Çocukluğumda “Zagor” adlı çizgi romanı okurdum. Romanın baş kahramanı Zagor’un yandaşı, büyük kudretli yenilmez Çiko adında bir roman kahramanı daha vardı. Macera romanındaki Çiko hem olağanüstü güce sahip hem de dokuz canlı dedikleri türden bir güce sahipti. Çiko’nun altında köprü yıkılır ona bir şey olmaz, Çiko dağdan yuvarlanır, kayalıklardan düşer, başına koca dağ düşer o yine ölmez.
İşte çocukluk yıllarımdaki anılarımdan, uzun süre belleğimden silinmeyen Çiko’nun efsaneleşmiş ölümsüzlüğünün bir benzer emsali de bizi Avrupa’ya götürecek olan aracın kasasında bize eşlik etmekteydi. Bizdeki Çiko, bulunduğumuz araca yüklenen dört tekerlekli Forkliftin (ağır eşya taşımakta kullanılan) araçlardan birinin üzerine sırt üstü uzanmış yol aldığımız kasadaki olağanüstü varlığı idi. Sırt üstü uzandığı yerden brandanın tavanında nemden birikmiş su damlacıklarını işaret parmağıyla süzerek ağzına akıtarak susuzluğunu o şekilde gidermeye çalışıyordu.
Bu yol arkadaşımız tombul göbeğine Japonların kuşak diye kullandıkları fosforlu kayışı da sarmayı ihmal etmemişti. Kendisine hayretler içinde bakınırken, “Siz bana ne bakıyorsunuz, bana bakacağınıza başınızın çaresine baksanıza” der gibi, kendini her haliyle bize hissettiriyordu. Uzanmış olduğu yerden istifini hiç bozmadan etrafı yan gözlerle süzmeyi de ihmal etmezdi. Bu akıp giden süre zarfında ölüm, gerçekten bazılarının da kapısına dayanmıştı.
Avrupa’ya gitmek üzere bir de ‘gelin adayımız’ vardı. Gözlerindeki fettan ifadeli bakışları, yüzündeki mimik hareketleriyle mizah yanı ağır basan gelin adayı, orta yaştaki damat adayına esprili bir şekilde hakaret etmeden duramıyordu. Almanya’da ikamet etmekte olan eşi olacak müstakbel damada; “Beni bu tırın kasasında mı gelin yolculuğuna çıkaracaktın. Şayet Almanya’ya varırsam sana gösteririm gününü” diyerekten, sitem ediyordu. Aynı esnada, aşırı derecede üzülmüş olacak ki aniden sinir krizleri geçirmeye başladı. Bu yolculuktaki olumsuz koşullardan en çok etkilenenlerin başında bu gelin adayımız geliyordu.(Devam edecek )