1
Psikolog Aleyna Kurt
İlkses Gazetesi Yazarımız

Psikolog Aleyna Kurt

Yazarın Köşe Yazıları

Aynalar yalan söyler mi?

Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz? Akşam yediğiniz pizzanın izlerini mi, yoksa sabah yaptığınız sporun etkilerini mi? Aynada gördüğümüz görüntüyü yorumlarken bazen gerçekçi bir tutumdan uzak olabiliyoruz ve bedenimize katı bir jüri gibi eleştiriler yapabiliyoruz. Beden algısı, bedenimizin zihnimizdeki konumu ve bizim gözümüze nasıl göründüğü ile alakalı bir kavram olarak öne çıkar. Dolayısıyla beden algımız bazen gerçekte gördüğümüzden çok duygularımız, deneyimlerimiz ve çevremiz tarafından da büyük ölçüde etkilenebiliyor. Durum böyle olunca da sosyal medya ve toplumun güzellik standartları sizce kendi bedenimizi algılama şeklimizi ne ölçüde etkiliyor?
Son yıllarda yaygınlaşan sosyal medya kullanımıyla aslında toplumdaki güzellik standartları ve ‘ideal beden’ imajları daha keskin bir hal aldı. Kusursuz hatlar, pürüzsüz ciltler, ince bel, belirgin kaslar… Günlük hayatımızda sıkça filtrelenmiş ve düzenlenmiş içeriklere maruz kaldığımız için kendi bedenimizi ve kendimizde gördüğümüz kusurları, oluşan gerçek dışı beklentiler sebebiyle daha sert bir şekilde eleştirmeye başlayabiliriz. Yapılan bazı araştırmalara göre sosyal medyada geçirilen zamana orantılı olarak bireylerin kendi bedenlerinden daha az memnun olduğu görülüyor. Özellikle genç kesimde olmak üzere yetişkinler de bundan etkileniyor. Oluşan bu ‘ideal beden’ algısı sadece duygularımızı etkilemekle kalmıyor, diğer yandan bizleri katı diyetlere, aşırı egzersize, sağlıksız yeme davranışlarına ve hatta yeme bozukluklarına itebiliyor.
Kısacası beden algımız, sosyal medyanın oluşturduğu bu ideal standartları benimseyen beynimiz tarafından büyük ölçüde etkilendiği için aynada kendimizi olduğumuzdan daha kilolu veya kusurlu görmemize sebep oluyor ve ‘mükemmel’ bir bedene ulaşma çabasına sokabiliyor. Eğer aynalarla ilişkimiz zaten biraz karmaşıksa yeme davranışlarımız da bu durumdan etkilenebilir. Duygusal boşlukları doldurmak için yemeğe yönelmek, aşırı kontrol sağlama çabasıyla yemekten kaçınmak veya suçluluk duygusuyla aşırı telafi mekanizmalarına başvurmak gibi davranışlar, beden algısıyla doğrudan bağlantılıdır.
Beden algısını sağlıklı bir şekilde güçlendirmek için bilinçli bir yaşam tarzı geliştirmek önemli. Öncelikle, kendinize karşı nazik olmak ve bedeninizle ilgili olumlu bir dil geliştirmek iyi bir adım olabilir. Beslenme ile kısıtlanmayı bağdaştırmak yerine, vücudunuzun ihtiyaçlarını anlamaya ve ona uygun şekilde beslenmeye odaklanmak daha anlamlı gelebilir. Son olarak, fiziksel sağlığınızı korumak için düzenli hareket etmeyi ve bedeninizin sunduğu işlevselliği takdir etmeyi ve bunu önceliklendirmeyi unutmayın.
Aynalar bazen bize yalan söyleyebilir, bu durumda kendimize dürüst olmamız çok daha önemli. Gerçek şu ki, kimse mükemmel değil ve mükemmel diye bir şey yok, sadece düzenlemeler ve iyi açılar var. Bu nedenle, mükemmel vücut kavramı bir yanılgıdan ibaret; asıl önemli olan, kendinizi iyi ve sağlıklı hissettiğiniz bir bedenle barış içinde yaşamak.


Duygularımızı yiyebilir miyiz? Duygusal yeme alışkanlığını anlamak

Hemen herkesin stresli veya üzgün hissettiği bir anda elinin çikolata, cips veya başka bir abur cubura gittiği olmuştur. Fakat bu davranışımız sadece aç olmamız ile mi alakalıdır; yoksa yeme alışkanlıklarımız, beslenme ihtiyacımızı karşılamamızın yanı sıra duygularımızı ifade etmemizin bir yolu da olabilir mi?
Çoğu zaman yemek yerken sadece fiziksel açlığımızı değil, bir yandan duygusal boşluğumuzu da doldurabiliyoruz. Olumsuz duygulara tepki olarak açlığı gidermek için değil, bu duygularla başa çıkabilmek ya da bastırabilmek için geliştirilen aşırı yeme alışkanlığına ‘duygusal yeme’ deniyor ve bu alışkanlık düşündüğümüzden daha yaygın. Araştırmalara göre duygusal yeme alışkanlığı, beynimizin ödül sistemi ile bağlantılı. Tatlı ve yağlı yiyecekler vücuda hızlı bir enerji sağlar ve beynimiz bu enerjiyi bir ‘ödül’ olarak algılar. Dopamin ve serotonin gibi mutluluk hormonlarının da salgılanmasına neden olan bu yiyecekler kısa süreli bir rahatlama sağlar ancak bu his kısa süreli ve geçicidir. Hatta kişi daha sonrasında suçluluk ve pişmanlık hissinden dolayı daha stresli hissedebilir. Kısacası duygusal yeme kısır bir döngüden ibarettir. Önce üzüntü, stres gibi olumsuz bir duygu ile gelen yeme isteği bizi yüksek kalorili yiyeceklere yönlendirir ve yedikten sonra bir süre rahat hissederiz fakat beraberinde gelen suçluluk duygusu ile bu döngü tekrar başlayabilir.
Bu durumla başa çıkabilmek için yeme alışkanlıklarımız ile alakalı farkındalık kazanmamız yardımcı olacaktır. Bir yiyeceği tüketmeden önce kendinize ‘Gerçekten aç mıyım, yoksa duygularımı mı yemeye çalışıyorum, duygusal boşluğumu mu doldurmak istiyorum?’ diye sorabilirsiniz. Böyle anlarda yemek yemek yerine su içmek çok daha faydalı olabilir. Olumsuz duygularla başa çıkmak için alternatif yöntemler bulmak önemli. Yemek yerine sizi rahatlatacak, yürüyüş yapmak, nefes egzersizi yapmak gibi farklı bir aktivite bulunabilir. Yüksek kalorili gıdalar yerine, daha sağlıklı alternatifleri seçmek mesela tatlı isteğinizi bir meyve ile geçiştirmek iyi bir adım olabilir. Başka bir öneri ise yemek yeme isteğinizi tetikleyen duygularınızı yazmak bu alışkanlığınızı anlamaya yardımcı olabilir.
Duygusal yeme, çok yaygın bir durum olsa da bu alışkanlığı fark edip yönetmek hem zihinsel hem fiziksel sağlığımız açısından önemlidir. Yediğimiz yemekler sadece karnımızı değil ruhumuzu da doyurabilir ancak bunu ne kadar sağlıklı ve doğru yaptığımız dikkate alınmalı. Unutmayın, duygularımızı ifade etmenin yolu tabağımızdan değil kelimelerimizden, eylemlerimizden ve sağlıklı başa çıkma yöntemlerimizden geçer.