İzmir’deki grev artık tüm ülkenin gündeminde yer alıyor. Kars’tan Edirne’ye kadar hemen her yerde bu grev konuşuluyor. Neden mi? Aslında ulusal siyaseti de yakından ilgilendiren bir konu olduğu ve içinde bir sürü çarpıklık barındırdığı için.
Meselenin özüne ve çarpıklıklarına değinelim öncelikle… Bir matruşka bebek paradoksu var!
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin iştirak şirketleri olan İZELMAN, İZENERJİ ve Ege Şehir’de çalışan toplam 23 bin işçi, toplu iş sözleşmesinde yaşanan anlaşmazlık dolayısıyla grev kararı aldı.
Yukarıda kurduğum cümlede bir detay var dikkatinizi çekerim. 23 bin işçi… Oysa ki; Belediye ve Bağlı Kuruluşları ile Mahalli İdare Birlikleri Norm Kadro İlke ve Standartları Yönetmeliği’ne göre yüzölçümü ve nüfusu dikkate alındığında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde toplamda 15 bin işçi çalışması gerekirken; sadece 3 tane şirkette 23 bin işçi grev kararı alıyor…
Grev anayasal bir haktır; işçiler kendi anlayışına göre hak arayışına gitti. Fakat konunun başka bir boyutu ise; sendika ile işçiler aynı fikirde değil. Sendikanın başında yer alan kişilerin 100’e yakın akrabasının İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde işçi olarak çalışması. Liyakatle aynı aileden onlarca kişinin bir yerde çalışması mümkün mü sizce de…
Tarafların anlaşamadığı en önemli detaylar ise rakamlar ve Büyükşehir bünyesinde çalışanların eşit işe eşit ücret almak istemesi. Belediye’nin diğer iştirak şirketleri İZDOĞA, İZBETON ve İZULAŞ'taki işçiler 59 ila 81 bin TL arasında ücret alıyor. İZELMAN ve İZENERJİ'deki işçiler ise hali hazırda 36-40 bin arasında maaşlar alıyor.
İzmir Büyükşehir ile sendika arasındaki pazarlık 6 aydır devam ediyor. Taraflar aslında 6 aydır bir uzlaşmazlık içerisinde. İşçiler yüzde 80 zam istiyordu ve bunu yüzde 45’e göre revize etti. Büyükşehir’in teklifi ise yüzde 29 civarında. Varın hesabı siz yapın!
Çünkü doktor maaşı belli, vali maaşı belli, vekil maaşı belli… Tamam işçiler de yüksek alsın, kimsenin emeğini küçük görmemek lazım ama önce ülke refahını artırmak için elimizi taşın altına koymamız lazım değil mi?
Olay burada dallanıp yeni yerlere budaklanıyor. Yazımın başında da dediğim gibi matruşka bebek paradoksu var ortada…
Grevi kazıdığınız zaman bir önceki belediye başkanı Tunç Soyer’in belediye bünyesine doldurduğu personel sorunu çıkıyor karşımıza. Görev süresinin bitmesine kısa bir süre kala; yönetmelikteki sayının üçte birinden fazla (5800) işçi alıyor belediyeye. Son açıklamasında da bunun özetle seçimlere faydası olacağını düşünerek yaptığını söylüyor. İşin bu tarafına girsem yeni bir paradoks çıkar emin olun…
Biz var olan paradoksumuzu anlatmaya geri dönelim. Önceki başkanın az önce anlattığım icraatının altından çıkan başka bir şey ise; İzmir halkının mağduriyeti… Düşünsenize 22 yıldır dimdik duran, iktidara karşı asla taviz vermeyen ilkeli bir şehrin kendi çöpünü kendi temizlemesi hak mıdır?
Galiba buna Büyükşehir Belediye Başkanı da dayanamadı ve çöp toplamaya çıktı. Başkan güzellemesi yapmak istemiyorum. Şu an kendisini haklı görsem de iletişim problemi yaşadığını düşünüyorum.
Paradoksun bir başka katmanı ise sendikanın yerel iktidarı siyasi iktidara oy verme ile tehdit etmesi… Cemil Tugay ile AK Parti adayı Hamza Dağ arasında 500 bin oy farkı olduğunu, sendika ve aileleri olmasa Tugay’ın seçimi kaybedeceğini söylüyor. Fakat burada hem hesap yanlış (ortalama 5 kişilik bir aile olsa ve hepsi oy kullansa yine 500 bin etmiyor) hem de ilkesel duruş anlamında bir yanlış var.
Sendikaların en büyük yanlışı ise neden sadece CHP’li belediyelerde grev yapma hakkını buluyorlar kendilerinde. Aynı sendikanın bir başka ilde yüzde 0 zamma da imza attığını biliyoruz.
Ya da her yıl başında açıklanan asgari ücrete karşı herhangi bir karşı duruş görebildik mi aynı sendikadan. Hepimiz kardeş değil miyiz? Yoksa aslolan sizin menfaatleriniz mi?
İnsan haliyle sendikanın başında yer alan ve bu mücadeleyi veren insanlara ılımlı bakamıyor. Her biri belki de geçmişte büyük mücadeleler verdi ama şu anda o mücadeleyi göremiyoruz. Çünkü sen 80 bin maaşa çıkarken 22 bin liraya ev geçindiren kişi sendikaya üye olmaya bile korkuyor işten çıkarılma korkusuna…
Bence matruşka bebek paradoksunun en can alıcı kısmı ise; basına verilmeye çalışılan ayar… İzmir’de yayın yapan yerel gazeteler olarak bir yıl boyunca yaptığımız özel haber içeriklerini incelerseniz yüzde 80’i sendikaların vermiş olduğu hak mücadelesini yansıtıyor. Tamam içimizde tetikçilik yapan da var, kalemi satılık olan da var ama basına bir bütün olarak ayar vermeye çalışmaya kalkılmasın sakın. Neden mi; ben bu satırları yazarken; halen muhabir arkadaşlarım hem sizin mücadelenize kulak veriyor hem de olayın diğer muhatabı Büyükşehir’e kulak veriyor. Bize ayar vermeye kalkışırken bile siz; biz yine sahada sizin yanınızdayız, sesinize kulak veriyoruz.
Kalemini satan, önceki belediye başkanları tarafından fonlanan sitelere de bir çift sözüm var; asla kalıcı olamayacaksınız…
Özetle Büyükşehir’deki grevin ana hatları bunlardır. Taraflara sağ duyu çağrısı yapıyorum. Bu grevin iki tarafa da faydası yok, hele ki güzel İzmir’e verilen zarara hiç gerek yok!