Sayfa Yükleniyor...
Acıklı ve hüzünlü bir türkümüzü her dinlediğinizde hüzünlenir, üzülürüz..
Havada bulut yok, bu ne dumandır..
Mehlede ölüm yoktur, bu ne sivandır..
Şu yemen elleri nede yamandır..
Anom yemendir, gülü çemendir..
Giden gelmiyor, acep ne iştir?
Günlük vaka sayısı 1000-1500’lerde ve ölü sayısı 20-30 aralığında ise; tıp eğitimi alacak olan öğrencilerin online eğitim görmelerine, uzman ve uzmanlık öğrencilerinin filyasyon ekiplerinde görevlendirilmelerine, temel amacı tıp eğitimi vermek olan fakülte hastanelerinin pandemi hastaneleri olarak kullanılmalarına, kısaca tıp eğitiminin “tanrıya havale edilmesine” kadar ifade edilen tespitler doğru ve eleştirilmeli.. Buraya kadar tamam.. Bilim Kurulu üyelerinin artık toplumda itibarsızlaştıkları bir dönemden geçiyoruz. Bu da çok doğru.. Daha çok doğru sıralayabiliriz. Ama gerçek şu ki bazen yüzlerce doğru; Bir gerçeği ya da bir doğruyu anlatmaya yetmez. Gerçek ise bize göre şudur; iktidarı elinde bulunduranlar, temel tercihlerini halktan ve sağlık çalışanlarından yana değil bir avuç yandaş sermaye lehine kullandıklarını az buçuk mürekkep yalamış herkes tahmin eder. Bu bilinen bir gerçektir. Yaşadığımız süreç bunun somut göstergesidir. Bilim insanı ve aydın olarak bunu yönetenler den beklemek zaten safdillik olurdu. İğneyi iktidara, çuvaldızı kendimize batıralım birde şunu belirtmekte yarar var.. Eleştirmek kolay ve badiresizdir. Önemli olan çözüm yolu bulmak ve çözüm için direnmektir. Elbette direnmenin bedeli olacaktır. Bu bedeli göze alamayanlar, eleştiri ile maalesef bir yere varamazlar. Aile hekimliğine geçiş sürecine, sağlık ocaklarında ekip çalışmasının ortadan kaldırılmasına, HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜ kapatılırken, aşı ihraç etmekten ithal aşı arayışına girmemize, en önemlisi hasta hekim ilişkisini tüccar müşteri mantığı ile yöneten bu günkü anlayışa dönüştüren zihniyete ses çıkartmadıksa, bu günleri sineye çekmek gibi bir lükse de sahip olmakta bir mahsur görülmeyebilir.. Geçmişte de bir çok şeye ses çıkartmamanın ağır bedellerini bugünlerde ve yakın gelecekte ödeyeceğimiz kesin gibi.. 12 Eylül’ün YÖK yasasına, anti demokratik uygulamalarına, mesleğinde yetkin insanların kollarından tutulup kapı önüne bırakılmalarına, “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” mantığı ile bakılıp, bizleri bu günlere getirdiğini kimse yalanlayamaz.. Kısaca sorun var ve bu apaçık ortada duruyor. Bu sorunun üzerine girmek yerine kendi dar çevremizde, en kötüsü bir müddet sonra emekli olur kurtulurum yaklaşımı bizce doğru değildir. Bu belki bireysel bir kurtuluş olur.. Asla ilkesel, ahlaki ve toplumsal değildir. Yapılması gereken, geniş kamuoyu ile birleşip doğru düşünceleri topluma sunmaktır. Bedeli elbette olacaktır. Yakın tarihimiz bu bedeli canları ile ödeyen gençlerimizle doludur. Biz kimseye bu bedeli canınızla ödeyin ya da ödeyelim demiyoruz. Ama sesimizi yükseltip bir hekim (Hele de bir öğretim üyesi) olarak, yani kısaca aydın sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz. Daha dün akşam can bedeli ödeyen bir genç avukatın dramını acı bir şekilde çektik. Ebru TİMTİK’in ölümünü biz yaşamadık. Ölüm adın kalleş olsun dememiz de yetmedi..
Eğer, geçmiş demokratik mücadelede üzerimize düşeni yapabilseydik, bir hafta da beş değerli meslektaşımızı ve EBRU’yu kaybeder miydik bir düşünelim? Son olarak bilim insanı ve aydın her zaman belirttiğimiz üzere, düzenle uzlaşan değil ama direnen, çatışandır. BUNU ASLA UNUTMAYALIM..
Doğdun,
Üç gün aç tutuk,
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş bebem..
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle...
(Ahmet Arif)
Mustafa Torun
Cafer Keskin