Sayfa Yükleniyor...
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Ana Bilim Dalından Prof.Dr. Esra Engin, son yıllarda adını sık duymaya başladığımız Anksiyete bozukluğunu ve günlük yaşamımıza etkilerini gazetemize anlattı
YUSUF ÇAĞIRTEKİN-ÖZEL HABER
Modern yaşamın insanoğluna dayattıkları şeylerin arttırması ile insanlarda kaygı düzeyinin de arttırdığını biliyoruz. Kaygı arttıkça da gerçek benliğimizi tam olarak yansıtamıyoruz. Kaygının psikoloji alanında karşılığı ise Anksiyete. Son yıllarda günlük yaşamda adını sık sık duyduğumuz anskiyete bozukluğunu; Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesinden Prof.Dr. Esra Engin gazetemiz okuyucularına anlattı. Ankisyetenin beli bir tehdit algısına karşı oluşturduğu doğal bir duygu olduğunu söyleyen Esra Engin, Anksiyete aslında doğal bir duygudur. Anksiyete olmazsa olmaz. Aslında anksiyetenin varlığı bize hayatta olduğumuzu hissettirir. Bu normal seviyelerde olduğunda tetikte oluruz, dikkatimizi toplayabiliriz, bir şeyler öğrenebiliriz, kendimizi koruyabiliriz. Anksiyete normal bir duygudur. Ankisyete düzeyinin artması yani şiddetinin artması aslında problem olan şeydir. Anksiyete duygusu ile ilgili bir takım sınıflandırmalar yapılmıştır; hafif, orta ve yüksek düzeyde diye dedi.
HAYATTA KALMAMIZ İÇİN GEREKLİ
Ankisyetenin hayatta kalmamız için gereken bir duygu olduğuna vurgu yapan Esra Engin, İnsanlar özellikle bunu çok farklı algıladıkları için, duyguları yok etmeye çalışıyorlar; mesela tedavilerde ya da beklentilerde. Bir duygunun olmaması demek ölüyor olmamız demektir. Kaygı yaşamamız çok normaldir. Kaygının seviyesi, bizim baş etme mekanizmalarımızı devreye sokup sokmamızı etkileyen bir şeydir. O nedenle kaygı düzeyini ayarlamak önemlidir. Hangi kaygı düzeyi bizi etkiliyor; bazı insanlar kaygıyla çalışır, bazıları ise dingin çalışır. Öncelikle anksiyeteyi değerlendirirken çok doğal, olması gereken bir şey olduğunu kavramak gerekir. Günlük yaşamda anksiyetenin artması ile insanın gerçek performansını gösterememesi ve bazen kendinden bekleneni verememesi durumuna da değinen Esra Engin, Beklenti ankisyetesi ya da performans anksiyetesi denen bir şey var. Zaten anksiyete düzeyinin artmasındaki tetikleyici faktörlerden bir tanesidir. Kişilerin durumlara yükledikleri anlamlar ya da beklenti seviyeleri. Diyelim ki bir iş görüşmesine gittiniz. Hepimizin bir iş görüşmesine giderken kaygılanması normal bir şeydir. Buradaki paradoks zaten kaygılanmamayı beklemek ya dahuzurlu olmayı beklemekten kaynaklanıyor diye konuştu.
Ankiseyeteyi yönetmek için kabullenmek gerektiğini ifade eden Esra Engin, Tedavide özelliklede terapi tedavisinde zaten temel prensip bu paradoksu insanlara anlatabilmektir. Yani duygunu eğer kabul edersen onu yönetebilirsin. Eğer kabul etmez reddedersen; yani bu benim başıma gelmez ya da gelmesin ben kaygılanmak istemiyorum, sınava gireceğim kaygım olmasın demek ütopik bir beklenti olduğu için dolayısıyla kaygı gelir seni bulur ve sen onu yönetemeyecek düzeyde gelir seni bulur. Ama duyguyu kabul edersen; iş görüşmesine gidiyorum ve tanımadığım insanlarla olacağım orada, onlarda bana sorular soracak. Acaba bilebilecek miyim, yeterli olabilecek miyim gibi düşünceler çok insani düşüncelerdir ve bunu kabul etmek beraberinde şunu getirebilir getirir örneğin, evet belli sorular soracaklar bana ve bende elimden geldiğince cevaplar verebilirim. Veremediklerim de olacaktır. Fakat bunlar zaten doğal şeylerdir. Bir insan her şeyi bilemez. Hiçbir şey bilmemesi de mümkün değildir. Bu poaradoksu öğrenmek anksiyete bozukluğu tedavisinde temel prensiptir dedi.
BEKLENTİYİ AYARLAMAK
İnsanların kaygılanmayayım dedikçe özellikle sosyal fobilerde daha da çok kaygılandığını belirten Esra Engin, Bir topluluk karşısına geçip konuşacak insan, çok mükemmel bir performans sergilemek istiyor, hiç hata yapmak istemiyor ve haliyle kaygılanmak da istemiyor. Burada beklenti düzeyi o insanın zaten çok yüksek oluyor. Bir insan olgusunun çok üstünde bir beklenti olduğu için orada kaygı kontrol edilemez bir hale geliyor. Oysaki o kişi evet sen şuan bir topluluk karşısına geçeceksin, konuşacaksın ve o konuda senin uzman olduğun bir konu da olsa oradaki insan gurubu tanımadık olsa heyecanlanman çok normal. Bunu kabul edersen, bildiğin yeterli olduğun konularda cümlelerimi toparlayabilirim diye kendi bilişsel fonksiyonlarını düzenleyebilirler yani buradaki algı çok önemlidir. Kendimizi algılamamız, durumu algılamamız ve kaygıyı algılama biçimimiz onu yönetmemizde çok önemlidir diyerek kaygıyı yönetebileceğimizi belirtti.
İnsanların mevcut durum değerlendirmelerini gerçekçi bir zeminde yaparlarsa kaygılarını da yönetebileceklerini ifade eden Esra Engin, Diyelim ki ben çok iyi bir eğitim aldım, çok kendime güveniyorum bir konuda, yapabileceklerimi de yapamayacakları mı da biliyorum ve bu konuda gerçekçi bir değerlendirme yapabiliyorum. İstediğim işi de değerlendirebiliyorum. İstediğim iş pozisyonunu da değerlendirebiliyorum. Bana ne kadar uygun, beklentilerimin ne kadar üstünde ya da ilk adımda ben böyle bir pozisyonda ne kadar başarılı olabilirim. Yeni jenerasyonun en büyük algı çarpıtmalarından bir tanesi az çalışayım ve hemencecik bir yerlere gelebileyim, çok kazanayım gibi şeyler. Yani ilk basamaktayken onunca basamağı beklemek gibi bir handikap meydana geliyor. Bu her zaman hayal kırıklığı getirir diye konuştu.
STRES ASLINDA BİR FIRSAT
Anksiyetenin stres ile ilişkisine de değinen Esra Engin, Stres hayatımızın her alanında mevcuttur. Stres de olmazsa olmaz şeylerden bir tanesidir. Mesela stresten uzak durun uyarısı bana çok normal gelmiyor. Bu nedenle stres var olan durumlarla birlikte aslında günlük hayatımızda bizi çok etkileyen şeyler. Örneğin arabaya biniyorsunuz ve trafiğe çıkıyorsunuz alın size stres ya da işe geç kalmayayım ve patron, amirden laf işitmeyeyim diyorsunuz bu da stres veyahut işimi iyi bir şekilde yapayım demek bile strestir. Örnekleri çoğaltabiliriz. Yaşamın her alanı strestir. Burada da algı biçimimiz ve durumlara atfettiğimiz anlamlar çok önemlidir. Hayat sabah kalktığınızda ya mutlu olmak için yaşarsınız ya da problem olarak algılayarak başlarsınız. Buradaki bakış açısı önemli. Hayat çok da güzel bir şey değil. Bunu güzelleştirecek olan insanlar. Yani stres diye düşündüğümüz birçok faktör bizim gelişimimiz içinde bir fırsat olabilir. Örneğin iş yerindeki bir çatışma ilişkisel anlamda kendimizi tanımamıza, ne istediğimizi bilmemize ya da bunu nasıl ifade ettiğimizi bilmemize yarayan birçok şeyi de beraberinde getirebiliyor. Eğer stresli durumları bir fırsat olarak kabul ederseniz bu da kişisel gelişiminiz için aslında bir olanak sunmuş oluyor dedi.
Öte yandan stresli durumlarla baş etmekte zorlanan insanlar içinde değerlendirmelerde bulunan Esra Engin, Anksiyete ya da stresle ilgili yapılmış araştırmalara baktığımızda genetik faktörlerin bir miktar önemli olduğunu görüyoruz özellikle son yıllarda yapılmış araştırmalarda. Fakat bunun yüzde 30 ile yüzde 50lik bir yaşamda etkisi var. Geri kalan yüzde 60 ya da 70lik dilim ise öğrenme. Yani çocuk evde anne babasından evde anne ve babasının tepkilerinden neler öğreniyorsa yaşama öyle başlıyor. İşte anne çok panik, fare gördüğünde bile bağırır çağırırsa çocuk da herhangi bir hayvan gördüğünde bağırıp çağırı. Yani burada öğrenme, kendini güvende hissetme kavramları çok önemlidir. Eğer insanlar kendilerini güvende hissediyorlarsa, bütün sorunlara rağmen o durumlarla daha kolay baş edebiliyorlar. Kişi şayet kendini güvende hissetmiyorsa, her durumu bir tehdit olarak algılıyorsa, hayatı problem olarak algılıyorsa o insanın kaygı düzeyi çok daha fazla olacaktır. Buradaki öğrenme, durumu algılama biçimimiz yine çok önemli. Çocukluktan beri getirdiğimiz alışkanlıklar, durumlara verdiğimiz tepkiler, geliriz mesela sınav vardır; çocuklar birbirine onu biliyor musun ya da bunu biliyor musun diye soru sorarlar. Çalışmıştır aslında çocuk ama o kaygı bulaşıcıdır. Kaygı insandan insana bulaşır. Kendi neyi bilip bilmediğini bile unutabilir. Özellikle kaygılı insanlarla birlikte yaşıyorsanız kaygılı olma olasılığınız da yükseliyor. Bazı insanların tepkileri daha sakin, daha rahat ve daha akılcı olurken; bazıları ise duygularıyla o sele kapılıp gidebiliyorlar. Fakat duygularını kabul etmeyen insanlarda bu daya çok var diye konuştu.
Panik atağa da değinen Esra Engin, Panik atak da zaten kaygının gelmesinden bir endişe duyulma vardır. Yani kaygılı insanlar zaten gelecekle uğraşırlar yani kaygılı insanlar gelecekle uğraşırlar başımıza şu ya da bu gelecek diye kaygı düzeylerini arttırabilirler. Sanki başına gelebilecek olaylarla da baş edemeyecekmiş gibi bir algı vardır. Buradaki miş gibi algı ölecekmişim ya da nefes alamayacakmışım gibi ifade ederler. Hiç nefes almadığın oldu mu diye sorduğumuzda ise hayır , bunu sen nasıl biliyorsun?diye yanıt verirler. Oradaki abartılı algı yani o durumla baş edemeyeceğimiz algısı insanlarda panik atak dediğimiz o sıkıntıya neden oluyor. Başımıza gelebileceklerle ilgili herkesin aşağı yukarı o konuda neler yapılabileceği hakkında bir fikri vardır. Aslında hiç kimse o kadar da çaresiz değildir ama çaresizmiş gibi bir algı kişinin yetersizlik, bilinmezlik ve o duygunun kendisinin gelmesinden korkmayla ilgili. Örneğin kalp krizi geçireceğim korkusuyla kalp krizi geçiren insanlar vardır. İnsanlar hayatta ne öğrenirlerse onu biliyorlar. Bir şekilde o korku ya da kaygı durumu insanı baş edemeyecekmiş gibi bir algı yaratıyor ki bunlar gerçekle çok örtüşen şeyler değil dedi. Öte yandan Anksiyetenin normal bir şey olduğunu ve günlük yaşamımızdaki gerekliliğine ifade eden ve haberin oluşturulmasında emekleri geçen Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesinden Doç.Dr. Şeyda Dülgerlerde anksiyete ile birlikte yaşamamız gerektiğini belirtti.
Haber Merkezi