Sayfa Yükleniyor...
Eğitim ve Rehberlik Danışmanı Cansu Toptaş ile eğitim ve kariyer üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik
EMİRCAN IŞILDAK ÖZEL RÖPORTAJ
Gazetemizin eğitim konulu haberlerinde zaman zaman değerlendirmelerde bulunan Eğitim ve Rehberlik Danışmanı Cansu Toptaş ile bu kez eğitime daha geniş bir pencereden bakarak söyleşi gerçekleştirdik.
Söyleşide Toptaş kendisiyle ilgili bilgileri paylaşırken, eğitmenlik mesleğini neden seçtiğini, öğrencileriyle olan ilişkilerini, sınav ve eğitim sistemine bakışını özetledi. Küçük yaş gruplarıyla çalışmanın ekstra hassasiyet ve özen gerektirdiğini ifade eden Toptaş, eğitim sisteminde yarışmacı ruhtan arındırılmış, herkesin kişisel yeteneklerine seslenen bir disipline ihtiyaç olduğunun altını çizdi.
Öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz?
Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunuyum. Öğrencilik yıllarımdan itibaren birçok özel kurumda rehber öğretmenlik yaptım. Henüz öğrenimim bitmeden de bir hışımla bildiğim her şeyi paylaşma isteğim buna sebep oldu. Lisans eğitimimi tamamladıktan sonra özel bir eğitim merkezinde değerli hocam Sevgi Alis Yıldırım'dan Yaşam Koçluğu eğitimi aldım. Bu eğitimin mesleki anlamda bana katkısı oldukça büyüktür. Hali hazırda üniversitede aldığım psikoloji derslerinin üzerine koçluk becerilerini ekleyince öğrenci dostlarıma daha faydalı olabildiğimi düşünüyorum. Öğrenmenin hayat boyu sürdüğüne inananlardanım. Dolayısıyla kendimi de hala öğrenimini tamamlayamamış bir öğretmen olarak görüyorum.
Kariyer olarak eğitim alanını seçmenizdeki sebepler nedir?
Çocukken oynadığımız oyunlarda ben hep öğretmen olurdum. Yani öğretmenlik bir nevi çocukluk hayalimdi diyebilirim. Böyle bakıldığında idealist bir tavırla bu mesleği seçmiş gibi görünüyor olabilirim fakat lisedeyken birçok başka mesleğe de yöneldim. Bir dönem bankacı olmayı bile düşünmüştüm. Elbette bu gibi düşünceler sınav sisteminin bende oluşturduğu büyük güvensizlikten kaynaklanıyordu. Daha sonra ise sistemden korkmamam gerektiğini anladım. Esas olarak kendim için istediğim mesleğin ne olduğunu sorguladım. Cevabı bulduğumda ise öğrenci seçme sınavına çoktan üçüncü kez girmiştim. O zamandan beri de mevcut sistemle hep savaştım durdum. Mesleğimi yaparken edindiğim tek ilke paylaşımdır. Hiçbir genç arkadaşıma bir şey öğretmek niyetinde değilim. Genellikle bildiklerimi onlarla paylaşmak, onlarla fikirler alışverişi yapmak, bazen ortalığı karıştırıp uzaktan izlemek derdindeyim. Yani mesleğim öğretmenlikten ziyade paylaşımcılıktır diyebilirim.
Bir eğitimci olarak en çok keyif aldığınız yaş ve uzmanlık grupları neler? Çocuklarla mı yoksa yetişkin meslek gruplarıyla çalışmak mı daha keyifli?
Şimdiye kadar 3 yaşından tutun da 30lu yaşlarındaki insanlara kadar birçok yaş grubuyla çalıştım. Hepsinin de kendi özelliklerine göre türlü türlü zorlukları var. En keyifle çalıştığım yaş grubu ise 5 ila 7 yaş grubudur. Onları birer sanat eseri olarak görüyorum. Çok değerliler fakat büyük de bir titizlik gerektiriyor. Bu yaş grubuyla çalışmak hassasiyet istiyor. Çünkü doğrudan karakter yapısını etkileyebiliyorsunuz. 7 yaşından sonra ise bir insana katabilecekleriniz sınırlı oluyor. İnsan 7sinde neyse 70sinde de odur diye bir atasözümüz var. Bu söz gerçekten mantığa çok oturan bir söyleyiş. Ayrıca küçük yaşlardaki insanların hem büyük insanlardan daha çok dertleri var hem de daha çok yardıma ihtiyaçları var.
İşiniz gereği her yaş grubundan kişileri, birçok farklı sınav disipliniyle zorlu maratona hazırlıyorsunuz, danışmanlık yapıyorsunuz. Sizce sınav ve yarış maratonuna hazır bir toplum muyuz?
Yarışmak toplum olarak kesinlikle bizim işimiz. Hayatın her merciinde yarışıyoruz. En iyi araba kimde, en başarılı çocuk kimin çocuğu, en güzel kıyafet kimin diye sürekli yarışıyoruz. Dört yanımız bu yarışla örülüyken kendimizi bu yarıştan nasıl soyutlayabiliriz. Bir dershanede rehber öğretmenken öğrencimle yaşadığım bir diyaloğu hiç unutmuyorum. Utku diye 4. Sınıfta öğrenim gören bir öğrencim vardı. Sınav sonucunu sormak için odama geldi, sonucunu söyledim. Öğretmenim Mehmet'in de sonucunu söyler misiniz dedi. Utkucum Mehmet'in sonucu seni neden ilgilendiriyor diye sorduğumda cevabı oldukça üzücü olmuştu. Utku, Öğretmenim Mehmetten daha düşük not aldığımda, annem Mehmet'i bile geçemedin diyor, ondan soruyorum dedi. Çocukları daha az başarılı olduklarında yeren, eleştiren, yakıştırmalarla muhatap eden veliler başarıların önünde duran en büyük engellerdir. Ayrıca bu durum eğitim sistemimizin önünde duran en büyük sorunlardan da biridir.
Herkesin sınavlarda duyduğu stres ve heyecan var. Bununla nasıl başa çıkılabilir?
Stres kelimesi, bence gereksiz yere kendimize ettiğimiz bir eziyet. Sınav karşısında strese girmiyoruz, daha çok kaygılanıyoruz. İkisinin farkı ise, kaygı üstesinden gelinebilen bir duygu iken, stres çözümü olmayan bir karışıklıktır. Biliyoruz ki insan vücudu yalnızca ölüm durumu ile karşı karşıya kaldığında strese girer. Geri kalan tüm gergin durumlar karşısında hissettiğimiz kaygıdır. Dolayısıyla stres dedikçe zihin ölümcül bir durumla karşı karşıya olduğumuzu zannediyor. Bu durumda da vücutta ağrılar baş göstermeye başlıyor. Öncelikli olarak da mide ve karın bölgesinde ağrılar oluşmaya başlıyor. Bu sebeple sınava giderken karnımız ağrıyor, aşık olunca karnımız da kelebekler uçuşuyor. Çünkü biliyoruz ki her iki durumda acı çekmiş oluyoruz. Sınav kaygısıyla başa çıkmanın yolu ilk olarak hangi sınava giriyorsanız onu hayatın tamamı haline getirmemekten geçiyor. Sevgili Doğan Cüceloğlu bu konuyla ilgili, Bu sınavlar kocaman bir okyanus olan hayatınızda küçük birer adadır der. Elbette bunu size tüm okyanus olarak gösteren bir sınav sistemine maruz bırakıldığınız için bu kaygıyı en üst safhada yaşıyorsunuz. Başa çıkılabilir bir endişeyi baş tacı yapışınız da buradan kaynaklanıyor. Her öğrencime en az bir kere söylemişimdir; Sen sınavdan büyüksün
Ülkemizdeki eğitim sistemini nasıl buluyorsunuz?
Ülkemiz de herhangi bir oturmuş ve düzenli eğitim sisteminin olduğunu düşünmüyorum. Her gelen yönetici, sistemi kendi düşüncesine göre değiştiriyor. Dolayısıyla işleyen bir sistem yok. Sonuç olarak da sistemin sağlıklı ya da sağlıksız olduğunu tartışamıyoruz.
Nasıl daha iyi bir eğitim sistemine ve anlayışına sahip oluruz? Bu işin ideali nedir? Dünyada örnek alınan ülkeler eğitim sistemlerini nasıl ve neye göre kurguluyor?
Bazı meslektaşlarım x ülkesinin, y ülkesinin -ki gerçekten çok başarılı sistemler mevcut olabiliyor- eğitim sistemlerini ülkemizde uygularsak bir anda dünyanın en başarılı ülkesi olacağımızı düşünüyorlar. Fakat ben aynı görüşe sahip değilim. Bizim çocukları çok yakından tanıyorum. Çoğunun yaratıcı zekaları gerçekten üst düzeyde. Bu sebeple tek tip eğitim yerine yeteneğe yönelik bir sistem oluşturulmalı diye düşünüyorum. Fen bilgisi iyi olan çocuk mühendis olacağına, müziği iyi olan mühendis olmalı. Çünkü esas yaratıcı fikirler oralarda yatıyor. Bizler ise tam tersini uyguluyoruz. Matematik, fen, kimya gibi dersler 5 ise gerisi kimsenin umurunda olmuyor. Ben buna karşıyım. Her çocuk ayrı bir dünyadır. Onları birbirine benzetmeye çalışan bir sistem yerine hepsini bünyesinde yarıştırmadan saklayacak bir sistemin inşa edilmesini elzem olarak görüyorum. Ayrıca bunun en acil ve seri şekilde yapılması gerekiyor.
Milli Eğitim Bakanlığı, müfredatta yeni çalışma içerisine giriyor. Bakanlık hem öğretmenlerin hem de öğrencilerin eleştirdiği ders saatlerinde azalmaya gitme kararı aldı. Dersler sadeleştirilecek, meslek liselerinde de sektöre daha çok yer verilecek. İlk etapta öğrencilere kendilerine daha fazla zaman ayırma, boş vakit yaratma gibi imkanlar sunulacağı akıllara geliyor. Siz nasıl düşünüyorsunuz?
Milli Eğitim Bakanlığı, artık çocukların kitap okumadığının, tiyatroya gitmediğinin, film izlemediğinin farkında. Çocuklarımız kültürel hiçbir aktiviteye zaman ayırmıyor. Bunları yapmak yerine sosyal, fen, matematik gibi derslerine çalışmak zorunda olduğunu düşünüyor. Bu bağlamda Kitap okuyacağına dersine çalış cümlesini kaç defa duyduğumu bile hatırlamıyorum. Şimdi ise bunu sağlamak için öğrenciler aktivitelere yönlendiriliyor. Bu iyi bir durum fakat bu sefer de not kaygısı ön plana çıkıyor. Yani nihayetinde öğrenci iyi bir not almak için tiyatroya gidiyor. Geç kalınmış da olsa yerinde bir hamle olarak görüyorum. Ancak niyet iyi olsa da yöntemi başarısız buluyorum. Öğrenciler kültürel faaliyetlere not kaygısıyla katılmamalılar. Gerçekten keyif almak için oralarda bulunmalılar diye düşünüyorum.
Son olarak sizin gibi eğitim konusunda uzmanlaşmak isteyen kişilere, hayalinde bu iş olanlara ne gibi tavsiyelerde bulunacaksınız?
İnsan hayatı umduğumuzdan daha kısa sürüyor. Bu sebeple idealindeki meslek ne ise bence kesinlikle herkes ona ulaşmak için çabalamalı. Ben başka hiç bir meslek yapamazdım. Genelde pratik kaygılar ideallerin önüne geçiyor. Sınav sistemi ve üniversitelerin yapıları da bunu destekliyor. Doktor olana iş var ama arkeolog olanın vay haline gibi bir durum ortaya çıkıyor. Böyle bir ortamda da herkes para kazandıracak mesleklerin peşine düşüyor. Öğretmenlik ise en vahim meslek grupları arasında ilk sıralarda yer alıyor. Her şeye rağmen ben inatla, hevesle, umutla bildiğimi paylaşacağım. Çocukları da Uyusun da büyüsün ninnileri yerine Okusun da büyüsün fikriyle kuşatacağım. Onlar da bana katılsınlar. Bu memleketin tek umudu iyi yetişmiş genç kadınlar ve adamlardır. Eğitim bizim can damarımız, memleketçe hayatta kalmak istiyorsak eğitimin önüne çıkan tüm zorluklarla birlikte baş etmeliyiz.
Haber Merkezi