Her yazdığınız evreninizi oluşturuyor

İzmirli Yazar Mehmet Kemal Erdoğan ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Erdoğan, 80 gibi ulaşılması güç bir sayıda kitaba imzasını koyarak edebiyat dünyasında varlığını sürdürüyor


  • Oluşturulma Tarihi : 31.07.2018 08:12
  • Güncelleme Tarihi : 31.07.2018 08:12
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Her yazdığınız evreninizi oluşturuyor

ONURHAN ALPAGUT-ÖZEL RÖPORTAJ
Yazar Mehmet Kemal Erdoğan’ın yazıyla alakasının gelişmesinde ilginç bir hikayesi bulunuyor. Ödemiş’te yayın yapan ÖRT TV’de bir alt yazıda gördüğü kızın lösemi hastası olduğu ve acil olarak yardıma ihtiyacının bulunduğu ibaresiyle ‘Ne yapabilirim?’ düşüncesiyle harekete geçen Yazar Erdoğan, aldığı karar doğrultusunda şiirlerini kitap haline getirerek kitap satışından elde ettiği geliri o kıza gönderiyor. Ve bu şekilde çocuklar için yazma kararı alıyor. Arkası da geliyor. Yazar Erdoğan bugüne kadar farklı türlerde 80 tane kitaba imza atmış. Hala da yazmaya devam ediyor.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1959’da İzmir’de dünyaya geldim. Eğitimimi İzmir’de tamamladıktan sonra Maliyeci olarak çalışmaya başladım. İzmir’de 9 Eylül Vergi Dairesi ile başlayan meslek hayatım, daha sonra Tire Vergi Dairesi’nde devam etti. Bayındır Vergi Dairesi’nde noktalandı. Şu anda emekliyim. Evli ve iki çocuk babasıyım. Halen Tire’de yaşamakta ve yazım çalışmalarımı İzmir’in bu şirin ilçesinde sürdürmekteyim.
TEK TESELLİ KAYNAĞI
Yazar olma süreciniz nasıl gelişti?
Maliyede çalıştığım süreç içerisinde, özellikle Tire Vergi Dairesi’ne tayin olduğumda, yazma çalışmalarıma yoğunluk verdim. Yeni atanmış olduğum ilçede, büyük şehrin olanaklarını bulamadığım için yazma benim tek teselli kaynağım oldu. Tabii yalnızca yazma değildi, aynı zamanda çok okuma ve okuduklarımı değerlendirme ortamıydı benim için. İzmir’de yaşadığım zamanlarda genellikle şiirler yazmaya çalışırdım ve bir kıyıya koyardım. Tire’ye tayin olduğum dönemde de birçok şiir yazdım. Tire’nin yakın ilçesi Ödemiş’te yayın yapan ÖRT TV, o dönemde yayındaydı ve bir alt yazıda bir kızımızın lösemiye yakalandığını ve yardımlarımızı beklediklerini duyuran bir haber gözüme çarptı. İşte bu benim belki de dönüm noktam oldu. Şiirlerimi bir kitap haline getirip satma ve elde edeceğim geliri o kızımıza gönderme düşüncesi beni harekete geçirdi. Şiirlerimden oluşan “Işığın İçindeyim” adlı şiir kitabımı kendi çabalarımla hazırladım. Kitabın mizanpajını, kapak çalışmasını halen görüştüğüm ve kendisi de bir şair olan değerli arkadaşım Seyfullah Ayvalı ile birlikte meydana getirip kısa sürede satıp gelirini o kızımıza gönderdim. Çocuklara yazma sürecim böyle başladı ve ardından çocuk öyküleri kaleme aldım. Bunu çocuk romanları izledi. İlk yazdığım “Yıldız Yürümesi” adlı öykülerimden oluşan kitap bir yayınevinin düzenlediği yarışmada ikincilik ödülü aldı, ardından “Burcu’nun Öyküleri” adlı çocuk romanım, “Balık Yemi Pina” adlı öyküm ve “Prenses Mira’nın Gizemi” adlı fantastik öyküm dallarında ödüller alarak kitaplaştı. Tabii ödüllerle taçlandırılan yazım süreci böylece hız kazandı ve yazdığım her dosya kitaplaşmaya başladı.
Kitaplarınızı ortalama ne kadar bir sürede tamamlıyorsunuz?
Her yazdığım kitapta değişen bir zaman aralığı var. Genellikle alt grup çocuk kitapları çok kısa zamanda oluşurken ve kitabın havasına kendimi kaptırdığım takdirde bir hafta gibi kısa sürede, hatta üç günde yazdıklarım oluyor. Ama çok sayfalı bir kitap bazen aylarca sürüyor. Hatta elimde yıllardır yazmaya çalıştığım yetişkin romanları var. Ünlü bir edebiyatçının söylediği gibi, ‘Yazar olmak için her gün birkaç sayfa yazmak gerekiyor’. Ben de seyahatte olayım, okul etkinliklerinde olayım bu birkaç sayfa yazma eylemini hiç ertelememeye çalışıyorum. Kaldığım otellerde, etkinlik zamanlarında yazmaya devam ediyorum. Yani yıl içerisinde de yazıp bitirdiğim birçok kitap oluyor. Son zamanlarda yazdığım kitaplarımın birçoğunu fuarlara gittiğimde otel odalarında yazdım diyebilirim. Yani kısacası her gün biraz yazmak bir yazarın işini kolaylaştırıyor.
MOTİVASYON KAYNAĞI
Sizi yazmaya ne gibi durum ve hisler teşvik ediyor?
Bir olay, bazen bir ayrıntı hatta bir söz beni yazmaya iten nedenlerden biri olabiliyor. Bir anda kafamda canlanan bir kurgu beni inanılmaz bir biçimde motive ediyor. Bunu yazmam gerekir diyerek bir an önce elime kalemi almam gerektiğine inanıyorum. Bundan yıllar önce defterlere karaladıklarımızı şimdi bilgisayarlarda oluşturmak işimi daha da kolaylaştırıyor. Bazı yazarlar gibi, yazmak için deniz kenarı, sayfiye yeri, kır, doğa aramıyorum. Bulunduğum her ortamda yazabilme becerimi gerçekleştirmeye çalışıyorum. Bir yazar, genellikle içinde bulunduğu toplumsal ortamdan beslenir. Herkesin göremediği bazı ayrıntıların farkına varıyor, üzülüyor, acı çekiyor ama bu değerlerin yok olup gitmesine de gönlü hiçbir zaman razı olmuyor. Bu yüzden bunların yazılması gerektiğine inanıyor. Herkesin üzerine basıp geçtiği bir toprak parçasında gördükleri, bir yazarı motive eden en önemli unsurlardan biri oluyor.
Size göre yazmak bir yetenek midir?
Evet, ben yazmanın bir yetenek olduğuna inananlardanım. Bazı yazarlarımız çalışarak bir yerlere varmanın olanaklı olduğuna inanıyorlar. Buna da karşı değilim. Evet, çalışmak olmazsa olmazlardan… Zira yazılan eserler çalışarak ortaya çıkıyor. Çalışmak ve yetenek birleştiğinde mükemmel bir tat alıyorsunuz. Yetenek yapıta çeşni katıyor. Bir de yazma eylemi tutku işi. Eğer aşk derecesinde tutkunuz yoksa yazamazsınız. Yazsanız da yazdıklarınız bir şeye benzemez. Her insanda bir takım yeteneklerin olduğunu düşünüyorum. Örneğin: çok güzel resim çizenlerimiz var, müzik yapanlarımız, elbette bunlar çalışarak geliştirilebilir. Ama yeteneği yoksa bir kişinin yeni şeyler, insanların ilgisini çekecek yapıtlar oluşturamayacaktır. Yetenek, benim anladığım biçimiyle biraz da evreni okuma kabiliyetidir. Evrenden aldığı sembolleri değerlendirme becerisidir. Hatta gizli sesleri duyma yetisidir diyebilirim. Abbas Sayar, Yılkı atını yazdığında, koskoca Yaşar Kemal “Ulan çocuk bir kitapla bizi mahvettin” demiştir. Abbas Sayar’ın gücü yeteneğinden geliyor…
Yazdıklarınızda sizi ne kadar görüyoruz?
Tüm yazdıklarım aslında benden başkası değil. Her yazdığım eserde kendimden söz eden bir yanım var benim. Başkalarını anlatıyor olsam bile, bir gölge gibi, bir hayalet gibi geziniyorum o hayatların içinde. Bir eseri oluşturmak, biraz da kendini oluşturmak… Kendini bulmak kelimeler dünyasında. Kocaman bir evren gibi her nesneyi, her canlıyı kucaklayan kelimelerimle ördüğüm dünyamda kendi cennetimi, kendi cehennemimi var etme telaşını yaşıyor kelimelerim. Her yazdığımın benden bir parça olduğunu biliyorum en azından. Her yazdığım eserde benden bir sevgi yumağının evrene dağıldığından haberdarım. Çünkü yazdıklarımı en çok ihtiyaç duyduğumuz o inanılmaz güçle, yani sevgi ile oluşturmaya çalışıyorum. Sözlerim, duygularım, yaşadıklarım ya da yaşayamadıklarım, inançlarım, hoşgörüm, öngörüm, sihrim, eşyaya nüfuz edişim, hayallerim ya da insanda başka ne gibi gizli kalmış yönler varsa, hepsi de yazdığım kitaplarda hayat buluyor, bir bedene kavuşuyor. Bazen bir minik serçede koskoca bir insanın yüreğini görüyorsunuz. Cesareti, acı çekmeyi, dostluğu, arkadaş sevgisini, paylaşmayı küçücük bir serçenin kanat çırpınışlarından okuyorsunuz. Doğaya yayıldıkça, koskoca bir evrene dönüşüyorsunuz. Ve her yazdığınız yapıt, sizin evreninizi oluşturuyor.
TARİHİ ROMANLAR
Bize kitaplarınızdan söz eder misiniz?
Seksen civarında yazılmış kitabım var. Tabii farklı yayınevlerinden çıktı bunlar. Yalnızca çocuk kitapları değil, gençlik ve yetişkin kitapları ve son dönemde yazdığım tarihi romanlar… Örneğin Burcu’nun Öyküleri uzunca bir süredir çocukların dünyasını süslüyor. Fantastik tarzı çok sevdiğim için fantastik romanlar dizisinden Ana Tanrıça, Cehennemin Dört Atlısı, Lanetli, Şahmeran, Arkadaşım Hayalet, Araf’ın Atlıları gayet rahat ve zevkle okunabilecek kitaplarımdır. Aklıma gelenleri sıralayacak olursam, güldürü tarzında kaleme aldığım, Annem Çıldırdı, Babam Çıldırdı, Öğretmenim Çıldırdı, Beni Çıldırtmayın dörtlemesi çocuklarımızın severek ve keyifle okuduğu kitaplardan… Yetişkinler için yazdığım Hicran-ı Aşk adlı romanım, tarihi romanlardan Cengiz Han, Attila, Ertuğrul Gazi, Tomris Kağan, Alparslan, Bilge Kağan, Metehan, Osman Gazi ve Fatih Sultan Mehmed Han okunmaya devam ediyor. Bu arada özellikle Ankara’da kolej ve devlet okullarında okutulan Babam Bir Kahraman, Yeşil Gezegen, Sevimli Robot, Kümbet, Mor Menekşe gibi kitaplarım ilk aklıma geliverenler…
Türk toplumu sizce yeterince okuyor mu?
Yeterince okuduklarını düşünmüyorum. Yazarlar okuyor ve kendi aralarında paslaşıyorlar. Ha bu arada unutmadan söyleyeyim. Her yazar okuyor diye bir şey yok. Okumayan yazarlar da var günümüzde, sanırım okumadan yazar olunabileceğini kanıtlamaya çalışıyorlar.
Kitap fuarlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son yıllarda gittikçe çoğalan bir yapı var karşımızda. Hemen hemen her ilde, hatta ilçelerde kitap fuarı etkinlikleri düzenleniyor. İnsanlar kitaplar alıyorlar. Bir hareket göze çarpıyor. Kitaba karşı yoğun bir ilgi var gibi görünüyor. Ama ben öyle olduğunu düşünmüyorum. O yıl içinde fuardan aldıkları kitapları biriktiren, okuyacağı zamanı bekleyen, okuyamayan bir sürü insanla konuştum. Yıllar geçiyor, soruyorum şu imzaladığım kitabı okudun mu, diye henüz okumadım diyor. Zaten o kadar insan okusa bu ülke uçar. Binlerce insan giriyor fuarlara ve belediyeler kafa hesabı yapıyorlar. İşte fuarımızı elli bin kişi ziyaret etti, diye. Ne kadar çok kişi girerse onunla gurur duyuyorlar. Acaba o girenlerden kaçta kaçı aldıkları kitapları hakkıyla okuyor? Bunu hiç araştırma gereği duyuyorlar mı?
İzmir Tüyap’a katıldınız mı? İzlenimleriniz?
Yıllardır katılıyorum. Yalnızca birkaç yıl ara verdim. En son geçen sene katıldım. Hayy Kitap standındaydım. Tabii alanı itibariyle iyi kitapları olan bir yayınevi olduğu için belki de en hareketli olan stantlardan biriydi. İzmir adına yakışan bir ilimiz olmalı her zaman. Duyarlı okuyucularımız vardı. Güzel söyleşiler yaptığımız aydın dostlarımızla görüşme, buluşma olanağı sağladık her yıl olduğu gibi. Fuarlar yazar ve okuyucu bayramı gibi görünüyor gözüme. Mutlaka olmalı fuarlar. Yazarlar yazarlarla, okuyucular yazarlarla buluşmalı, söyleşmeli. Bu sinerji hep diri kalmalı.
Hedefleriniz nedir? Amaç edindiğiniz varmak istediğiniz bir nokta var mı?
Onca kitap yazdım ama ben bu zamana değin çok ele alınmamış bir toplumsal gerçeği, belki bir hayat gerçeğini bir roman olarak yazmak, ama iyi yazmak, bu güne değin yazdıklarımdan çok çok iyi yazmak düşüncesi içindeyim. Bilmiyorum becerebilir miyim? Ve o yazacağım eserin yüzyıllarca okunmasını isterim. Böyle bir düşüncem var. Yani kısacası kafamda hep yazma düşüncesi var…
Son kitabınızdan söz edecek olursanız...
Son yazdığım ve basılan kitabım Osman Gazi. Tarihe benim gözümden ve bir romancı olarak bakmak. Kurgusuyla, olaylarıyla, tarihi gerçekliğinden kopmadan bir roman okumak, hem tarih bilgisini tazelemek hem de bir roman okumanın tadına varmak. Kusurlarımız olmuş mudur? Elbette vardır. Özellikle tarihçilere hafif gelebilir tarihi romanlar ama tarihi sevdirmenin de başka yolunu bilmiyorum. Gençlerimiz tarihinden kopuk yetişmemeli. Tarihini bilmeyen bir nesil acınacak bir nesildir. En çok duyduğum şey, bu roman bir kurgu diyorlar. Kardeşim roman yazmak, iyi bir kurgu yapmaktır. Özellikle tarih ile tarihi romanı birbirinden ayırmak gerekiyor.
ARTIK ZOR DEĞİL
Türkiye’de bir kitap yayımlamak zor mu?
Artık zor değil. Eski devirlere bakacak olursak, o dönemin yazarları kitap yayımlatabilmek için neler yaşamışlar! Şimdi birkaç çeşit yol denenerek kitap yayımlatabiliyorsunuz. Edebiyat yarışmaları düzenleyen yayınevleri var. Kalemine güvenen katılır ve dosyası kazanırsa kitap basılır. Bu bir yol. Sosyal medyada fenomenseniz ve çok sayıda izleyeniniz varsa ne yazsanız basılır. Bu ikinci yol. Para verir bastırırsınız. Bazı yayınevleri sırf bu işi yapıyorlar. Sizden parasını alıp kitabınızı basıyorlar. Kısacası çok yol var kitap yayımlatmanın. Ama ne kadarı kalıcı olur bunların. Siz iyi bir kalemseniz ve okunuyorsanız sizi yayınevleri tercih edecekler, yapıtlarınıza yer vereceklerdir.
Bir yazarın sadece yazarak yaşamını idam ettirmesi sizce mümkün mü?
Bu soruya iki türlü yanıt vermek mümkün. Dönem popüler edebiyat dönemi… Popüler edebiyat yapanlar yaşamlarını idame ettiriyorlar. Bunda sosyal medyanın etkisi çok… Öte yandan edebiyat eseri yazacağım ve yıllarca okunacağım diyenler, az okunayım ama yazdıklarım edebiyat olsun diyenler ne yazık ki kazanamıyorlar. Dışarıdan bakan biri yazarların çok kazandıklarını zanneder ama işin aslı öyle değil. Genelde yayıncılar büyük parsayı götürüyorlar. Tabii gerçekten dürüst ve adaletli yayıncıları kastetmiyorum. Merdiven altı yayıncılık yapanlar, yazarlarının üç kuruşluk telif hakkını bile vermekten imtina ediyorlar. Telif haklarının üç kuruş ettiğini de kendileri belirliyorlar. Yazma tutkusundan asla vazgeçmeyecek bir yazarın emeğini sömürmek işlerine geliyor. Üzerinden servetler kazandıkları yazara verdikleri parayı çok görüyorlar. Bu yüzden yazarlar da işi ticarete dökmeye başlıyorlar. Adamın yazar mı yoksa tüccar mı olduğunu anlayamıyorsunuz. Yazar yazarlığını, tüccar tüccarlığını yapmalı. Satmak satıcıların işi olmalı. Yazarın değil… Tabii bu arada devlete de büyük görev düşüyor. Telif haklarını bir düzene koymalı. Yani bu işe bir el atmalı. Yazarlar, kendi haklarını savunmak için bir araya gelebilmeli. Ama her yazar ayrı bir değer olduğu için, anlaşma zemini kesinlikle bulamıyorlar. Aralarına sızan birkaç çakal önce yavruyken, sonra palazlanıyor ve işleri sarpa sardırıyor.
Bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için gazetemiz adına teşekkür ederim. Bu söylediklerinize ek olarak belirtmek istediğiniz bir şey var mıdır?
Çalışma hayatınızda başarılar diliyorum. Benimle bu röportajı gerçekleştirdiğiniz için ben teşekkür ediyorum. Umarım ileriki zamanlarda da birlikte oluruz. İşte yazmanın güzelliği burada… Birbirini hiç tanımayan insanları bir araya getiriyor. Koltuğumuzun altında tuttuğumuz kitaplar, gözlerimizin ferini zayıflatsa da, bizi rengarenk dünyalara götürüyor, dostluk köprüleri oluşturuyor, bizlerin birbirimizle kaynaşmasını sağlıyor. İşte bizi bir araya getiren bu sebebe minnet duyuyoruz. Yıllarca sürecek başarılara imza atmanızı diliyor, tekrar teşekkür ediyorum.

Haber Merkezi