Sırt çantası ile dünyayı gezen şair

Hem gezgin hem de şair olan İbrahim Gökburun ile edebiyat ve sanat üzerine hoş bir söyleşi gerçekleştirdik. Yayınlanan iki kitabı yanı sıra Türkiye’yi baştan uca gezen şair, şimdilerde gözünü dünyaya dikmiş durumda. Otostop ile dünya turunu sürdüren Gökburun, bu eylemini devam ettireceğini belirtiyor

  • Oluşturulma Tarihi : 31.10.2017 07:00
  • Güncelleme Tarihi : 31.10.2017 07:00
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Sırt çantası ile dünyayı gezen şair haberinin görseli

ONURHAN ALPAGUT / ÖZEL RÖPORTAJ

Şu anda Türkiye’de yaşayan ve yazan iyi şairlerimiz var. İyi şiirler okuyoruz. Her ay okur karşısına çıkan onlarca edebiyat dergisi var. Yeni şiir kitapları Türk şiirinin gür sesini duyuruyor bizlere. İbrahim Gökburun, şiirleriyle iki bin kuşağının öne çıkan şairlerinden sadece bir tanesi. Anadolu kültürünün şiir ve şuur üzerinde kurulduğunu vurgulayan İbrahim Gökburun, son dönem şiirimizin nitelikli yeteneklerinden. Hayatı saran, kollayan bir bakışı var. Hızlı akan zamana inat hayatın ayrıntılarını, unutulan anları dizelerine aktaran bir şair. Geleneğin formunu içselleştirerek okuruna sunuyor. Herkesin gizlemeye çalıştığı, günümüz bireyinin gerçeklerini itiraf ediyor. Bireyin hallerini yansıtan dizeler; toplumsal yaşamın genel resmini koyuyor ortaya. Gökburun, ülkemiz şiiri için büyük bir kazanım. Farklı bir yaşamı var. Gezmeyi, farklı yerler ve yüzler tanımayı seviyor. Otostopla Türkiye’yi gezip dolaşan İbrahim Gökburun; şu an fırsat buldukça farklı ülkeleri gezmeye başladığını söylüyor. Şu ana kadar Yunanistan, İtalya, Malta ve Suriye’nin Halep, İdlip gibi bazı şehirlerini gezdiğini ve gezmeye devam edeceğini söylüyor. Gezip gördükçe dizelerinin ve yaşamın renklendiğini ve zenginleştiğini ifade ediyor ve ekliyor, “Şiir İnsanı Uyandırır” diyor.

İsterseniz öncelikle sizi tanımakla başlayalım. Ne dersiniz?

Çok zor bir yerden başladık konuşmaya. İnsanın kendini anlatması, kendi yaşamına odaklanması, kendi geçmişi üzerine düşünmesi; kısaca da kendinden bahsetmesi beni her zaman zorlamıştır. Şimdi diyeceksiniz ki; “İnsan kendini anlatırken neden zorlansın, yorulsun? Bundan kolay iş mi var canım? Adam kendinden bahsederken yorulur mu?” Soruyu kısaca birkaç kelime ya da ışıklandırılmış bir kaç cümleyle geçiştirebilirim; ama burada, “Ben kimim” sorusu ikide bir gelip karşımıza dikiliyor. Bir insanın doğrudan kendini anlatmaya başlaması beni kuşkulandırmıştır, düşündürmüştür. Çünkü biz kendimizden bahsederken hep iyi, güzel ve hoş taraflarımızı konuşuruz. Kendi geçmişimi ve gerçeğimi yalanlayarak anlatmaktan her zaman uzak durmak istemişimdir. İşte ben bu sebepten şiir yazıyorum. Şiirde ifade edemediğim ayrıntıları, söyleyemediklerimi ise hikaye kahramanlarıma söyletiyorum. Bu sebepten de ara sıra hikaye yazıyorum. Siz kısaca deseniz de bendeki sorular ve cevaplar uzayıp gidiyor.

TÜRKİYE’YE UZANAN HAYAT HİKAYESİ

Neden uzuyor?

Doğum tarihim 12 Eylül 1980. Kapıdan adım atar atmaz başlıyor kavga. Bak sana adamın doğum tarihine! Babam yıllardır, “Senin doğduğun günde hayır yok” dedi. Ben büyüdükçe babamın bu sözleri de benimle birlikte büyüdü. Zaman zaman babamın beni sevmediğini düşündüm; ama kuş uçar; ama kervan geçmez bir dağ köyünden elimden tutup beni şehre indiren babamın yaptığı fedakarlıkları gördükçe; kendimi ikna edemedim. Maraş’ta doğdum. Masal dileyerek, çamurdan oyuncaklar yaparak büyüdüm. Maraş’ta bir dağ köyünde öğrendim okumayı yazmayı. Orta okulda birkaç arkadaşımla birlikte bekar evlerinde kalmaya başladım. Evde televizyon yok, radyo yok, yıl 1991 internet Türkiye’de bile yok. Bir evin sorumluluğunu paylaştığım arkadaşlarımla Türkiye’nin bütün imkansızlıklarının paylaşarak liseyi bitirdik. Sonra üniversite. Afyon Kocatepe Üniversitesi Uşak Eğitim Fakültesi’nde bitirdim. Aynı şehirde yüksek lisans yaptım. Altı yıl Ege’de yaşadım. Ege türküleri dinledim. Murat dağlarının eteklerinde ilmek ilmek kilim dokuyan kadınların el emeğine hayran kaldım. Zeybek öğrendim. Ege’yi bir uçtan bir uca gezdim, gördüm. Kütahya pınarlarından su içtim. Denizli’de haşhaş tarlalarında çalışan emekçilerin alın terini sildim. Manisa’da zeytin topladım. Afyon’da kartopu oynadım. Kaplıcalarda suyun sıcaklığını hissettim. Aydın havasını da bilirim. Ayrıca ortaokul son sınıfta ilk kez denizi körfezinde otobüsle İzmir’e girerken görmüştüm; Güneş denizin üzerinde bir yorgan gibi serilişini ve dalgaların üzüm bağları gibi yan yana ve sırt sırta uzanışını hala unutamıyorum. Konak Meydan’ında karşılaştığım şairleri de unutmadım. Ülkemin gezip görmediğim birkaç şehri kaldı. Ege’nin tadı damağımda, anılarımda, rüyalarımda kaldı. Sonra İstanbul’a taşındım. “Taşrada büyük şair yetişmez, iyi şiir yazılmaz” uydurmacasının peşine düşüp İstanbul’a gittim. İyi ki gitmişim. On yıl İstanbul’da yaşadım. İstanbul’da ayağımın değmediği semti mahallesi kalmadı. Süleymaniye’den, Adalar’a; Nişantaşı’ndan Güvercintepe’ye Taksim’den Gülensu’ya Emirgan’dan Gazi Mahallesi’ne Fikirtepe’den Beylikdüzüne Silivri’den Şile’ye, Tuzla’dan Çatalca’ya kadar hemen her semti, ilçeyi gezdim gördüm. Yakın zamanda İstanbul’u benim kadar gezen çok az kişi olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin en büyük şehrinden, en küçük şehrine Hakkari’ye gittim. Şark hizmetine gittim. Ferit Edgü’nün “Hakkari’de Bir Mevsim” romanında anlatılanların çok çok daha fazlasını yaşadım. Sancılandım. Doğum sancısı gibi bir şeydi yaşadıklarım. Üşüdüm. Gün oldu kardan adam yaptım. Gün oldu okuldan eve dönerken kardan adama döndüm. Yüksekova’da baharın gelişini, ovanın çiçek tarlasına dönüşünü seyrettim. Zap suyuna ayaklarımı uzattım. Ceviz ağaçlarından ceviz düşürdüm. Bir gün Cilo Dağı’nın eteklerinde yürürken az kalsın uçurumdan düşecektim. İpek Yolu’nda yürüdüm. Van Gölü’nde Akdamar’a bakıp çay demledim. Bir yol üstü lokantasında kahvaltı yaptım otlu peynirin tadı kaldı damağımda. Soğuk suların izi kaldı alnımda. Diyarbakır’da Karaca Dağ’dan geçtim, sur içinde yürürken henüz 35 yaşından gün almamıştım. Cahit Sıtkı ile karşılaştım. Dicle’nin sesini dinledim. Urfa Halil İbrahim sofrasına oturdum. Şark hizmeti bitti. Memlekete Maraş’a döndüm. Şimdilik buradayım. Ahirdağı’na yaslanmış Maraş’ın deli poyrazıyla, şairleriyle konuşuyorum; ama bir ayağım hep İstanbul’da. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Coğrafya Anabilim Dalı’nda, “İstanbul’da Nüfus Hareketleri” konusunda doktora çalışması yaptım. Yedi yıl oldu. Çok şükür tez çalışmamı tamamladım. Belki de siz bunları okurken ben doktora diplomasını almak için İstanbul yolunda, gökyüzünde olacağım. Onurhan Bey, siz kısaca demiştiniz uzadıkça uzuyor.

KISA SÜREDE BAŞARIYI YAKALADI

Yazar olma süreciniz nasıl gelişti, bir hikayeniz var mı?

İmkanların oldukça sınırlı ve hayat zor olduğu bir dağ köyünde doğup büyüdüm. Köy yaşamını görenler bilir. Günlük hayatta karşılaşacağınız insanlar, yaşayacağınız olaylar bellidir. İnsanlar, her gün aynı döngünün telaşı içinde üretir, yorulur ve kaybolur gider. Edebiyat dünyasında bu duruma genel anlamda taşra yaşamı diyoruz. Ben taşrada, bir dağ köyünde masal dinleyerek büyüdüm. Bana ve kardeşlerime, komşu çocuklarına, bütün köyün çocuklarına, hatta büyüklere masal anlatan dedem çocukluğumun kahramanıydı. Ben de Masalcı Dede’m gibi bir “masalcı” olmak istiyordum. İlk yazma denemelerim dedemin anlattığı masları tekerleme şekline dönüştürerek başladı. Fakat çocukça karalamaları bir kenara bırakırsak, bir gün üzerinde, “Karacaoğlan’ın Şiirleri” yazan bir kitapla karşılaşmam şiir serüvenimin başlangıcı oldu. İşte şiir, o günlerde elimden tuttu ve bir daha bırakmadı. Lisede öğrenci iken “Umut Gülleri” adında bir fanzin çıkardım. Lise bir odada oturan ve şiir okuyan rehber öğretmeni ve bir zamanlar Cemal Süreyya’nın Papirüs Dergisi’nde şiirleri yayımlanmış, Varlık Dergisi’nde yazmış bir şairin Sıddık Elbistanlı’nın dikkatini çekiyor. O dönemde Sıdık Elbistanlı Maraş’ta “Sentez” dergisini çıkarıyor. İlk şiirim 1997 yılında Sentez Dergisi’nde yayımlandı. Daha sonra Dergah, Hece, Türk Edebiyatı, Yedi İklim, Edebiyat Ortamı, İtibar ve Mühür dergilerinde yayımlandı. Hece Öykü ve Kardeş Kalemler dergisinde hikayelerim yer aldı. İlk şiir kitabım “Kesik Dil” 2011’de yayımlandı ve ESKADER şiir ödülüne değer görüldü. Kısa sürede ikinci baskı yapıldı. Şimdi de “Güz Nöbeti” ile okuyucularımı selamlıyorum…

YILLARIN BİRİKİMİ

Kitaplarınızı ortalama ne kadar sürede tamamlıyorsunuz?

“Kesik Dil” ve “Güz Nöbeti” iki kitabım var. Kesik Dil’de on bir yılın şiirleri var. Güz Nöbeti’nde son altı yılın şiirleri… Ayrıca hazırda bekleyen “Hikaye Okuyan Kuş” adını verdiğim bir hikaye kitabım var. İçinde yeni şiirler mevcut.

Yazmaya nasıl başlıyorsunuz?

Benim için bir şiirde ilk dize önemlidir. İlk dizeyi yakaladığım an sonrası akıp geliyor. Ancak ilk dizeyi yakalamak kolay olmuyor. Ben her zaman yanımda bir not defteri taşırım. Dizeyi yakaladığım an hemen not alırım. Şiiri ilk dizenin üzerine kurarım.

DOĞUŞTAN GELEN BİR YETENEK

Sana göre yazmak bir yetenek işi mi?

Ben şairlerin şair doğduğuna inanıyorum. Sonradan şair olunmaz. Şair doğulur; ama şiir dünyasını tanımamış, şiir ikliminden habersiz biri şairliğinin farkına varmaz. Özellikle günümüz kuşatılmışlık ortamında bu her zamankinden daha zordur. Şair olmak için, yaratılışta verilen ruhun gün yüzüne çıkarılması, işlenmesi gerekiyor. Bu da herkese nasip olmuyor. Kısacası şairlik; nasip ve emek işidir. Bir insan şair yaratılmamışsa; okuyarak şiirin inceliklerini; kurgusunu, dilini öğrenebilir. Edindiği kültürel birikimler bir şeyler karalayabilir. Hatta biçim ve biçem olarak kusursuz dizeler ortaya koyabilir; ama şiirin ruhunda bir şeylerin eksik kaldığı açıkça hissediliyor.

Yazdıklarında kendini ne kadar yansıtıyorsun?

Her şair, yazar kendi dünyasını yazar. Gördüğü duyduğu tanık olduğu her şeyi kendi süzgecinden geçirip ortaya koyar. Elbette ki yazan herkes biraz kendini yansıtır. Çünkü; sanat, şiir hayatın bir yansımasıdır.

Bize birazda kitaplarından söz eder misin?

Onurhan Bey, kitaplarım hakkında konuşmak istemiyorum. Bir şair, yazar eserini ortaya koymuş ve okura sunmuş ise, artık o eser hakkında yazarı, şairi dışında birilerinin konuşması gerektiğine inanıyorum. Bu konuda lütfen beni hoş görün.

POPÜLARİTE EDEBİYATIN ÖNÜNE GEÇTİ

Türk insanı sizce yeterince okuyor mu?

Elbette ki okuyor. Türkiye’de her yıl yayımlanan kitaplar ortada. Milyonlarca kitap yayımlanıyor; ama okurun neyi okuduğu önemli. Maalesef sokakta, vapurda, otobüste, ya da kitap fuarlarında daha çok vampir, macera kitaplarının ön plana çıktığını görüyoruz. Ayrıca bu kitap dünyası bir pazara dönüşmüş durumda. Kilitli kitaplar, şeftali, gül kokulu, portakal kokulu kitaplar, ya da oyuncak şekline sokulmuş kitaplar… Bazı popüler isimlerin imzasının bulunduğu kitaplar daha çok dolaşımda olduğunu görüyoruz. Ama her şeye rağmen Türk insanı okuyor. Okumazsa bu kadar dergi, kitap ortada dolaşmaz.

Hedef ve projeleriniz nedir? Yeni bir kitap yolda mı?

İkici şiir kitabım yeni çıktı. Fakat yazmaya, okumaya devam ediyorum. Beş altı yıldır coğrafya alanında akademik çalışmalar yapıyorum. Tez çalışmalarında amaç-sorun bağlamında somut, net sonuçlar ve çözümler ortaya koymanız gerekiyor. Bu durum insanı biraz yoruyor. Kararlı ve istikrarlı olmanız gerekiyor. Çok şükür doktora tezini tamamladım. Şimdilerde rahat bir nefes aldığımı hissediyorum. Okuyorum. Geziyorum ve yazıyorum. Gezi notlarım var. Bunları düzenlemeyi düşünüyorum; ama biraz daha birikmesi gerekiyor. Yeni yerler görmem ve notlar almam gerekiyor.

Geçtiğimiz yaz çantamı sırtıma alıp çıktım yola. Yunanistan, İtalya, Malta, Fransa’nın Sardinya Adası ve bazı güney şehirlerinde bir ay dolaştım, gezdim. Bütün bu ülkeleri otostopla gezdim. Yani bugüne resimlerini gördüğümüz, adını duyduğumuz, herkesin anlattığı yerlerden daha çok farklı coğrafyalar ve şehirleri gezdim. Dilleri, kültürleri hakkında çok bilgi sahibi olduğum insanların sofralarına oturdum. Kahvelerini içtim. Gün oldu Selanik’te şeftali hasadı yapan insanlarla şeftali topladım. Gün oldu Bari’de incir toplayan bir ihtiyar kadına yardım ettim. Malta’nın başkenti Valetta’da dil öğrenmeye gelmiş geçlerin eğlencesine katıldım.

TÜRKİYE’DE ŞİİR İYİ DÜZEYDE

Bu konuştuklarınız üzere eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?

Şu anda Türkiye’de şiir çok iyi bir düzeyde. İyi şairler var. İyi şiirler okuyoruz. Edebiyat dergilerinin varlığı, yeni şiir kitaplarının mürekkep kokusu; her şeye rağmen şiirin hayatın içinde olduğunun apaçık göstergesidir. Yok efendim “Şiir öldü, şiir okunmuyor” türünden garip ifadeler. “Şair çok; ama şiir yok” türünden gevezelikler; insanları uyutmaktan başka bir şey değil. Yenidünya düzenin hakim güçleri uyuyan ya da uyuşmuş beyinler istiyor. Şiir insanın uyandırır. Özellikle bizim kültürümüzde şiirsiz bir şuur oluşturulamaz; çünkü bizim medeniyetimiz şiir medeniyetidir.