Her dislektik özeldir

Einstein, Leonardo da Vinci, Rodin, Churcill, Cher ve Mozart. Disleksi problemiyle karşı karşıya gelen bu isimler adeta yerdeki yıldızlar. Dr. Deniz Tirit Karaca ile büyük bir tedirginliğe yol açan bu öğrenme güçlüğünün iyi eğitim verilirse çok daha fazla yıldızı ortaya çıkaracağını konuştuk


  • Oluşturulma Tarihi : 02.12.2017 07:25
  • Güncelleme Tarihi : 02.12.2017 07:25
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Her dislektik özeldir

SULTAN GÜMÜŞ / ÖZEL HABER

Çocuğunuz, okuduğu metnin içeriğini unutuyorsa, kelimeleri tersten okuyorsa, b-d, b-p, m-n harflerini karıştırıyorsa, akranlarından daha yavaş okuyorsa ve noktalamaya dikkat etmeden okuyorsa “disleksi” olabilir. Öğrenme güçlüğü olarak tanımı yapılan, konuşma ve yazmada problemlere neden olan disleksiye dair birçok şeyi Dr. Deniz Tirit Karaca anlattı. Disleksi konulu birçok seminerler veren Karaca, disleksinin bir hastalık değil, öğrenme farklılığı olduğunu belirterek, Türkiye’de tanısı konulan disleksili 30 bin 200 çocuk olduğunu söyledi. Disleksinin, matematik ağırlıklı öğrenmede zorluk, okumada zorluk, yazmada zorluk, dil ve konuşmada zorluk ve ince motor becerilerde farklılık olarak beşe ayrıldığını belirten Dr. Karaca, Dünya Sağlık Örgütünce 1994 yılında öğrenme farklılığı olarak tanımlanan disleksinin zekayla ilgili bir problem olmadığını da ifade etti.

“Disleksi bir öğrenme farklılığıdır. Disleksi asla hastalık değildir” diyerek konuşmasına başlayan Karaca, “Disleksi, ‘kelime kullanımında yaşanan zorluk’ anlamına gelir Doğuştan gelen bir öğrenme bozukluğu olan disleksi, okuma ve yazma çağında dikkat çeker ve ortaya çıkar. Dislektik çocuklar, yaşıtlarına göre daha geç okur ve yazarlar. Kelimeleri doğru telaffuz edemezler ve kelime kapasiteleri de düşüktür. Nörolojik kökenli bir bozukluk olan disleksi, doğuştan beynin sol yarım küresindeki dil kullanımıyla ilgili bölümlerdeki farklılaşmayla kendini gösteriyor. Okuma, yazma ve telaffuz edebilme yeteneklerinde görülen bozulmayla ortaya çıkıyor. Dislektik kişilerin beyni, bilgiyi farklı olarak işliyor. Bu durum, okuma, yazma, sıralama yapma ve bilgiyi organize etme konularında çeşitli sorunları beraberinde getiriyor” dedi.

GENETİK VE ÇEVRESEL!

Disleksinin genetik ve çevresel etkenlerin etkileşimi sonucu ortaya çıktığını belirten Karaca, “Genetik sebepleri araştıran birçok çalışma yapılmıştır ve birçok gen ile ilişkili bulunmuştur. Yapılan ikiz ve aile çalışmaları da genetik kökenli bir hastalık olduğunu destekler. Disleksisi olan bireylerin ailesinde Özgül Öğrenme Bozukluğu görülme sıklığı normal popülasyona göre 5-12 kat artmıştır. Beyin görüntüleme çalışmaları neticesinde beyinde normalden farklı yapısal özellikler bulunmuştur. Çevresel faktörlerden önemlileri erken doğum, düşük doğum ağırlığı, anne karnında nikotin maruziyeti, beslenme sorunları ve eğitim yetersizliği olarak tanımlanmıştır” ifadelerini kullandı.

NE ZAMAN ORTAYA ÇIKAR?

Okul öncesi dönemde belirtiler veren disleksinin belirgin hale geldiği dönemin genellikle örgün eğitimin başladığı yıllar olan okul yılları olduğunu vurgulayan Dr. Karaca, şunları söyledi: “Akademik becerilerde zorluklar süreklilik gösterir. Ülkemizde ilkokul 1’de okuma yazma öğrenimi sırasında yaşıtlarına göre okuması geciken bu çocuklar, sonraki yıllarda yavaş okuma, yanlış okuma ve okuduğunu anlamama gibi sorunlar yaşarlar. Disleksi nörogelişimsel bir bozukluk olan Özgül Öğrenme Bozukluğu’nun bir alt tipidir. Nörogelişimsel bozukluklar genetik ve çevresel faktörlerin etkileşimi sonucu gelişimin erken dönemlerinde ortaya çıkar ve genellikle yaşam boyu süren durumlardır. Yani bir çocuk sonradan disleksi olmaz ancak etkilenen akademik becerilere olan gereksinimler bireyin kısıtlı olan yeterliliğini aşana kadar belirgin hale gelmeyebilir. Yani belirtilerin belirginleşmesi her çocukta aynı dönemde olmaz.”

Disleksiye sebep olan faktörler araştırılırken çevresel faktörlerin de beyinde yapısal ve işlevsel farklılıklara sebep olabileceğinin anlaşıldığını belirten Karaca, “Gelişimin erken dönemlerinde başlayan ve uzun süren ciddi beslenme yetersizlikleri beyin yapısında bu tarz değişikliklere yol açabilir. Bunun yanında vitamin ve mineral eksikliklerinin de öğrenme bozukluklarına yol açabileceği bilinmektedir. Beslenme bozuklukları öğrenme bozukluklarına yol açan çevresel faktörlerden biridir” dedi.

ODAKLANMA ZORLUĞU

Disleksi rahatsızlığı olan çocukların özgüven eksikliği yaşadığını dile getiren ve onların sıkıntılarına değinen Karaca, “Tüm bu güçlükler sebebiyle dislektik çocuklar, diğer çocuklardan farklı görüldüğü için özgüven eksikliği yaşamaktadır. Bazen bilinçsiz öğretmenler veya ebeveynler nedeniyle IQ seviyesi düşük oldukları düşünülür. Bu durumda da çocuk, içinden çıkamayacağı bir öğrenme korkusuyla baş başa kalır” diye konuştu.

Konuşmasına devam eden Karaca öğrenme güçlüğü yaşayan çocukların odaklanmada zorluk çektiklerine dikkati çekti. Karaca, “Dislektikler, odaklanmada zorluk çekerler, kelimeleri hafızalarında tutamazlar, ritm uyumsuzluğu yaşarlar, dikkat güçlüğü yaşarlar, el yazıları da düzgün değildir, yavaş hareket ederler, gruplandırma ve sıralamada zorluk çekerler, hecelerin seslerini karıştırırlar, okurken kelime atlarlar ve kelimeleri karıştırırlar. Örneğin ‘bayram’ yerine ‘baryam’ derler. Bazı harfler ve sayılar arasındaki farkı ya da benzerlikleri algılayamazlar. Örneğin ‘36’ sayısını ‘63’ olarak görür ve okurlar. Tüm bu okuma, algılama sorunları nedeniyle yabancı dil öğrenmede de zorluk yaşarlar” cümlelerini kullandı. Bir öğrenme bozukluğu çeşidi olan disleksinin en temel belirtilerine de yer veren Dr. Karaca, şunları ekledi: “Kelimelerin ve harflerin tersten algılanması başlıca belirtilerden. Disleksiyle ilgili ilk çalışmalar, kendi çocuğunun öğrenme zorluğu yaşadığını fark eden bir doktor tarafından yapılmıştır. Çocuğunun zekasında bir problem olmadığını bilen doktor, onun neden yazıları okuyamadığını fark etmiş ve çalışmalar yapmıştır. İlk zamanlarda görme bozukluğuyla ilgili bir sorun olduğu düşünülen disleksi, günümüzde dil ile ilgili bir bozukluk olarak tanımlanıyor.”

EBEVENYNLERE DÜŞEN GÖREVLER! 

Dr. Karaca, ailelere düşen görevleri de şöyle sıraladı: “Çocuğunun gelişimini yakından takip eden her aile farklılık gördüğünde bu durumu tanımlamak için uzmana başvurmalıdır. Çocuğa destek veren olumlu bir çevre ortamı hazırlanmalı. Uzman ile birlikte çocuğuna yaşadığı problemi uygun dille anlatıp, güçlü ve zayıf yönlerini fark etmesini sağlanmalıdır. Destekleyici ve cesaret verici olmalı, olumlu ve güçlü yönlerini vurgulamalıdır. Öğretmenleriyle olan iletişim güçlü tutulmalıdır. En önemlisi çocuklarını başka çocuklarla kıyaslamamalıdır.”

Karaca’nın verdiği bilgiye göre Türkiye’de tanılı olarak, hastaneye gidip kendini tanılatmış disleksili çocuk sayısı 30 bin 200’dür. Hastaneye gitmeyen fakat çocuğunun disleksili olduğunu bilen ailelerin sayısı ise 123 bindir. “Bu rakam çok ciddi bir rakamdır. Neredeyse küçük bir ülkenin nüfusu kadar bir sayıdır” diyen Karaca, ailelerin bilinçlendirilmesi ve erken tedavi için çaba gösterilmesi gerektiğine vurgu yaptı.

“ÇOK FAZLA ZEKİLERDİR” 

Disleksinin bir tedavisi olmadığını anlatan Karaca, “Disleksi bir hastalık olmadığı için ilaç tedavisi yoktur. Dislektik çocuklar özel eğitime ihtiyaç duyarlar. Fakat ülkemizde bu eğitimi veren kurumlar bulunmamaktadır. Yaş ilerledikçe okuma problemleri düzelebilir ancak yazım hataları genellikle kalıcıdır. Dislektiklere yaklaşırken, onları aşağılayıcı tavırlardan uzak durmalı, onların zekasında bir problem varmış gibi davranmamalıyız. Onlar da, biraz yoğun bir eğitimle okuma ve yazmayı öğrenebilir. Bunun yanı sıra, diğer birçok eğitimi de alabilirler. Dislektik bireyler sabır ile yetiştirilmelidir, anlamadıkları noktalar tekrar tekrar anlatılmalıdır” dedi.

Albert Einstein, Mozart, Leonardo da Vinci gibi isimlerin de disleksi olduğunun altını çizen Karaca, öğrenme güçlüğü yaşayan çocukların aslında bir dahi olduğunu, çok farklı yeteneklere sahip olduklarını ve bunun ancak iyi bir eğitimle geliştirilip sağlanacağını vurguladı.

Toplumda disleksisi olan bireylerin zeka problemi olduğuna dair yanlış bir kanı olduğunu ifade eden Karaca, “Buna en önemli kanıt disleksili olduğu bilinen Einstein, Leonardo da Vinci, Rodin, Churcill ve Cher gibi bilim adamları ve sanatçılardır. Bu bireylerde zeka tamamen normal veya üstün olabilir. Buradaki problem beyindeki öğrenme bölgelerindeki sorunlar sonucunda ortaya çıkan öğrenme sorunudur. Zeka problemi olduğuna dair önyargının kırılması için sadece ailelerin değil tüm toplumun bilinçlenmesi, bu konuda çalışan eğitimci ve sağlık çalışanlarının toplumun bilinçlenmesini sağlamak için ellerinden geleni yapması önemlidir. Dislektik bireyler, yetenekleri doğrultusunda meslek edinmelidir. Çok güzel enstrüman çalabilir, resim yapabilir veya bilim insanı olabilirler. Dislektik olmaları, yapabildiklerinin önüne geçmez. Sanılanın aksine, dislektik insanların zekalarında herhangi bir düşüklük yoktur. Hatta aksine çok fazla zekilerdir. Yalnızca beyinleri biraz farklı çalışır. Dislektik çocuklar yaşıtlarına oranla daha meraklıdır. Olayları farklı açılardan ele alırlar, çok boyutlu düşünürler, dünyayı bizim gördüğümüzden farklı algılarlar, kelimelerle değil görsellerle düşünürler” diye konuştu.

Öğretmenlere de bu konuda görevler düştüğünü hatırlatan Karaca, “Çocuğun okuma seviyesini tespit ettikten sonra tümden gelim yöntemini kullanmaları faydalıdır. Sık sık tekrarlama yapmaları, sabırlı ve olumlu tutum içinde olmaları, güdüleyici ve teşvik edici olmaları süreci olumlu etkiler. Bu çocukların dikkati çabuk dağıldığından kısa çalışmalar daha etkilidir. Dikkati arttırıcı etkinlikler ve hafıza oyunları da destekleyici olarak kullanılabilir” tavsiyesinde bulundu.

DİSLEKSİYİ KONU ALAN FİLMLER 

*Journey into Dsylexia: ‘Farklı düşünen insanlar olmadan toplum çok daha yoksul olabilirdi’ der Alan Raymond. Bir belgesel olarak kaydedilen filmde, Raymond okuma problemleri ile yaşayan birçok tanınmış yetişkinle konuşur. Okuma ve yazma problemleriyle alakalı sohbet ederek bununla nasıl başarılı olmayı öğrendiklerini paylaşırlar. Çocuğunuzun kendi hayatıyla ilgili neler yapabileceği konusunda meraklı iseniz bu filmi kaçırmayın.

*Inside Dyslexia: 2005 yılında çekilen film okuma problemi olan genç insanların yaşamlarına ilk samimi yaklaşım ve bakıştır. Bu film 3 genç öğrencinin yaşamını bizlere gösterir. İzleyiciler, ailelerin çocuklarının okuma ve yazma problemlerini nasıl fark ettiklerini ve öğrencilerin ev/okul hayatlarını yakından izlerler. Ayrıca, çocuklar kendi gelecekleri hakkında hayaller kurarken onların durumlarında yaşamaktan hoşlandıkları şeyleri dürüstçe paylaşırlar.

* The Secret: Filmin kahramanı Mike tüm yaşamını dislektik olduğunu saklamaya çalışarak geçirmiştir. Genel bir mağazanın sahibi olarak, bu durumuna sürekli geçici ve akılcı çözümler bulmuş sadece en yakın arkadaşı ve eşi okuma yazmada zorlandığını anlayabilmişlerdir. Sorun olmadan sakladığı küçük sırrını yerel bir siyasi makam için görevlendirilince saklayamama endişesi yaşamıştır. Fakat bu sırada, torununun da okumayla ilgili yaşadığı güçlükler olduğunu fark etmesi onu kendisiyle yüzleştirir. O zamandan sonra Mike kendince bir utanç olan gerçeğini ve onun zorluklarını küçük bir çocuğun ve onun kendi gelecek mutluluğunun hatırı için kabul eder.

*Her Çocuk Özeldir: Harfleri ve sayıları algılama problemi yaşayan Ishaan çevresi ve ailesi tarafından tembel gerizekalı muamelesi görür. Film, Ishaan’ın çalışmayı öğrenebilmesi için yatılı okula verildikten sonra tanıştığı resim öğretmeni ile değişen hayatı ve başarısını anlatıyor. Ishaan derslerinde başarısız, yaptığı işlerin çoğunda tutarsız bir çocuktur, yazı yazmayı ve okumayı 3.sınıfta olmasına rağmen öğrenememiştir, kitabı her açtığında kelimeler sanki dans ediyor gibi gelir ona. Bu başarısızlığın sonucunda içine kapanık ve karamsar bir ruh haline bürünür, mutluluğu ve özgürlüğü insanlardan uzaklaşmakta bulur. Annesinin ilgisine karşın babasının katı tutumu Ishaan’ın zihinsel dünyasında gidiş gelişler yaşamasına sebep olur. Tam her şeyden ümidini kesmişken resim öğretmeni Ishaan’ın hayatını tam anlamıyla değiştirir.

Haber Merkezi