Karataş aşığından beklenen kitap

Araştırmacı Yazar Abdülkadir Hazman, kendisinden uzun yıllardır beklenen Karataş’ı anlattığı eseri İzmir’in Batı Yakası Karataş-Değirmendağı-Karantina kitabını ilk olarak gazetemize anlattı


  • Oluşturulma Tarihi : 29.03.2018 06:51
  • Güncelleme Tarihi : 29.03.2018 06:51
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Karataş aşığından beklenen kitap

YUSUF ÇAĞIRTEKİN-ÖZEL HABER

Yaşadığı semte aşık, semti için girmediği mücadele kalmayan, tek derdi yaşadığı semtin kültürel değerlerini korumak olan bir adam düşündüğünüzde aklınıza ilk gelen isimlerden bir tanesi Araştırmacı Yazar Abdülkadir Hazman oluyor. Derviş diye tanımlıyor onu Karataşlılar. Modern çağın dervişi… Çocukluğunu, gençliğini bu semtin sokaklarında geçiren ve kendi ifadesiyle “Son nefesimi verene kadar Karataş’ta olacağım” diyen Hazman, kendinden uzun yıllardır beklenen eseri nihayet geçtiğimiz günlerde okuyucularıyla paylaştı. ‘İzmir’in Batı Yakası Değirmendağı – Karataş - Karantina’ adlı kitabını da söz verdiği gibi ilk kez bizim aracılığımızla size anlatmak istedi.

“KARATAŞ’A AŞIĞIM”

Röportajı oluşturmak için yanına vardığımda, her zamanki beyefendi ve babacan tavırlarıyla elimi sıktı Abdülkadir Ağabey. Ben ona ağabey diyorum o da bana kardeşim diyor sağ olsun. 150 Yılın Öyküsü adlı belgeselde çok büyük emekleri olan Mehmet Tankut’un cenaze töreninden geldiğini söyledi. Karataş’ı çok seviyor Abdülkadir Ağabey. Karataş’ta kimin cenazesi olursa olsun, cami, kilise ya da sinagog fark etmez, herkesin zor gününde yanında olmayı Karataş’ta öğrendi çünkü o. Kısa bir selamlaşma faslından sonra yollara döküldük ve söyleşimize yolda başladık. Dario Moreno Sokağı’na geldiğimiz de şöyle başladı Hazman, “Ben Karataş çocuğuyum, Karataş’ta büyüdüm, olgunluk çağımı da Karataş’ta geçiriyorum. Ölünceye kadar da Karataş da olmak istiyorum. Burayla aramdaki bağ hiçbir zaman kopmadı. Asansöre ilk çıkınca, tepeden İzmir’i görenler şehre aşık oldu, ben ise Karataş’a aşık oldum. O kadar güzel özelliklere sahip ki inanın aşık olmamak elde değil. Aşk ise, paylaşmak ister, sadakat ister. İşte benim semtime sevdalanmam, aşık olmamın temelinde bunlar yatıyor. Ben semtime sevdalıyım, semtime sadığım ve bir o kadar da semtimde geçmişten bu zamana yaşanan tarihi ve kültürel değerleri insanlık için paylaşmayı, onların hizmetine sunmayı, korumayı ve kollamayı, sağlamak için yıllarca çetin mücadeleler veriyorum. Bu mücadelelerin içerisinde önce Karataş’ımızı anlatan bir film çektik. 150 Yılın Öyküsü adlı filmimizde Karataş’ı, Değirmendağı’nı ve Karantina’yı anlattık; Buralara Değirmendağı etekleri demek daha doğru olur, bu bölgenin tarihi, kültürel değerlerini, toplumsal gelişimini anlatmaya çalıştık. Bunda da başarılı olduğumuzu zannediyoruz. Akabinde bir de bu bölgemizi bir fotoğraf sergisi halinde anlatmak, tarihsel değerlerimizi bir de fotoğraflar ile sunmayı hedefledik. 5 fotoğrafçı arkadaşımızla birlikte 150 Yılın Öyküsü adlı bu sergimizi açtık. Çok başarılı bir çalışma olmuştu. Bununla kalsın istemedik ve şimdi de uzun yıllardır üzerinde çalıştığım, Karataş, Değirmendağı ve Karantina ile ilgili bölük pörçük olan bilgileri toplamak, yanlış enformasyonları düzeltmek amacıyla İzmir’in Batı Yakası Karataş-Değirmendağı-Karantina kitabımızı çıkardık.”

“BİZ BÜTÜNDÜK BURALARDA”

Sonra tarihi Asansöre tırmandık ve Abdülkadir Hazman kitabın içeriğinden bahsetti. Kitabı anlatırken gözlerinin içi parlıyordu. Çok büyük bir emek verdiğini daha kitap çıkmadan benimle paylaşmıştı. Abdülkadir Hazman, “Kitap 4 bölümden oluşuyor. Birinci bölümünde ‘Biz bütündük buralarda’ dedik. Bunu söylerken topluma bir mesaj vermek istedik. Çünkü biz burada, Karataş’ta Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Müslümanlar hep birlikte, barış ve kardeşlik içinde yaşadık. Kavgasız, gürültüsüz hiçbir problem oluşturmadan, ortak bir zeminde, barış ve kardeşlik zemininde buluşarak yaşadık. Karataş’ı öğrenmek için bu kardeşlik ilişkisini anlamak önemli olduğunu düşünüyoruz. Daha sonra geçmişimizin bize bıraktığı kültürel miraslarımızı; Duatepe İlkokulu, Surp Garabet Kilisesi’ni, bugün artık yerinde yeller esen Karataş Camii’ni, Mithatpaşa Sanat Okulu’muzu, Tarihi Asansörümüzü yani bütün kültürel ve tarihsel değerlerimizi, lisanımız elverdiğince, tarihsel değerlerden, tarihsel gerçeklerden kopmayarak, doğru bir şekilde anlatmaya çalıştık. Bunun yanı sıra ikinci bölümümüzde İzmir Cumhuriyet Eğitim Müze’mizi anlattık. Karataş için, ülkemiz için çok önemli bir eser, çünkü Cumhuriyet’in eğitimi ile ilgili bir müze. O binanın kurtulması, ayağa kaldırılması ve tekrar müze olarak açılması bizim için çok önemliydi. Bu mücadelede yalnızca bizi anlayan ve yanımızda İzmir basını oldu, Kararlı mücadelemiz sonucunda müzemizi açtık. Şu anda öğrenciler, akademisyenler gelip, burada yararlı bilgilere erişebiliyorlar. Çok modern bir müze oldu. Müzemiz dünyanın en büyük dijital ekranlarından birine sahip. Daha sonra İzmir tarihinde çok önemli bir yeri olan İzmir Kız Lisesini, Mithatpaşa Lisesini anlattık. Bugün 3 tane duvarı yıkıntı halinde duran Sarıkamış İlkokulumuzu ve buna benzer kültürel değeri olan okullarımızı anlatarak, bu bölümümüzü tamamladık” dedi.

“İBADETHANELERİMİZ VE HASTANELERİMİZ”

Abdülkadir Hazman, “Üçüncü bölümde ise ‘Hastanelerimiz ve İbadethanelerimiz’ dedik. Çünkü Karataş tarihi değeri olan birçok hastane ve ibadethane var. İzmir tarihinin en eski hastanesi diyebileceğimiz Mithatpaşa’da bulunan Askeri Hastanemiz var, Karantina’mız var, Karataş Hastanemiz var. Özellikle Karataş Hastanesine bir parantez açmak gerekirse Nesim Levi’nin bağışlamış olduğu köşkün hastane haline dönüştürülmesiyle oluştu. O zamanlar İkiçeşmelik’te bulunan Yahudi hastanesi kapanmış ve Yahudi vatandaşlarımızın gidebileceği bir hastaneleri yoktu. Bu köşkü hastane olarak meydana getiriyor ve bugün bu hastane halen varlığını sürdürmekte, hastane olarak hizmet vermeye devam etmektedir. Bu hastanelerde hizmet veren doktorlarımızı da içine kattık. İbadethanelerimize gelecek olursak, Karataş çok sayıda tarihi değeri olan, her inançtan ibadethanenin de olduğu bir yerleşim yerdirir. Bu aynı zamanda burada yaşayanların birbirlerinin inancına ne kadar değer verdiğini de gösteriyor. Bir Ermeni Kilisesi olan Surp Garabet Kilisesi, Bet-i İsrail Havrası, bugün yok olup giden Karataş Camii, Tatar Mahallesi’ndeki Selimiye Camii, Akarcalı Camii ve buna benzer tarihi ibadethanelerimizi anlatmaya çalıştık. Hamamlarımızı da anlattık. Bunları anlatırken de kentin toplumsal dokusuna vurgu yapmaya özen gösterdik. Dördüncü ve son bölümde ise sözlü tarihi ön plana çıkarmaya çalıştık. Burada, Karataş’ta yaşamış olan insanların anlatımları ile anlattıklarına yer verdik çünkü onlar Karataş’ın tarihsel gelişimine şahit olmuş insanlardır. Tabi bazıları kitap çıkmadan rahmetli olarak bizi üzse de genel olarak anlatım yapanlar kendilerini eserde gördü. Bu şekilde Karataş’ı olabildiğince ayrıntılı ve düzgün bir şekilde anlatmaya çalıştık” şeklinde konuştu.

“DÜNYADA TEK”

Karataş sokaklarında ilerlerken Karataş’ın çok eşsiz bir büyüsü olduğunu konuştuk Abdülkadir Hazman ile. Hazman’ın kitabı yazma amacını merak ettim ve her zamanki tok sesiyle anlatmaya başladı: “Amacımız geçmişi geçmişte bırakmamak. Geçmişi öğrenmek, öğretmek, oradan dersler çıkarmak ve bugüne de taşımak lazım. Gelecek yolumuzu geçmişten aldığımız dersler ile aydınlatmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü artık kimse Karataş’ta ömrünü geçirmiş Nail Amca’yı bulup da röportaj yapıp semtin tarihi gerçeklerini öğrenemez ya da kimse Ciğerci Cemal Ağa ile geçmişe dair, yaşananlara dair bir sohbet gerçekleştirme imkanına sahip olamaz. Onlar yok artık rahmetli oldular. Bu kitapta sözlü tarihi ön plana çıkarmaya çalıştık. Sözlü tarihin özellikle yerel tarih açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Anlatımlarımızda ön plana çıkardığımız bir başka unsur ise dünyada eşine, benzerine pek rastlamadığımız sadece Karataş’a özel bir hususu da ön plana çıkarmak istedik. Nedir bu husus diye soracak olursanız? Karataş’ta bulunan 7 mahallemiz 7 tane Osmanlı ve dünya tarihine iz bırakmış kaptan-ı deryanın adını taşıması. Kılıç Reis, Kemal Reis, Barbaros Hayreddin… İnanın dünyada hiçbir yörede böyle bir durumla karşılaşamazsınız. Denizcilikte bizden üstün olan ülkelerde bile böyle bir örneğe rastlamıyoruz. Bu da Karataş’ımızın çok önemli bir özelliğiydi ve belirtmek istemiştik.”

“BARIŞ VE KARDEŞLİK İÇİNDE”

Artık yorulmuştuk ve oturduk Karataş’ın çok güzel şirin bir kafesinde. Merak ettiğim bir soruyu yönelttim kendisine. Osmanlı’nın gerileme döneminde burada yaşayan insanların birlikte mutlu ve barış havasında yaşamasının sebebini merak ediyordum ve o da anlatmaya başladı. Abdülkadir Hazman, “Osmanlı’nın gerileme döneminde sivil yerleşimin başladığı bu bölgenin tarihte dikkat çekici bir diğer özelliği ise bu bölgede yaşayan çok sayıda farklı etnik kökenli insanların birbiriyle sevgi, saygı, hoşgörü çerçevesinde yaşamasıydı. Dönemi incelediğinizde bir taraftan savaşlar ve kaybedilen toprakların moralsizliği, ülkenin diğer bölgelerinde yaşanan etnik kökenli olaylar, diğer taraftan ise çeşitli salgın hastalıklar Osmanlı’da yaşayan tebaayı yıldırdığı görülmekteydi. O dönemde yapılan evlerin alt katında Müslümanlar, üst tarafında Yahudiler ya da alt katta Ermeniler, üst tarafta Yahudiler oturmuş. Barış ve kardeşlik ortamı evlerden başlamış. Hatta o dönem ile ilgili ilginç bir anekdot vermek gerekirse; o yıllarda Osmanlı suç kayıtlarına baktığınız zaman burada hiçbir etnik, dini ya da ırksal anlamda olay çıkmadığını görmekteyiz. Osmanlı’nın dağılma döneminde farklı uluslar devletten ayrılırken, etnik çatışmalar günden güne artarken, bu bölgede insanlar birbiriyle barış ortamı içerisinde yaşamaktaydı. Karataş’ın büyüsü bu işte. Karataş’ı farklı kılan özellik burada kendini çok net bir biçimde göstermektedir. Bu açıdan baktığımız zaman Karataş Osmanlı’da ulus olma bilincinin doğduğu yer diyebiliriz. Buradaki insanlar birlikte ağladılar, birlikte güldüler. Birlikte düğünlere katıldılar, birlikte halay çektiler. Birbirlerinin cenazelerine katılıp, omuz omuza ağladılar. Biz onların dini bayramlarını kutlardık, onlarda bizim dini bayramlarımızı kutlamak için camiden çıkıp eve geldiğimizde evlerinin önüne çıkar, bizimle bayramlaşırlardı. Ben bu kitapta bunları da anlatmaya özen gösterdim.”

“ÖLENE KADAR”

Bu mücadelenin ölünceye kadar devam edeceğinin altını ısrarla çizen Abdülkadir Hazman, “Ölünceye kadar Karataş ve çevresinin önemini imkanım elverdiği ölçüde anlatmaya çalışacağım. Umarım yetkililer bu bölgeye gereken, önemi verirler. Çok az kaldı, önemli eserlerimiz bir bir yok oluyor. Bu değerleri kollayıp, kollamak için bir an önce harekete geçmemiz gerekmektedir. Karataş’ın çok ayrı bir büyüsü var. Son yıllarda Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden buraya gelen binlerce vatandaş oldu. Hepsi de kendi kültürel değerlerini buraya taşıdı fakat bu insanları gözlemlediğimiz zaman çok kısa süre içerisinde Karataşlı oldular. Hepsi Karataş’ın kültürel özelliklerini benimsediler. Bugün Karşıyaka’da, Balçova’da veyahut Bornova’da olan manzaraları burada göremezsiniz. Buraya gelen herkes Karataşlı olur. Gelen herkes de Karataş’ın tarihi değerlerine sahip çıkmak zorunda, buradaki sevgiyi kardeşliği ilerilere taşımak zorundadır. Bakın burada bir vatandaş gider hiç tanımadığı bakkaldan alışveriş yapar, param yok olunca vereceğim der. Bakkal sahibi de canın sağ olsun olduğun zaman getirirsin der. Çünkü o vatandaşın Karataşlı olduğunu ve borcuna sadık olacağını bilir. Kimse kimseyi rencide etmez” diyerek Karataş’ın bu muhteşem özelliğini anlattı.

“KÖTÜ MÜ ETTİK”

Biliyorsunuz Abdülkadir Hazman muhalif kişiliğiyle de bilinir. Aslına bakarsanız derdi muhalefet olmak değildir. O sadece insanlığın yararına olacak, kültürel ve tarihi değerleri korumayı amaçlıyor. Bu yolda da işini düzgün yapmayanlarla sürekli tartışıyor. İstediği çok basit ve hep şu kelimeyle anlatıyor: “Tarihe, kültüre sahip çık be kardeşim!” İstediği şeyin çok mu az mı olduğunu size bırakıyoruz ve Abdülkadir Hazman’ın ağzından çıkan son sözleri de şöyle olduğunu bilmenizi istiyoruz: “Karataş’ın tarihi kültürel değerlerini korumak için yeri geldi tehdit edildim, yeri geldi başım derde girdi ama Karataş’ın değerlerini kurtarmak için elimden geleni yaptım. Dönüp arkaya baktığımda ise kendimi yeterli bulmuyorum. Daha çok şey yapabilirmişim. Cumhuriyet Eğitim Müzesi’ni kurtarmak istediğimizde arkamda sadece basının değerli temsilcileri durdu. Hiçbir siyasi parti liderinin yardımını görmedim. Fakat sonuçta ne oldu? Şimdi bu müze öğrencilerimiz için, akademisyenlerimiz için çok önemli bir kullanım noktası oldu. Tarihi Aya Pareskevi Kilisesi’nin onarılması ve çocuklar için bir kütüphane olmasını istedik. Mücadele ettik. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda açılacak. Bizim amacımız sadece binaları kurtarmak değil ki! Bizim amacımız o binalarla beraber kaybolan ruhu da tekrar ortaya çıkarmak. Bu yüzden geçmişe mum yakmayanlar geleceğe meşale olamaz diyoruz. Dönüp baktığımız zaman bu mücadeleyi vermekle hata mı ettik? Hayır; Tabi ki doğru yaptık. Keşke bu mücadeleye daha önceden başlayabilseymişim. Çünkü yok olup giden birçok tarihi değerimizi kurtarabilirmişiz. Şimdiki mücadelelerimizden bir tanesi de Karataş Köprüsü’nün restore edilip, tekrar faaliyete girmesidir. Sayın Valimiz Erol Ayyıldız’ın desteğiyle bu amacımızı da gerçekleştireceğimizi umuyorum ve son olarak diyorum ki Geçmişe mum yakmayanlar geleceğe meşale olamazlar.”

Haber Merkezi