inancın İslam dininde yeri yoktur. Bu tarz düşünceler daha çok batıl ve hurafe olan inançlardır. Bebeğin ahlaki özellikleri ailesinden ve çevresinden edineceği eğitim ve izlenimlerle oluşur. Durum bu olunca ailelerin bebeğin göbek bağından önce çocuklarına nasıl bir eğitim vereceklerini düşünmeleri gerekmektedir.
İslam’a göre bir kimsenin herhangi bir malı satabilmesi için, önce o malın dinen kullanılıp faydalanılması mubah olan bir eşya olması gerekir. Dolayısıyla bir malın mütekavvim olması için İslâm’a göre o maldan yararlanmak Müslümanlar açısından mubah olması yasaklanmış olmaması gerekir. Bu bağlamda domuz eti, sarhoşluk veren içki ve benzerleri mallar Müslüman’ın sahip olabileceği mütekavvim bir mal değildir. Müslüman bunları satın alamaz, imal edemez ve edinemez. Bu itibarla, bir Müslüman’ın, müşteriler gayr-ı Müslim bile olsa, bu tür haram malların ticaretini yapması, dinen caiz değildir.
Nikahın şartları yerine getirildikten sonra nikâh kıyılacak mekanın hiçbir önemi yoktur. Kız evinde, erkek evinde, camide veya başka bir yerde kısaca her yerde dini nikah kıyılabilir. Yeter ki dinimizin nikâh için koştuğu evlenecek taraflar, şahitler, gibi şartlar yerine getirilmiş olsun.
Haram ayları manasına gelen bu terkip, kamerî aylardan Zi’l-Ka’de, Zi’l-Hicce, Muharrem ve Recep aylarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Cahiliye döneminde de hürmet edilen bu aylar, muhterem kabul edilmiş ve bu aylarda savaşmak haram kılınmıştır.
Resimli elbise ile namaz kılmak mekruh olmakla beraber kılınan namaz geçerlidir. Aynı şekilde insan veya hayvan resmi bulunan yaygının üzerinde kılınan namaz geçerlidir. Yine namaz kılan kişinin sağında solunda ya da arkasında resim varsa kıldığı namaz geçerlidir. Ancak imkan varsa resmin olmadığı mekanda kılmak dikkatin dağılmaması için daha evladır.
Hz. Peygamber’in Allaha nispet ettiği hadislerdir. Bu hadislerin manası Allah’tan, sözleri Hz. Peygamber’dendir. Hz. Peygamber bunları, “Allah şöyle buyuruyor” diye rivâyet eder.
Zekat vermenin belirli bir zamanı var mıdır?
Zekat vermenin belli bir zamanı olmayıp, farz olduğu andan itibaren verilmesi gerekir. Bunun için belli bir ayı veya Ramazan’ı beklemeye gerek yoktur. Yani zekat vermekle yükümlü olanların, yükümlü
Bedenle yapılan ibadetlerde vekâlet geçerli olmayıp, ibadetin bizzat mükellefin kendisi tarafından yerine getirilmesi gerekir. Mesela, mükellef ne kadar hasta olursa olsun, onun yerine başkası namaz kılamaz. Bizzat mükellef, kendisine tanınan ruhsatlar çerçevesinde namazını kılar. Oruç da böyledir. Mal ile yapılan ibadetlerde ise vekâlet geçerlidir. Mesela bir kimse, zekât olarak hesaplayıp ayırdığı meblağı, ikinci bir kişi aracılığı ile fakirlere ulaştırabilir, malının zekâtını hesaplayıp fakirlere vermek üzere başkasını vekil tayin edebilir. Hem beden hem mal ile yapılan bir ibadet olan hacda ise, bizzat mükellef tarafından yapılmasına engel meşru bir mazeret bulunması halinde vekâlet geçerlidir. Mazeret bulunmadığı takdirde ise haccın vekâlet yolu ile yapılması geçerli olmaz. Vekâlet konusunda farz, vacip ve nafile hac arasında fark yoktur. Yani bir kimse şartlar oluştuğu takdirde farz olan hac için vekil tayin edebileceği gibi, vacip veya nafile hac için de vekil tayin edebilir.
Bir malın veya şirketin ortaklığında bütün ortaklar eşit hak ve yetkiye sahiptir. Hiçbir ortak diğer ortakların izni veya onayı olmadıkça ortak malda tasarruf hakkı yoktur. Bu malda tasarruf etme hakkı olmadığı gibi ödünç verme hibe etme gibi hakkı yoktur. Fakat ortaklar birbirini bu işler için yetkili kılarsa tasarruf edebilir. Ortakların hepsi bu yetkiye sahip olursa
İslam fıkhına göre bir kimsenin herhangi bir malı satabilmesi için, önce o mala sahip olması gerekir. Sahip olunmayan bir şeyin satılabilmesi, şüphesiz söz konusu değildir. İslamî hükümlere göre, domuz eti, sarhoşluk veren içki ve benzerleri mallar Müslüman’ın sahip olabileceği mütekavvim bir mal değildir. Müslüman bunları satın alamaz, imal edemez ve edinemez. Bu itibarla, bir Müslüman’ın, müşterileri gayr-ı Müslim bile olsa, bu tür haram malların ticaretini yapması, dinen caiz değildir.
Müslüman bir kadın kendisine dinen yabancı olan erkeklerin yanında başını örtmek durumundadır.
Kadınlar arasında veya babasının, erkek kardeşlerinin, amca veya dayısının, kayınpederinin yanında başı açık kalmasında dinen bir sakınca yoktur. Çünkü bunlar ona ebediyen haram olan insanlardır.
Ebediyen haram olunca da bu insanların yanında başı açık kalmasında bir sakınca yoktur. Nitekim Allah’u Teala Kur’an-ı Kerim’de bu hususta mealen şöyle buyurmaktadır: “Mümin kadınlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, iffetlerini korusunlar, kendiliğinden görünen kısım dışında süslerini göstermesinler; başörtülerini yakalarının üzerini de kapayacak şekilde salsınlar. Babaları, kayınpederleri, oğulları, kocalarının oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), cariyeler, erkekliği kalmamış tabiler (yani yardıma muhtaç hale gelmiş ve erkekliği kalmamış yoksul ve düşkünler) ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak çağa gelmemiş çocuklardan başkasına
Dinimizce selam vermek sünnet onu cevaplandırmak ise farzdır. Bir topluma selam verildiği zaman o toplumdan sadece bir kişi bu selama karşılık vermesi bu farzı yerine getirmek için yeterlidir. Şayet cevap verilmese o toplumda oturan her Müslüman günahkâr olmuş olur. Selamı o toplumun içinde oturan bir kimsenin ismini zikrederek verme durumunda ise ismi geçen kimse bu selama karşılık verme zorunda diğerleri için bir şey söz konusu değildir. Selam, benden sana bir zarar gelmez, anlamına geldiğine göre her Müslüman bu güzel uygulamayı günlük hayatında yaşaması ve yaşatması lazım. Selam verdiği gibi verilen selama da karşılık vermesi gerekir. Çünkü Kur’an-ı Kerim de Allah’ü Teale mealen şöyle buyurmaktadır: ‘Size bir selam verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin.’ (Nisa, 4/86)
Öncelikle şunu söyleyelim ki İslam her canlının hayatını muhafaza etmeyi amaçlamaktır. Hayvanların hayatı da bunlardan birisidir. Onun için eğer hayvan insana zarar veriyorsa ve başka da bir çözümü yoksa (yılan gibi) insan kendini koruyabilmek için o hayvanı öldürebilir. Ama hayvan insana zarar vermiyorsa (kedi gibi) bu hayvan insana zararlıdır diyerek öldürmek uygun değildir. Dolayısıyla bir hayvanı öldürebilmenin ölçüsü o hayvanın bize açık bir zararı olması ve öldürmeden başka bir çare olmadığı durumlarda
İş sahasında sıklıkla karşılaşılan konulardan da biri de çek, senet kırdırma hadisesidir. Elinde çek veya senedi bulunan ve nakit paraya ihtiyacı olan birinin, çek veya senedi, üzerindeki fiyattan düşük bir rakamla bir başkasına kırdırması dinen uygun bir işlem değildir. Yani kişinin elinde 5 ay vadeli 10 milyar liralık çek varsa, bunu 9 milyar karşılığında bir başkasına kırdırması dinen caiz değildir. Çünkü böyle bir uygulama haksız kazanca ve faize neden olduğundan dinen caiz değildir. Zira İslam fıkhında alışveriş bir malı alıp satma ile meydana gelir her iki tarafta da yani alıcı ile satıcı da bir bedel olmalıdır. Bedel yoksa alışveriş meydana gelmemiş olur. Çek, senet kırdırma da alışverişin şartları tahakkuk etmediğinden dinen uygun görülmemiştir.
Hz. Peygamber bir hadisi şerifte suyu üç defa içmekle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Deve gibi bir nefeste içmeyin. İki veya üç nefeste için. Bir şey içeceğiniz zaman besmele çekin; içtikten sonra da “elhamdülillah” deyin!” (Tirmizî, “Eşribe”, 13.) Sevgili Peygamberimiz, bu hadisi şerifte suyu üç yudumda içmeyi tavsiye etmektedir. Ancak bu bir tavsiyedir. Bunun yanında üç defa içmeyi tesviye eden hadis-i şerifler varsa da üç yudumdan daha az bir şekilde içmenin
Müslüman olan kişinin öldükten sonra yıkanıp, kefenlenerek ve namazı kılınarak gömülmesi esas olandır. Dinimizin ölçüsü budur. Hz. Peygamberimizin uygulaması da böyledir. İnsanın kendisi mahlukatların en şereflisi olduğundan dirisi de ölüsü mükerremdir. Bundan dolayı ölü de olsa bedenine zarar verilemez, yakılamaz.
Alkolü içmek bütün mezheplerde haramdır. Ama onunla temizlik yapma hususu ise mezhepler arasında tartışmalıdır. Elbiseye dökülen ya da yüze sürülen kolonya konusu da bunlardan biridir. Hanefi mezhebine göre kolonya ve benzeri temizlik maddelerini içmek, içki içmek gibi yasak ve haramdır. Çünkü içinde alkol vardır. Ama bunları temizlikte kullanmak caizdir. (Tıraştan sonra yüze sürmek gibi). Aynı şekilde ele yüze sürülen veya elbiseye dökülen kolonya veya sürülen parfümle namaz kılmak caizdir. Çünkü necis ve pis sayılmaz. Namaz kılınması halinde de bu namaz geçerlidir. Şafii mezhebine göre ise kolonya ve benzeri maddeler içinde alkol barındırdığından necistir. Yani pistir. Kolonya ve benzeri maddeler necis olduklarından onları içmek haram olduğu gibi onları temizlik ya da başka bir gaye için de olsa kullanmak caiz değildir. Dolayısıyla Şafii mezhebine göre ele yüze ya da elbiseye dökülen kolonya, parfüm ve benzeri maddeler ile namaz kılmak caiz değildir. Kılınması halinde namaz geçersizdir.
İş sahasında sıklıkla karşılaşılan konulardan da biri de çek, senet kırdırma hadisesidir. Elinde çek veya senedi bulunan ve nakit paraya ihtiyacı olan birinin, çek veya senedi, üzerindeki fiyattan düşük bir rakamla bir başkasına kırdırması dinen uygun bir işlem değildir. Yani kişinin elinde 5 ay vadeli 10 milyar liralık çek varsa, bunu 9 milyar karşılığında bir başkasına kırdırması dinen caiz değildir. Çünkü böyle bir uygulama haksız kazanca ve faize neden olduğundan dinen caiz değildir. Zira İslam fıkhında alışveriş bir malı alıp satma ile meydana gelir her iki tarafta da yani alıcı ile satıcı da bir bedel olmalıdır. Bedel yoksa alışveriş meydana gelmemiş olur. Çek, senet kırdırma da alışverişin şartları tahakkuk etmediğinden dinen uygun görülmemiştir.
Suyu bir defada içmede bir sakınca var mı?
Hz. Peygamber bir hadisi şerifte suyu üç defa içmekle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Deve gibi bir nefeste içmeyin. İki veya üç nefeste için. Bir şey içeceğiniz zaman besmele çekin; içtikten sonra da “elhamdülillah” deyin!” (Tirmizî, “Eşribe”, 13.) Sevgili Peygam- berimiz, bu hadisi şerifte suyu üç yudumda içmeyi tavsiye etmektedir. Ancak bu bir tavsiyedir. Bunun yanında üç defa içmeyi tesviye eden hadis-i şerifler varsa da üç yudumdan daha az bir şekilde içmenin haram olacağına dair bir hüküm ve hadis-i şerif yoktur. Dolayısıyla suyu üç defada içmek efendimizin sünneti ve tavsiyesidir. Ancak bunu üç defada içebileceğimiz gibi bir veya iki defada da içebiliriz. Dinen de bunda hiçbir sakınca yoktur.
Yeminimizi nasıl bozabiliriz?
Gereksiz yere yemin etmek ve onu alışkanlık haline getirmek doğru bir iş değildir. Müslüman yemin etmeye ihtiyaç duymayacak şekilde sözüne güvenilen ve çevresi tarafından böyle bilinen bir kimse olmayı gaye edinmelidir. Yerine getirilmesi mümkün ve mubah olan bir şeyi, ileride yapacağına veya yapmayacağına yemin eden kişi, bu yeminini yerine getirmelidir. Yeminin yerine getirilmemesi halinde, keffâret ödenmesi gerekir. Yemînin keffâreti ise, on fakiri doyurmak veya giydirmek ya da köle azât etmektir. Buna gücü yetmeyen kimse üç gün peş peşe oruç tutar. Yüce Allah, “Allâh sizi kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı değil, fakat kalplerinizin kastettiği yeminlerden dolay sorumlu tutar. Yemînin keffâreti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on fakiri yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle âzât etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yemininizin keffâreti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Şükredesiniz diye Allâh size böylece ayetlerini açıklıyor” buyurmaktadır (Mâide 5/89). Farz veya vacip olan bir şeyi yapmamaya; haram ve günah olan bir şeyi yapmaya yemin eden kişinin, bu yeminini yerine getirmeyip keffâret vermesi gerekir.
Ölen kimsenin eşyalarını kullanmada bir sakınca yoktur. Kişi hayattayken elbise ve eşyalarını nasıl kullanabiliyorsa aynı şekilde öldükten sonra da onun bu geride bıraktıklarını bir başkasının kullanmasında da bir sakınca yoktur. Ancak ölen kişinin şahsi eşyaları, diğer malları gibi mirasçısına intikal eder. Mirasçılarını intikal ettiğinden bu eşyaları kullanma hakkı da mirasçıların hakkıdır. Mirasçılar da o eşyaları istedikleri gibi kullanabilirler. Kendileri kullanabilecekleri gibi aynı şekilde ölmüş kimsenin hayrına başkalarına bağışlayabilirler. Bunda da hiçbir sakınca yoktur.
İnsanların kullandığı yaratma sözü Allah’ın yaratmasından farklı anlamda kullanılmaktadır. Futbolda pozisyon yarattı, sanatta güzel bir eser yarattı… gibi sözler buna örnektir. İnsanlar burada ki yaratma kelimesini yoktan var etme anlamında değil de var olana yeniden şekil verme anlamında kullanmaktadır. Bu anlamda kullanıldığı için ve Allah’ın yoktan var etme anlamında ki yaratması şeklinde kullanılmadığından yarattı sözünü kullanmada bir sakınca yoktur. Ama kullanılmasa daha iyi olur. Zira Allah’tan başka hiçbir kimse yoktan var edemez. Her şeyin yaratıcısı o’dur. İnsanlar sadece var olanı keşfeder, icat eder ve yeni bir şekil verir. Nitekim olana şekil verme anlamında yaratma kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de İsa aleyhisselam için de kullanılmaktadır: “İsa elçi olarak gelecek ve şöyle diyecektir: “Size Rabbinizin mucizesi ile geldim. Sizin için çamurdan bir kuş heykeli yaratacağım, sonra ona üfleyeceğim. O, Allah’ın izni ile bir kuş olacaktır. Doğuştan kör ve alaca hastalığına tutulmuş olanları iyileştireceğim. Allah’ın izni ile ölüleri dirilteceğim. Evlerinizde neler yediğinizi ve neleri biriktirdiğinizi size bildireceğim. Bu sizin için tam bir belge olacaktır; eğer inanacaksanız.” (Âl-i İmran, 3/49)
Çocuk, Allah’ın biz kullarına verdiği en büyük nimetlerden biridir. Bunun için kadın ve erkeğin çocuk sahibi olmaya çalışması hem bir hak hem de bir zarurettir.
Nezri yapan kişinin, anne ve babası, dede ve nineleri, evlat ve torunları ile eşi o adaktan yiyemezler. Kadınla erkek arasında adak hususunda herhangi bir fark yoktur. Nezir konusunda erkek için geçerli veya geçersiz olan aynı şekilde kadın için de geçerlidir.
İnsanoğlu eşrefi mahlukattır. İnsan, yaratılmışların en şereflisi olunca onun bütün organları ve parçalı da mükerrem ve saygıya değerdir. Göbek bağı da her ne kadar atılması gereken ya da önemsiz gibi görünen bir insan parçası da olsa en nihayetinde yaratılmışların en üstünü olan insanın bir parçasıdır. Durum bu olunca göbek bağı kesildiğinde müsait bir yere gömülmelidir. Ancak halk arasında var olan göbek bağının gömüleceği yerin bebeğe etki edeceğine dair inancın İslam dininde yeri yoktur. Bu tarz düşünceler daha çok batıl ve hurafe olan inançlardır. Bebeğin ahlaki özellikleri ailesinden ve çevresinden edineceği eğitim ve izlenimlerle oluşur. Durum bu olunca ailelerin bebeğin göbek bağından önce çocuklarına nasıl bir eğitim vereceklerini düşünmeleri gerekmektedir.
Namazın şartlarından birisi de necasetten temizlenmektir. Yani namaz kılacak kişinin elbisesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde, kan, idrar, şarap, dışkı... gibi namaza engel necasetlerin bulunmaması gerekir. Bu anlamda tesettüre uymak ve temiz olmak şartı ile kişi istediği kıyafetle namazını kılabilir. Bunda da dinen hiçbir sakınca yoktur. Bu kıyafet ister tişört veya atlet ister eşofman veya ceket, isterse gömlek olsun fark etmez namaz geçerlidir. Ancak örf ve adet gereği gerek evde, gerekse diğer mekanlarda kişi tek başına da olsa namazları temiz ve güzel bir kıyafetle kılması, şüphesiz daha iyidir. Ancak tişört ile kılınan namaz geçerlidir.
Allah’ın bize bahşettiği bütün gün, gece, ay ve yıl yani zaman mefhumu değerli ve kıymetlidir. Allah indinde değersiz ve uğursuz bir zaman dilimi yoktur. Ancak bu zaman mefhumu içerisinde daha hayırlı ve bereketli zaman dilimleri vardır. Cuma gününün diğer günlerden, kadir gecesinin diğer gecelerden, ramazan ayının diğer aylardan daha hayırlı olması gibi.
Necasetten temizlenmek ve setri avret namazın şartlarındandır. Namaz kılacak kişinin elbisesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde, kan, idrar, şarap, dışkı gibi namaza engel necasetler bulunmamalıdır. Aynı şekilde tesettüre de uymak zorundadır. Buna göre namazda örtülmesi gereken yerleri örtmek ve temiz olmak şartıyla iş elbisesi ile namaz kılınabilir. Bu itibarla, işin cinsine göre iş elbisesinde bulunan madeni yağlar, pas ve benzeri kirler namazın sıhhatine engel değildir. Ancak kişi, camiye veya mescide gidecekse temiz elbise giymesi Kur’an’ın emridir. Camiye veya cemaate giden kimsenin en güzel elbiselerini giymesi cemaate saygının bir gereğidir. Gerek evde gerek diğer yerlerde tek başına da olsa namazların temiz ve güzel bir kıyafetle kılınması, şüphesiz daha iyidir. Ancak inşaat ustası çalıştığından gerek vakit gerekse kıyafet bakımından böyle bir imkanı yoksa iş elbisesi ile namaz kılmasında bir mahzur yoktur.
Allah’ın bize bahşettiği bütün gün, gece, ay ve yıl yani zaman mefhumu değerli ve kıymetlidir. Allah indinde değersiz ve uğursuz bir zaman dilimi yoktur. Ancak bu zaman mefhumu içerisinde daha hayırlı ve bereketli zaman dilimleri vardır. Cuma gününün diğer günlerden, kadir gecesinin diğer gecelerden, ramazan ayının diğer aylardan daha hayırlı olması gibi. Ancak değersiz ve uğursuz bir zaman dilimi yoktur. Bu anlamda halk arasında var olan kameri ya da hicri aylardan olan safer ayının uğursuz ve belaların çokça olduğu inancı dinen doğru bir inanç değildir. Safer ayının uğursuz olduğu ve bu ayda bela ve musibetlerin çokça meydana geldiği şeklinde bir anlayış cahiliye dönemine ait olup, dinimizde yeri yoktur. Dolayısıyla böyle bir anlayış hurafedir. Şöyle ki bu ayın diğer aylardan hiçbir farkı yoktur. Hz. Peygamber böyle bir anlayışı reddetmiştir. Nitekim sevgili Peygamberimiz bir hadisi Şerifinde bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Eşya da uğursuzluk yoktur, Safer ayında uğursuzluk yoktur, baykuşun ötmesinde bir uğursuzluk yoktur.” (Müslim, “Selam”, 102)
Kaçak elektrik veya su kullanmayı iki açıdan değerlendirmek gerekir. Birincisi kul hakkı ihlali ikincisi de ibadete olan etkisi. Kaçak elektrik veya su kullanan kimse öncelikle kul hakkını ihlal etmektedir. Çünkü kaçak elektrik veya su kullanmak kul hakkı işlemektir. Zira elektrik ve su faturasının parasını vermeyerek bunları kullandığından o para başka faturalara yansıtılabilmektedir. Şayet yansımasa dahi su ve elektriğin faturası yatırılmış olsa, para tüyü bitmemiş yetimlere, dullara, kimsesizlere ve genel manada halka yol, su, elektrik, okul… gibi hizmet olarak dönecekti. Bu davranışı ile insanların hakkı gasp edildiğinden kul hakkı yenilmiş olmaktadır ki kul hakkı Allah’ın şirk koşma ile beraber affetmediği bir günahtır. Yine bu yolla devletin ekonomik açıdan zayıflamasına sebep olunmaktadır. Vatanı sevmek ve korumak ise her Müslüman’ın bir görevidir. Kaçak su ve elektrikle yapılan ibadete gelince kaçak su ile yapılan ibadetin sevabı olmaz. Yani kaçak su ile alınan abdest ile kılınan namazın borcu ödenmiş farz yerine gelmiş olur. Ancak bu şekilde yerine getirilen ibadetin sevabına nail olunmaz. Aynı şekilde kişinin kaçak elektriğe dayanan bir ibadeti varsa ondan da sevap elde etmez. Faraza kaçak su kullanan kimse sıcak su ile abdest alıyorsa suyu kaçak elektrikle ısıtmışsa bu abdestten sevap elde edemez. Kısaca kaçak elektrik ve su kullanan kimse kul hakkını ihlal etmekte, ekonomik olarak devletini zayıflatmakta, dinen haram işlemekte, ibadetinden de sevap almamaktadır.
Nazarın mahiyeti ve nasıl olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber, bazı kimselerin bakışlarıyla olumsuz etkiler meydana getirebildikleri dinen de kabul edilmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “İnkâr edenler Kur’an’ı dinlediklerinde, neredeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi.” (Kalem, 68/51-52) buyurulmaktadır. Hz. Peygamber, nazar değmesine karşı Muavvizeteyn yani Felâk ve Nâs sûrelerini okumuş sahabelere de bunları okumalarını tavsiye etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber torunları Hasan ve Hüseyin’i nazar ve benzeri olumsuzluklardan korumak için onlara şu duayı okurdu: “Sizi her türlü şeytan ve zehirli hayvanlardan ve bütün kem gözlerden Allah’ın eksiksiz kelimelerine ısmarlarım”(İbn Mâce, Tıb, 36). Yine Hz. Peygamberin, “Kim hoşuna giden bir şey görür de; ‘Mâşâallah lâ kuvvete illâ billâh’ (Allah’ın dilediği olur. Ondan başka kuvvet ve kudret sahibi yoktur) derse, ona hiçbir şey zarar vermez.” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, VI, 213) buyurmuştur. Bunun dışında kişi nazara veya büyüye karşı farklı dualar da okuyabilir.
İyileşme ümidi büsbütün kaybolduğu doktorlar heyetinin kararı ile belirlenmiş olan hastanın daha fazla acı çekmesin diye kendisinin ya da akrabalarının isteği ile hayatına son verilmesi dinen uygun değildir. İster yeni doğmuş bir çocuk ister ileri yaşta bir yaşlı olsun, isterse ölüm döşeğinde olan hasta olsun, canları çıkıncaya kadar bunların tam bir yaşama hakları vardır. Böyle bir insanı öldürenle sağlıklı bir kişiyi öldüren arasında fark yoktur. Hayat sıkıntılarla doludur. Hayatından büsbütün ümit kesilmiş nice hastaların iyileşip aramızda yaşamaya devam ettiğini çoğu zaman görmekteyiz. Hastalık, darlık ve acı olaylar insanlar içindir. Bunlara karşı sabretmek ve ümidi yitirmemek gerekir. Ayette şöyle buyrulmuştur: “Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/153)
İslam dini, inanç, ibadet ve muamelat olmak üzere üç kısımdan oluşur. İnanç kısmını inkar etmek yani imanının altı esasından birini Allah’ı, Peygamberi… inkar etmek küfürdür dinden çıkmadır. Diğer konularda haddi aşmak ise günahtır. İçki içmek, namaz kılmamak, yalan söylemek… gibi.
Dinimizde sorumluluğun en önemli şartı akıldır. Aklı tam olmayan bir kimse dinimizin emir ve yasakları ile sorumlu değildir. Buna göre bilinci yerinde olmayan kişinin namazları düşer.
Bu itibarla bitkisel hayata girerek bilinci yerinde olmayan ve bir daha iyileşmeyen bir kişi tutamadığı oruçlardan ve kılamadığı namazlardan dolayı sorumlu olmaz. Dolayısıyla bu durumda iken vefat eden kişinin tutamadığı oruçları için fidye vermek gerekmez.
Bilinci giden ya da bitkisel hayatta olan kimse ayıldığında veya iyileştiğinde namazlarını kaza etmesi gerekir.
İman inanılması gereken hususlar açısından artmaz ve eksilmez. Bir kimse, iman esaslarının tümünü kabul edip de bir ya da birkaçına inanmazsa, iman etmiş sayılmaz. Bu durumda, iman gerçekleşmediğinden, artması ve eksilmesi söz konusu değildir. Ancak güçlü ve zayıf olmak açısından farklılık gösterir; kiminin imanı kuvvetli, kiminin zayıftır.
İmanda bu çeşit farklılığın bulunduğuna Kur’an-ı Kerim’de işaret edilmiştir: “Herhangi bir sure indirildiğinde, içlerinden (alaylı bir şekilde) ‘bu hanginizin imanını artırdı?’ diyenler olur. İman etmiş olanlara gelince, inen sure onların imanını artırmıştır.” (Tevbe 9/124); “O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir.” (Fetih 48/4); “Allah’ın ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların (mü’minlerin) imanlarını artırır.” (Enfal 8/2)
Buna göre kişi günah işleye işleye imanını
Müşrikler ve inanmayanlar Peygamberimizi öldürmek için çok sayıda komplolar ve tuzaklar kurmuştur. Ama hiçbirinde muvaffak olamamışlardır. Allah Teâlâ her defasında efendimizi bu komplolardan ve tuzaklardan kurtarmıştır. Bunlar yine Hz. Peygamberi Hayber’de zehirlemek istemişlerdir ama Allah’ın izni ile buna muvaffak olamamışlardır. Hayber günü efendimize yapılan sihir de bu komplolardan birisidir. Her türlü sihir, komplo ve tuzaktan Allah’ın izni ve yardımı ile kurtulan efendimiz bu sihir tuzağından da kurtulmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de yer alan ve koruyanlar anlamına gelen muavvizeteyn dediğimiz Nâs ve Felak sureleri bu tuzak üzerine indirilmiş ve Hz. Peygambere sihiri bozmak için bu sureleri okunması emredilmiştir. Böyle bir olayla karşılaşan kişi bu illetten kurtulmak için bu sureleri okumalı ve Allah’tan yardım ve şifa dilemelidir.
İnsanlara zarar vermediği sürece hayvanlar öldürülemez. Bu sebeple insanlar karınca, kedi, kuş… gibi hayvanların olduğu yerlerde onlara zarar vermemek için oldukça itinalı davranmalıdırlar. Ancak bu hayvanlar ya da sinekler bulunduğu yerde, insanlara doğrudan ya da dolaylı bir şekilde zararlı hale gelmişlerse öldürülmeleri caizdir. Örneğin: Eğer ki karıncalar mutfağa girmiş yemeğin içeceğin içine düşecek duruma gelmişse öldürülmelerinde dinen bir sakınca yoktur. Aynı şekilde sineklerde kişinin yemeğine içmesine karışıyorsa, oturmasına yatmasına engel oluyorsa tabiî ki öldürülebilir. Ancak öldürmeden önce şu yol
Kişi, bir iş yerinde çalışırken vaktini alacağı para karşılığında iş sahibine kiralamış demektir. Söz konusu vaktin içindeki mesai zamanı işverenin hakkıdır. Bu mesai zamanında zamanı değerlendirmeyip ihmallerle vakit öldürmek, işverenin hakkını çalmak, verdiği paranın karşılığını tam olarak vermemektir ki bu da kul hakkıdır. Ancak, işverene kiralanmış olan bu vaktin içinde bir de namaz vakitleri dediğimiz Allah hakkı vardır. Bu vakitler de Allah’ın emirlerine tahsis edilmiş vakitlerdir. Bu namaz vakti de Allah’ın hakkıdır. Bu bağlamda işverenin işinde çalışılacak olan kişi görevi olan işini hakkı ile yapacak ancak mesai saatlerinde Allah’ın hakkı olan ibadet sırası da geldiğinde o görevi de yerine getirmelidir. Bu sebeple özelde ya da kamuda çalışan kimsenin namaz kılma, oruç tutma hakkı ve görevi vardır. İşveren de bu ibadet için izin vermek ve ortamı hazırlamakla mükelleftir. Ancak namaz kılacak kimse de bu izni istismar etmemelidir.
Dinen helal olan bir malın veya hizmetin alım satımında aracı olan kişinin, yaptığı hizmetin karşılığında alıcı veya satıcıdan yahut her ikisinden tespit edilen oranda ücret alması caizdir.
Ücretin, önceden belirlenmemiş olması halinde ise, mevcut uygulama ve örfe göre hareket edilir. Bu itibarla emlakçının yaptığı iş karşılığında komisyon alması caizdir.
Bir hak mezhepten öteki hak mezhebe geçmek caizdir. Zira bütün ehli sünnet mezheplerine uymak caizdir. Hapsine de uymak caiz olduğundan isteyen istediği mezhebi tercih edebilir. Tercih ettiği gibi tercih ettiği mezhebi bırakıp başka bir mezhebe de geçebilir. Yani Hanefi olan birisi Şafiî Mezhebine, Şafiî olan bir kimse de Hanefi mezhebine geçebilir. Ancak, kişi bunu bir oyun haline getirmemelidir
Tadil-i erkan; namazların kıyam, rüku ve secde gibi rükünlerini tam bir sükunet ile ifa etmektir. Kıyamda kıraati tamamladıktan sonra, rükua vardığında her uzuv bir sükunet hali alıp bir en az bir kere suphanallah diyecek kadar beklemektir. Aynı şekilde rükudan kalkarken vücut dimdik bir vaziyet almalı ve en az bir tesbih miktarı (Sübhane Rabbiye’l-azim diyecek kadar) ayakta durmak, daha sonra secdeye varıp aynı sükunet hali üzerinde secdeyi tamamlamaktır. İki secde arasında bir tesbih miktarı oturmak da tadil-i erkandandır. Bu kurallara uyulmadan kılınana namaz eksik kabul edildiğinden birçok mezhebe göre geçersizdir.
Bir günlük yiyeceği bulunan kimsenin dilenmesi dinen haramdır. Sıhhati yerinde olan, çalışacak ve ticaret edebilecek halde olan kimsenin de yiyecek, içecek veya bunları almak için para istemesi, dilenmesi uygun değildir. Ancak aç veya hasta olanın