Heyecanım hiç değişmedi

İlk tiyatro oyununda fermuarını açık unutarak seyircileri kahkahaya boğan Tarık Papuçcuoğlu, Hayat Bilgisi’nde canlandırdığı Amil Bey karakterinin yanı sıra bugüne kadar yaşadığı birçok oyunculuk deneyimini gazetemize anlattı


  • Oluşturulma Tarihi : 12.09.2018 11:26
  • Güncelleme Tarihi : 12.09.2018 11:26
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Heyecanım hiç değişmedi

NİLGÜN TAZE / ÖZEL HABER
İstanbul’da 1949 yılında doğan ve Galatasaray Lisesinde yatılı okuduktan sonra mimar olarak mezun olan ünlü oyuncu Tarık Papuçcuoğlu, bir gün Beyoğlu’nda ilk defa tiyatroya gitmesinin ardından tiyatroya aşık olur. İzlediği 3 perdelik oyundan çok etkilenen Papuçcuoğlu, zamanın usta tiyatro ve sineme oyunculardan eğitim almasının ardından kendini tiyatroya adar ve ilk aldığı rolde o kadar çok heyecanlanır ki pantolonunun fermuarını açık unutarak seyircileri kahkahaya boğar. İşte başta Hayat Bilgisi dizisinde canlandırdığı Amil Bey karakteri olmak üzere İkinci Bahar’daki Vakkas ve Sinekli Bakkal dizisindeki Kız Tevfik rolleri ile sevenlerinin kalbinde taht kuran ve okurken kendinizden çok şey bulacağınız Tarık Papuçcuoğlu ile gerçekleştirdiğimiz o çok özel söyleşi. Keyifli okumalar…



İlk olarak oyuncu olmaya nasıl ve hayatınızın hangi sürecinde karar verdiniz?
1964 yılında Galatasaray Lisesi 9. sınıfta bir çarşamba günü öğle tatilinde Beyoğlu’nda İstanbul Şehir Tiyatroları’nın ‘Yeni Komedi Sahnesi’nde ilk tiyatro oyunumu izledim. Tiyatroyu çok merak etmiştim ve ilk olarak Molière’in ‘Scapin’in Dolapları’ oyununu büyülenmiş olarak seyrettim. İnsanlar sahnede canlı, mobilyalar sahici, dekor bir evin gerçek salonuydu. Çok şaşırdım ve tiyatroya aşık oldum. Daha sonra okuldaki tiyatro çalışmalarına katıldım. Ve katılış o katılış oldu.
İlk sahne deneyiminizi anlatır mısınız, size neler hissettirdi ve birçok projede yer aldıktan sonra hislerinizde değişen bir şey oldu mu?
İlk sahne deneyimim oyuncu olarak Cahit Atay’ın ‘Pusuda’ isimli seyirlik oyunlarından biri idi. Amatör olarak sahneye koyduğumuz oyun benim ilk heyecanımdır. Hala unutamam. Oyunda bir köy ağasını canlandırmıştım. Oyun komedi değildi, tam tersine sosyal içerikli bir dram idi. Oyun bitip de selama çıktığımızda büyük bir alkış koptu. Fakat bir tuhaflık vardı. Alkışlayanlar kahkahalarla gülerek alkışlıyorlardı. Daha sonra fark ettim ki heyecandan pantolonumun düğmelerini açık unutmuşum ve selam için eğildikçe seyirci ona gülüyormuş. Aradan yıllar geçti, bugüne kadar birçok oyunda rol aldım. Her oyunun prömiyerinde o ilk sahneye çıktığımda duyduğum heyecanı hep duyarım. Bu hiç değişmedi. Tiyatronun yerine başka bir şey koyamamamın sebebi de işte bu.



Oynamayı terci ettiğiniz roller nelerdir, rol ayırımınız ve örnek aldığınız isimler var mı?
Ben hiçbir rolümü bir diğeriyle karşılaştırmam. Bugüne kadar oynadığım rollerin hepsini aynı keyifle, aynı ciddiyetle, aynı gayretle oynadım. Tiyatroda bunu ayırmak geçekten imkansızdır. Sinema filmi ve televizyon dizilerine gelince, İkinci Bahar’daki Vakkas, Hayat Bilgisi’ndeki Amil Bey, Sinekli Bakkal dizisindeki Kız Tevfik rolleri en çok etkilendiğim ve bittiğine çok üzüldüğüm rollerdir. Ben öncelikle tiyatro oyuncusuyum. Tiyatroda pek ‘bir oyuncuyu örnek almak’ yoktur. Alaylı bir tiyatrocu olduğum için ne öğrendimse ustalarımdan öğrendim. Yani bir oyuncuyu örnek almak yerine ‘Gerçek tiyatrocu nasıl olunur?’un peşinde oldum hep. Bunu da, sürekli olarak ve büyük bir dikkatle, ustalarımı izleyerek kendi kendime öğrenmeye çalıştım. Yeri gelmişken bana emekleri geçmiş ve artık aramızda olmayan ustalarım Erol Günaydın, Ergun Köknar, Münir Özkul, Zeki Alasya’yı rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum.
Eğitimsiz oyuncular hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizce oyunculuğun ayakaltına düşmesi nasıl engellenebilir? 
Eğitimsiz oyuncu, eğitimsiz mühendis, eğitimsiz doktor, eğitimsiz iş adamı, eğitimsiz politikacı v.s.  v.s… ve genel olarak eğitimsizlik. Sanırım güzel ülkemin en büyük sorunu bu. Günümüzde sanata verilen değerden de anlaşılacağı gibi maalesef durum bu. ‘Eğitimsiz oyuncu’ tanımını ben ‘konservatuar eğitimi almamış oyuncu’ olarak anlamadım. Kültürel temeli olmayan, aile kültürü zayıf olarak yetiştirilmiş, hedefi acil olarak şöhrete ve paraya kavuşmak olan, genellikle de, bir şekilde parlamış ama devamını getirememiş ve yok olmuş, şanssız genç olarak anladım. Hatırlarsınız yakın geçmişimizde anne babaların büyük kısmı özellikle erkek çocuklarını futbolcu yapmak için yarışırlardı. Çünkü eğer bir şekilde hak etsin veya etmesin bir transfer yakalarsa artık onun eğitim ve kültüre hiç ihtiyacı olmayacaktı. Günümüzde bu akım dizi oyunculuğu olarak sürüyor. O kadar çok genç kardeşimiz var ki, hepsi birbirini aynı, hepsi spor yapıyor, hepsi oyunculuk dersi alıyor, hepsi aynı kafelere takılıyor v.s. v.s. Tabii ki hepsinin yolu açık olsun. Ama değerli tv izleyicileri, bu moda sürdüğü müddetçe aynı görünümdeki bu gençleri oyuncu olarak karşılarında bulmaya devam edecek. Taa ki eğitim sistemimiz gerçekten ‘eğitim’ vermeye, kültürel gelişime katkıda bulunmaya başlayana kadar.
Bir oyuncu olarak gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında Türkiye’de oyunculuk ne durumda? Türk oyuncuların kendi kalitelerini artırabilmeleri için hangi koşullara ihtiyacı var?
Bence kıyaslanması gereken ülkemizdeki oyuncularla gelişmiş ülkelerdeki oyuncular değil, ülkemiz ile diğer ülkelerin hayat seviyeleri, hayatı yaşayabilme şansları, huzur ve mutluluk seviyeleri. Bu sadece oyunculukla ilgili değil her meslekte kıyaslanması gereken bir olgu. Oyuncuları kıyasladığımızda, bizde de tüm dünya sinemalarında, tiyatrolarında başarıyla oynayabilecek oyuncular var. Yeteneklerine hayranım. Buna karşılık çok da yeteneği olmadığı halde başta Hollywood olmak üzere bir sürü sinemada boy gösteren yabancı oyuncu var. Yaşama ve çalışma koşullarına baktığınızda ise durum garip, hazin, komik, hatta komik bile değil… Düşünün televizyonda izlediğiniz bir bölüm yerli dizinin süresi minimum 120 dakika. Yani uzun metraj sinema filmi uzunluğunda ve siz bunu her hafta senaryosunu yazmak, çekimini yapmak, müziğini besteleyerek icra etmek, montaj ve stüdyo işlemlerini bitirmek şeklinde yerine getirmek zorundasınız. Trajikomik olan bu işte… Hangi ülkeyi hangi gelişmiş ülkeyle kıyaslıyorsunuz ki?
Bilindiği üzere televizyon film ve dizileri başta çocuklar ve gençler olmak üzere yetişkinlerinde kişilik oluşturmasında önemli bir rol model oluşturuyor. İnsanlığa yıkıcı enerji olan savaş, kırma-dökme, intikam değil de insani değerleri hatırlatan projelerin gelişmesi için neler yapılabilir?
Televizyon çağımızın hemen her halk kesimi tarafından en çok rağbet gören medya aracı. Sanırım bütün dünyada da durum farklı değil. Sadece çok büyük farkımız şu, diğer ülkelerde TV bir eğitim, öğretim, kamu ruh sağlığını ciddiye alan ve kendini bunlardan sorumlu kabul eden bir medya organı iken ülkemizde halkın kültür ve eğitim seviyesini fazla önemsemeden sadece ayakta kalmaya çalışan ticari kuruluşlar şeklinde karşımıza çıkıyor. Buna bir de son yıllarda moda haline gelen şiddet, kırma dökme, intikam gibi yıkıcı enerjiler içeren yapımlar eklenince izleyicilerin ruh sağlığı, morali, umutları, huzuru ne duruma geliyor varın düşünün. Bütün bunlar gerçekçi bir denetim ile düzeltilebilir, bu da devletimize düşen bir görev…
Oynamaktan en çok hoşlandığınız değerler nelerdir?
Dürüstlük, doğruluk, sevginin her türlüsü, insanı anlatan her türlü samimi duygu…
Oyunculuğun zorluklarını anlatır mısınız? Biz bir sahneyi 10 defa oynamak zorunda olduğunuzu biliyoruz mesela...
Ülkemizde ‘oyunculuk’ dediğiniz zaman, en başta ciddi bir iş olarak algılanmıyor. Düşünsenize, uzmanı ve bu konunun bilirkişisi de değilim ama çok yakın tarihlere kadar ‘tiyatro ve sinema oyuncularının yani aktör ve aktrisleri mahkemede şahitlikleri kabul edilmiyor’ diye biliyorum. Buna zorluk demeyebilirsiniz. O zaman bugün yaşadığımız zorlulara bir dokunalım… Önce mensubu olduğumuz sektörü tanımlayalım. Film ve dizi sektörü… Taraflar, televizyon kanalları, yapım şirketleri, oyuncular, kamera arkası ekipleri… Televizyon kanalları ticari kuruluşlar ve reklam piyasası koşulları ile ayakta durabiliyorlar. Aldıkları her karar, her türlü uygulamayı bu oluşuma göre hayata geçiriyor. Yapım şirketleri de birer ticari kuruluş ve onlarda TV kanallarının koşullarına uymak zorundalar. Oyuncular herhangi bir meslek dayanışması olmadan, herhangi bir güvencesi olmadan ki buna en güzel örnek herhangi bir telif haklarının olmamasıdır, hep veren olarak ‘sanatını (!!!)’ icra eden kişilerdir. Kamera arkası emekçi insanları ise en kötü durumda olanlardır. Günde, yerine göre 24 saat çalışırlar, her hafta 120 dakikalık bölümü yetiştirmek için… Bütün bunların tek sebebi var. Bu sektör endüstrileşmiş değil ve bu gidişle de pek ümit yok gibi. Allah sonumuzu hayırlı etsin…
Hayat Bilgisi’nde Amil Bey karakterini canlandırırken mafya üyeleri baya sıkıntıya sokmuşlar sizi. Tüm bu zorlukların içinde nasıl kendinizi rolünüze adapte edebildiniz? Sanırım bu özel bir yetenek ister...
Bu konu çok eskilerde kalmış tatsız bir konu. Yaşam bazen insana hak etmediği, beklemediği sürprizler yapabiliyor. Geçmişle pek işim olmaz… Önümüzdeki maçlara bakacağız artık…



Hepimizin içinde şehir hayatından kurtulup Bodrum gibi sakin bir sahil kentinde yaşama isteği vardır? Siz bunu nasıl başardınız? Benim gibi gözü sahil beldelerinde olan kişiler ne yapmalılar ki kaçabilsinler?
Ben, sizin gibi ‘gözü sahil beldelerinde’ hiç olmadım. Denizi, sahili, sakinliği ben de çok severim. Bodrum’a yerleşme kararını 7 yıl önce aldım. İstanbul’da doğduğum günden beri o kadar çok yaşadım, o kadar çok şeye tanık oldum, çok mutlu da oldum, keçileri kaçıracak hale de geldim. Bunlar yaşamın güzellikleri. İstanbul doğası ve konumu açısından bence dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Sanırım son yıllarda bu güzel şehir beni çok yormaya başladı. Yaş kemale ermişse, sabah 9 akşam 5 mesai zorunluluğunuz yoksa çoluk çocuk yerini bulmuşsa ve ‘artık kendime biraz zaman ayırayım’ düşünceniz oluşmuşsa artık nakl-i mekanda yarar var demektir. Ben de bunu yaptım işte. Sanırım bunu yapmanın koşullarını yukarda belirttim. Bir de buna cesaret etmek gerekiyor tabii ki…
Oyuncu olmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Eğer tiyatro oyuncusu olacaklar ise bu meslek çok sevmeden, çok fedakarlıkta bulunmadan, 24 saat tiyatroyu düşünmeden kısacası tiyatrocu olmayı hedef almadan yapılamaz. ‘Tiyatro oyuncusu’ ile ‘Tiyatrocu’ arasındaki fark işte bu. Ayrıca ben alaylı olduğum halde gençlerin mutlaka konservatuar okumalarını öneririm. Tabii ki daha sonra bir ustanın rahle-i tedrisinden geçerek… Diğer oyunculuklar için bir şey söyleyemem. Onlar zaten ne yapacaklarını benden iyi biliyorlar!

Haber Merkezi