50 yıldır şapkadan tavşan çıkarıyor!

İllüzyonda bu yıl 50’inci yılını tamamlayan Zati Sungur’un tek öğrencisi Sermet Erkin sorularımızı yanıtladı. Erkin, Türkiye’nin tek televizyonlu olduğu yıllardan bu yana çocuklar için sahnede


  • Oluşturulma Tarihi : 25.06.2021 07:34
  • Güncelleme Tarihi : 25.06.2021 07:34
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
50 yıldır şapkadan tavşan çıkarıyor!

ONURHAN ALPAGUT/RÖPORTAJ

Çocukluk döneminde tanıştığı dünyaca ünlü illüzyonist Zati Sungur’dan etkilenerek bu işi yapmaya başlayan Sermet Erkin, bu yıl sahnede 50’inci yılını doldurdu. Yıllardır sahnede hünerlerini 7’den 70 özellikle de çocuklara sergileyen Erkin, illüzyonla olan hikayesini gazetemize anlattı. Yaşamını doğduğu ilçe Karamürsel sürdüren usta isim, ABD, Azerbaycan, Tataristan, Kırgızistan gibi Orta Asya ülkelerinde sahne aldı. Halen yurtiçinde gösterilerine devam ediyor.

Birçok kişi sizi tanır ancak kendi kelimelerinizde bize anlatacak olursanız Sermet Erkin kimdir?

1957 yılında memleketim olan Karamürsel de doğdum. 1998 Aralık ayından beri de doğduğum bu ilçede yaşıyorum. İsmimi, Türk Musikisinin en önemli sesi Safiye Ayla’nın eşi büyük ut virtüözü, bestekar ve peygamberimizin son torunlarından Şerif Muhiddin Targan koyduğu için çok mutluyum. Ben de oğlumun adını bu yüzden “Sermet” koydum. Bir de adını günümüzün en önemli kadın yazarlarından olan Nazlı Eray’dan alan kızım Piraye Nazlı var. İlkokula başlamam için ailemiz İstanbul’a yerleşti, babamın işi zaten buradaydı. İlkokulu Nişantaşı’ndaki Selim Sırrı Tarcan İlkokulunda okudum, öğretmenim müzisyen Uzay Heparı’nin babaannesiydi. Üniversite hayatım İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde başladı. Son sınıfta bu bölümden ayrılıp bitirmeden aynı fakültenin Felsefe Bölümüne geçip burayı bitirdim.

İLLÜZYONU ZATİ SUNGUR’DAN ÖĞRENDİ

Türkiye’ye illüzyonu getiren isimsiniz. Çocuklar için yıllarca TRT’de yayın yaptınız. Peki, sizin illüzyonla olan bu 49 yıllık yolculuğunuz nasıl başladı?

49 yıl doldu. Bu ay 50’ye basacak... Şunu belirteyim; modern İllüzyon sanatını ülkemize getiren kişi, bu sanatın efsane ismi benim hocam Zati Sungur’dur. Ben, illüzyon sanatında Çocuk Gösterilerini başlatan kişiyim. Bana gelene kadar sadece çocuklar için özel gösteri hazırlayıp sadece onlara sunan birisi yoktu. Bu tarz benimle başladı. Benim illüzyonla tanışmam ise, ilkokul birinci sınıfta oldu. 1965 senesinde Zati Sungur’la tanışmam beni illüzyonla tanıştırdı. Bu sene Zati Beyin sahneyi bıraktığı yıldı. Fakat benim onun son temsillerini seyretme şansım oldu. Bu anlamda da çok şanslıyım. Zati Beyle tanışmamız ona öğrenci olma isteğimle olmadı, önce kiracısı sonra aile dostu olmuştuk. Dolayısı ile ben onun farkında olmadan öğrencisi oldum. Ben bu sanatı, belli bir formasyonla değil, vefatına kadar onunla geçirdiğim yirmi senelik yakınlık içinde yudum, yudum farkında olmadan öğrendim. Bir dönem onun katipliğini yaptım. Zati Bey sadece sahne uygulayıcısı değildi, o kendi malzemelerini kendi imal edecek kadar zanaatkar biri idi. Bana aletlerin yapımında kendisine yardım ettirerek bu anlamda da yetişmemi sağladı. Ben de büyük sahne gösterilerime başlayacağım zaman Kız Kesme’den masalara, sandıklara kadar bütün malzemelerimi daima kendim imal ettim. Safiye Ayla, Etiler’de Yıldız Çiçeği sokakta bir villada otururdu. Onun alt katını kendime atölye yapmıştım. Burada alet, edevatlarını yapar, hem de Safiye Hanımla sohbet ederek vakit geçirirdim. Güzel günlerdi.

Devamında neler oldu?

Zati Sungur mesleğine 1. Dünya sonrası Almanya’da başlamış, sonra Güney Amerika’ya giderek on dört yıl orada çalışmış. Türkiye’ye 1934 yılında gelmiş. Buradaki ilk turnesini şimdiki adı ile İBB Şehir Tiyatroları olan Darülbedayiğ’nin büyük aktörlerinden Necdet Mahfi Ayral tertip etmiş, bu sebeple ikisi can ciğer arkadaştılar. Beni çocukluğumdan beri tanıyan Necdet Mahfi Ayral, Şehir Tiyatrosunun önde gelen sanatçılarından biri idi. Bir gün Türkiye’de Çocuk Tiyatrosunun kurucu ismi Ferih Egemen’in sahneye koyacağı bir temsilde rol almamı isteyerek beni ona götürdü ve ben illüzyonist olarak sahneye çıkmadan önce tiyatrocu olarak sahneye adım attım. Daha sonra amatör olarak illüzyon gösterilerine başladım, bu arada İstanbul Radyosunda her pazar yayınlanan Radyo saatine katılmaya başladım. Şehir Tiyatrosunda Muhsin Ertuğrul’un isteği ile “Karagöz Meddah Hokkabaz” adlı çocuk oyununda profesyonel gösterilerime başladım. Yıllar böyle geçerken 1976’da İsviçre’ye halamın kızının yanına gezmeye gittim. İllüzyon sanatında show statüsünde ki gösterilerime Zürih’te Haifisch Bar adlı gece kulübünde başladım. Bu mekan hala faal. Başlayış o başlayış. Devamında İstanbul’a geldim Galata Kulesi, Olympia, Kervansaray, Pembe Köşk, Maksim, Orient, Ruj e Nuar, Lalezar gibi devrin en seçkin salonlarda çalışmaya başladım. Okulumun tatil olduğu zamanlarda da yurt dışına gidiyordum. İsrail, Almanya, Finlandiya, Belçika, İsviçre, Hollanda, Macaristan gibi pek çok ülkede sadece yabancı organizatörler aracılığı ile şehirlerin en önemli kulüplerinde, sirklerde çalıştım. Evlendikten sonra ikili hazırladığım gösterilerle yurt dışı çalışmalarına daha ağırlık vererek ABD ve Tataristan, Özbekistan, Azerbaycan, Yakutistan, Kırgızistan gibi bütün Orta Asya ülkelerinde gösteriler yaptım.

TEK KANALLI TÜRKİYE’NİN VAZGEÇİLMEZİYDİ

Tek kanallı Türkiye’de yıllarca TRT bünyesinde ekranlardaydınız. Ekrana çıkma hikayeniz nasıl başladı?

TRT yayına başlamadan yıllar önce İTÜ bünyesinde televizyonun deneme yayınlarını yapıyordu. Maçka Maden Fakültesinin en üst katında her perşembe saat 16 da başlayan canlı yayınları vardı. Televizyonla tanışmam ilk burada oldu. Okulumuzun mandolin grubu ile gelmiş ve solo çaldığım bir program yapmıştık. Daha sonra sık sık gelmeye başladık. Bir gün yayın sırasında program sıramızı beklerken teknik bir aksaklık oldu ve programı sunan Halit Kıvanç çocukların arasından beni seçerek yayına aldı. O gün anlattıklarım çok beğenilmiş beni her hafta, haftanın çocuk haberlerini sunmam için davet ettiler ve benim televizyonculuk hayatım 1967 yılında TRT den yıllar önce başladı. TRT yayına girdiğinde ilk defa “Kapıların İçinden” adlı bir gece programında Bedia Akartürk, Göksel Arsoy, Muzaffer İzgü gibi isimlerle birlikte oldum... Çok beğenildi ve beni sık, sık davet etmeye başladılar. Hemen o yıllarda Dr. Tekin Özertem’in müdürlüğünde Çocuk Bölümü kuruldu ve uzun yıllar çocuk programları yapmaya başladım. Yanı sıra gece programlarına da çıkıyordum. Bu arada Tele Tatil adlı pazar gündüz programı yayına girdi ve ben yıllar boyu her pazar bu programların değişmez sanatçısı oldum. Pazar günü Tele Tatil, Tele Pazar, Pazar Stüdyosu gibi çeşitli adlar altında yayınlanan bu programları sunan Korhan Abay, Halit Kıvanç, Bülent Özveren, Cenk Koray gibi isimlerin hepsi ile çalıştım. Programın demirbaşı gibiydim.

Bu işin en zor yanı nedir?

Seyirciyi inandırmak... Kızı kesinlikle kesmezsiniz ama oyunu öyle bir sunarsınız ki seyirci kızın kesilerek iki parçaya ayrıldığını görür ve kim ne kadar bilgisini zorlasa da işin aslını bulamayarak gördüğüne inanır. İşte işin en zor yanı bu.

Şu sıralar neler yapmaktasınız?

Her zaman olduğundan daha fazla okuyor, seyrediyor, dinliyor ve pandemi sonrası sunmayı planladığım gösteriler üzerine bol, bol düşünüyorum.

İLLÜZYON VE SİHİRBAZLIK AYNI ŞEY DEĞİL

İllüzyon ve sihirbazlık aynı şey midir?

Asla değildir çünkü benim gördüğüm bildiğim kadarı ile sihirbazlık diye somut bir şey yok. Bu sadece bir yakıştırma. Zati Sungur bu sanatı ilk getirdiğinde kendi reklamlarında yaptığı işi isimlendirmek için Hayali Oyunlar Üstadı, ya da Fenni Eğlenceler Üstadı gibi sözleri kullanıp daha sonra “illüzyonist” kelimesini benimsemiş.

Haber Merkezi