Romanya’dan çıkıp Almanya’ya varıncaya kadar genellikle Mithatı zikreder olmuştuk. Yaşadığımız bütün sıkıntıları geride bırakırcasına saatler hızla ilerliyordu. Tekrar biz içerdekiler için kabus dolu öğlen vakti yaklaşmaktaydı. Bu yolculuk esnasında rahatsız olduğumuz saatler, öğlenden yatsıya kadar sıkıntı içinde geçen buhranlı saatlerdi. Bu vakitler sıcağın hissedildiği en yakıcı bunaltıcı sıcaklardı.
Biz içerdekiler yine endişe ve korkuyla birbirimizi süzerken, gözlerim, bir an Mahmut’un masum bakışlarına takılıverdi. Bu yol arkadaşımız Mahmut’un bakışları oldukça ürkütücü, ve ölüme davetiye çıkarır gibiydi. Aynı esnada Mahmut’un yanına yaklaştım. Mahmut: aşırı derece halsiz düşmüş, uzandığı yerde cansız gibi bir halde duruyordu. Bu durum tamamıyla yolda çektiğimiz zorluklardan ve takatsiz kalmamızdan kaynaklanıyordu.
Yola çıktığımız sırada da Mahmut’un ağzından kan geliyordu. Mahmut’un o çaresiz haline bir müdahalede bulunamadığımızın ezikliği içindeydik. Konteynerin yanına yanaşan şoför: etraftaki diğer araç sürücülerinin dikkatini dağıtırcasına, lastikleri kontrol eder bahanesiyle tekerleklere ayağıyla tekmeler savururken bizlere; yol göründü, hazırlıklı olun. Tümümüz, sevinç çığlıkları atmaya başladık.
Sesimizin dışarıya yankılandığını duyan şoför: “Ne oluyorsunuz yavaş olsanıza, sitem ederek tepki gösterdi. Biz de buna karşılık, kendisine: içeride arkadaşımız ölmek üzere, sen de bir an evvel hareket et diye seslendik. Artık bütün amacımız arkadaşlardan biri ölmezden evvel Almanya’ya sağ salim varmaktı. Bu esnada aracını 18 saat boyunca stop vaziyette bekleten şoförün tekrar aracın direksiyonuna geçerek, aracı çalışır duruma getirdi. Böylece yol almaya hazır hale geldik. Yavaş yavaş yola koyulan araç yarım saate yakın yol aldıktan sonra Çekoslovakya çıkış sınır kapısına ulaşmıştık. (Devam edecek)