Sayfa Yükleniyor...
İsimsiz, Güvercin Beyazı ve Yedi Yeşil Fil gibi kitaplarıyla beğenileri üzerine toplayan eğitimci-yazar Gönül Çatalcalı her bireyin en az bir sanat dalı ile uğraşmasının bireyin gelişimi için hayati önem arz ettiğini belirterek, çok okumanın değil seçerek okumanın önemli olduğunu vurguladı
NİLGÜN TAZE
Eğitimci bir yazar olarak çocukların edebiyata yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uzun yıllar ortaokullarda Türkçe, liselerde edebiyat öğretmenliği yaptım. Mesleğim hobim olduğu için işimi zorunluluk hissederek değil keyifle yaptım. Hiç edebiyat memuru olmadığımı düşünüyorum. Millî Eğitim, okul idaresi, müfettişler vs, hiçbiri öğrencilerimden ve kendi kişisel değerlerimden önemli değildi. Ancak öğretmenlik zor bir meslek. Sınavlar, yetiştirilmesi gereken konular, ders çeşitliliği, sınav kâğıtları, notlar, dönem ödevleri, yine notlar Gerçekçi olmak gerekirse, öğrenciler -pek azı dışında- ders ve not olarak bakıyorlar edebiyata, kitaplara ve haklılar da. Örgün eğitim bana göre de son derece sıkıcıdır. Bütün bunlar arasında öğretmenin memuriyetten, öğrenciyi yalnızca notla değerlendirme çarkından kurtulması, öğrenciye edebiyat zevki verebilmesi kolay değil. Bir yazar, Ben tarihi okullardaki tarih kitaplarından değil, tarihi romanlardan öğrendim der. Eğer öğrencinin kişisel çabası yoksa evden ve başka kaynaklardan desteklenmiyorsa, okuma alışkanlığının, edebiyat zevkinin yalnızca okullardaki edebiyat derslerinde kazanılması, kazandırılması çok zor. Benim çabalarım hep bu yönde oldu. Yıllar sonraki geri dönüşlerde bunun karşılığını aldığımı görmek beni çok mutlu eder.
Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
Uzun yıllar okumak her şeyden daha önemliydi benim için. Kendim için yazmaya da geç başladım, yayınlatmak için yazmak fikri ise epeyce sonra doğdu ve gelişti. Zaten ne denli çok okursanız yazmanın o denli zor olduğunu fark ediyorsunuz. Okumadan yazan cahillerin cesaretine hiç sahip olmadım.
Her gün belirli saatlerde mi masa başına geçersiniz? Yazma düzeniniz nedir?
Okumalarımı gündüz yapar, geceleri yazarım. Ancak hazırladığım kitap bitme aşamasında ise zaman kavramım ters yüz olur, gece gündüz yazar, düzeltir, ince işçiliklerle uğraşırım.
Öykü ve roman türleri üzerine neler söylemek istersiniz? Üç öykü kitabından sonra neden roman?
Bu söyleşinin dar alanı içinde bu sorunuzu şöyle yanıtlayabilirim: Roman ya da hikâye, tüm anlatılar hayatla, dünyayla, kendimizle olan meselelerimizin birer dışavurumudur. Yazı türleri birer aracıdır yalnızca. Öykü küçük roman, roman da genişletilmiş hikâye değildir. Apayrı türlerdir. Ben yazıya öykü ile başladım. Sıradan hayatların küçük ama kendi içlerindeki detaylarında derinlikler barındıran büyük hikâyelerini yazarken belleğimin bir köşesinde bir intihar hikâyesi yer etmişti. İntihar olgusunun, kısa ya da uzun oylumlu hikâye ile anlatamayacağım kadar karmaşık bir alt yapısı olduğunu fark ettiğimde, bu konuyu zihnimin derinliklerine itmiştim yıllarca. Öyle ya, ben hikâye anlatıcısıydım ve anlatacak çok hikâyem vardı. Ancak zaman içinde bu konu yazılmak için beni zorlayıp durdu. Siz fark etmeseniz de beynin kendi kendine bir konuyu olgunlaştırdığını şaşırarak gördüm. Romana geçiş ürkü vericiydi, roman yazma sanatı üzerine kitaplar okudum. Ancak hiçbir kuramsal bilgi yazarın yapacağı kurguya yetmiyor, karşılık gelmiyor. Her kurgunun yazara ve konuya özel olduğunu gördüm.
Öykü ve roman yazmaya başlamadan önce her şeyi en ince ayrıntılarına kadar planlar mısınız? Yoksa akışına mı bırakırsınız?
Ben yazarak düşünenlerdenim. Öyküyü kabataslak zihnimde biçimlendiririm önce, ilk sözcüğü yazdığım andan itibaren, o nasıl yazılacağını bana kendisi tarif eder. Tek bir tümceden yola çıkarak oluşturduğum öykülerim vardır. Birkaç öyküyü eş zamanlı çalışabilirim. Ancak roman türü başka bir disiplin ve tek alana adanmışlık gerektiriyor benim için. Bitmeyen, birbirine eklenen, bir diyalogla neredeyse mecrası değişen, bazen hızını dizginlemekte zorlandığım upuzun bir metin yazmaya başladığımda bunun farkına vardım. Yazdığım öykü değildi, başka, bambaşka bir yol hatta yolculuktu bu. Hemen çık-a-mayacağım, ön hazırlıklar yapmamı gerektiren bir yolculuk. Bu zorlukları fark ettiğimde oturup yeniden okumalar yaptım, ciddiyetle kurgu üzerinde çalıştım. Bu süreçte insan psikolojisi üzerine pek çok kitap okuduğumu da belirtmeliyim.
Son kitabınız olan İsimsiz beğeniyle okunuyor. Okuyuculardan ne tür geri dönüşümler alıyorsunuz?
Teşekkür ederim. Evet, hiçbir kitabımdan almadığım kadar çok geri dönüş aldım İsimsiz kitabımla ilgili. Tanıdığım tanımadığım, mail adresime, telefonuma ulaşan çok sayıda okur, olayı romanla birlikte bire bir yaşadıklarını, romandaki karakterleri çok benimsediklerini, merak unsurunun çok yüksek dozda olduğunu, kitabı ellerinden bırakamadıklarını, bir gün bir gecede sabahlayarak bitirdiklerini söylediler. Bu beni sevindirdiği gibi düşündürdü de. Acaba onca emek verdiğim dil ve biçem, oluşturmak istediğim derinlik, kurgunun sürükleyiciliğinde heba olup gitmiş miydi? Bu kitabın tek okumalık bir serüven romanı hızında tüketilmesini istiyor muydum? Bunu istemiyordum elbette. Ayrıntılı konuşmalarda, İsimsiz hakkında yazılan yazılarda, yapılan okuma toplantılarında romanın dili, anlatım özellikleri ve okurun önemsemesini istediğim öteki beklentilerim konusunda çok olumlu değerlendirmeler alınca kaygılarımdan kurtuldum.
Gençlere, yazmak isteyen kişilere tavsiyeleriniz nelerdir?
Yazmak isteyenlere ilk tavsiyem her türde farklı okumalar yapmaları gerekliliği hatta zorunluluğudur. Okumadan yazılmaz. Yazılan da yazıldığı yerde kalır. Ben edebiyat atölyelerinde de çalıştım. Yazma denemeleri yapan arkadaşlara ikinci tavsiyem şu olur: Yazdıklarınıza tapmayın! İyi yazmanın yolu, yazdığınızın birkaç katını yırtıp atabilmekten geçer, ya da silebilmekten. Gençlere önerim ise, sanatın bir ya da birkaç dalından tutmalarıdır. Ben sanatı insanlığın kurtuluşu için en önemli çözüm olarak görenlerdenim. Bir sanat dalı olan edebiyat, çok önemli görevler üstlenir. Her kitap okuruyla biricik ilişki içerisindedir. Kalabalıklar içinde değil, iki varlık arasında kurulmuş çok kıymetli bir ilişkidir bu. İnsan, insanlık sorunları, siyaset, tarih, psikoloji, sanatın imbiğinden geçerek sunulduğunda başka bir gerçeklik kazanır, sanatsal gerçeklik. Bu başka bir aynadır, puslarından arınmış, buğusu çözülmüş bir ayna. Sanatın büyüsü toplumsal gerçeklerle buluştuğunda, mercek altına alınan en sıradan olay bile zihnimize daha başka biçimde yansır, farkındalık dediğimiz şey tam da budur. Sanatın, sanatçının amacı, el attığı alanda bu farkındalığı yaratmaktır zaten. Gençler hayata ve dünyaya bakış açılarını kitap dünyasıyla dost olarak genişletmelidirler. Çok okumayı değil, seçerek okumayı, bilinçli okumayı öneririm onlara Sırt çantalarında mutlaka bir kitap bulundurmayı Birkaç kişilik de olsa gruplar halinde -kalabalık olurlarsa ne mutlu- yapacakları okuma toplantıları, kitabın her yönden paylaşımı, irdelenmesi, metnin etkisi ve zihinlerdeki kalıcılığı açısından çok önemlidir.
Haber Merkezi