Sayfa Yükleniyor...
İslam dini, insanın yaratılıştan var olan güzelliklerini daha belirli hale getiren, takı takma, saçları tarama, meşru ölçüde süslenme, güzel giyinme... gibi davranışları mubah kılmıştır. Ancak, fıtraten yani yaratılıştan verilmiş özellik ve şekillerin değiştirilmesini yasaklamıştır. Buna göre, Allah’ın yarattığı şekli beğenmeyerek, ameliyatla bazı uzuvların şekillerini değiştirmek, tabiî yaratılışın üstünde bir güzellik aramak dinen caiz değildir. Çünkü bu yaratılışı beğenmemektir. Bundan dolayı da İslam dini estetik ameliyatı caiz görmemektedir. Kur’an-ı Kerim, şeytanın “Şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yaratılışını değiştirecekler” (Nisa, 4/ 119) dediğini naklederek, bu tür davranışları şeytanî işler olarak nitelemektedir. Ancak zaruri bir durum varsa örneğin trafik kazasında kişinin yüzü parçalanmışsa estetik yapmasında bir sakınca yoktur.
Domuz, dinimizin pis saydığı ve etinin yenilmesini haram kıldığı bir hayvandır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı…” (Bakara, 2/173) buyurulmaktadır. Her ne kadar bu ayet-i kerimede, domuzun etinin haram kılındığından söz edilmiş ise de En’am Suresinin 145. ayetinde geçen “rics” kelimesi ile, A’raf Suresinin 157. ayetinde yer alan “(Allah) onlara pis ve murdar olan şeyleri haram kılar” ifadelerini birlikte değerlendiren İslam alimleri, domuzun her şeyinin haram olduğu sorucunu çıkarmışlardır. Buna göre, domuzun kendisi, eti, yağı, derisi ve diğer tüm organları pistir, Müslüman için mal değildir. Bir Müslümanın mal olmayan bir şeyi alıp satması caiz değildir. Nitekim Hz. Peygamber içki, leş, put ve domuzun satımının Allah ve Rasulü tarafından kesinlikle yasaklandığını bildirmiştir (Buhari, Büyu 111). Dolayısıyla domuzdan elde edilen her türlü ürünün zaruret bulunmadıkça yenilmesi, içilmesi, giyilmesi ve kullanılması haram olduğu gibi, Müslümanlara da gayrimüslimlere de satışı caiz değildir. Bunların satışından elde edilen kazanç da haramdır. Dolayısıyla gayrimüslimlere yönelik de olsa, sosis imalatında kullanılmak üzere domuz bağırsağının alım satımını yapmak caiz değildir.
Cennete girenler ölümsüz hayatın zevkini ve sevincini yaşarlar. Orada hastalık, ihtiyarlık, keder, sıkıntı ve buna benzer şeyler yoktur. Sayısız nimetler ve gençlik vardır. Yaşlanmak, ölmek, kederlenmek ise yoktur. Nitekim sevgili Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Cennetlikler cennete girince bir kimse şöyle seslenir: Siz cennette ebediyen kalacak hiç ölmeyeceksiniz; hep sağlıklı olacak hiç hastalanmayacaksınız, hep genç kalacak, hiç yaşlanmayacaksınız; hep nimet ve mutluluk içinde yaşayacak hiç keder ve sıkıntı çekmeyeceksiniz”. (Müslim, “Cennet”, 22.)
İslam dini, insanın yaratılıştan var olan güzelliklerini daha belirli hale getiren, takı takma, saçları tarama, meşru ölçüde süslenme, güzel giyinme... gibi davranışları mubah kılmıştır. Ancak, fıtraten yani yaratılıştan verilmiş özellik ve şekillerin değiştirilmesini yasaklamıştır. Buna göre, Allah'ın yarattığı şekli beğenmeyerek, ameliyatla bazı uzuvların şekillerini değiştirmek, tabiî yaratılışın üstünde bir güzellik aramak dinen caiz değildir. Çünkü bu yaratılışı beğenmemektir. Bundan dolayı da İslam dini estetik ameliyatı caiz görmemektedir. Kur'an-ı Kerim, şeytanın "Şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yaratılışını değiştirecekler" (Nisa, 4/ 119) dediğini naklederek, bu tür davranışları şeytanî işler olarak nitelemektedir. Ancak zaruri bir durum varsa örneğin trafik kazasında kişinin yüzü parçalanmışsa estetik yapmasında bir sakınca yoktur.
İmkânlar dâhilinde kişinin ihtiyacını görmek, yardımcı olmak, borç vermek dinen hoş ve güzel olan bir davranıştır. Ancak bu yardım veya borcu bir menfaat karşılığında yapmamak lazım. Hatta bir menfaat elde etmek karşılığında yapmak dinen caiz değildir. Fakat bir şart olmadan veya borç alırken bir fazlalık şartı koşulmadan ya da başka bir menfaat şart koşmadan ödemede verilen fazlalığın veya bir hediyenin bir sakıncası yoktur. Hatta Şafiî mezhebine göre böyle bir davranış sünnettir. Zira kişi bir iyilik yapmıştır siz de pazarlık ve şart olmadığı halde gönlünüzden gelmiş ve borç verene bir jest yapmış olduğunuzdan caizdir. Ancak borcu verirken başta böyle bir fazlalığı şart koşmak caiz değildir. Çünkü böyle bir fazlalık faiz olur. Faiz ise İslam’ın yasakladığı ve haram kabul ettiği büyük günahlardan biridir.
Kan, süt gibi akrabalık meydana getirmez. Çünkü Kur’an-ı Kerim de nesep akrabalığından başka sadece iki akrabalık kabul edilmektedir. Birincisi, süt akrabalığı, ikincisi evlilikten meydana gelen akrabalıktır. Buna göre hangi yaşta olunursa olsun kan alıp vermek süt akrabalığında olduğu gibi akrabalık meydana gelmez. Bunların evlenmesinde de dinen sakınca yoktur.
Erkeğin veya her iki tarafın beraberce açtığı dava sonucu, mahkemece boşanmış olan eşler, dinen de boşanmış olurlar. Daha önce eşler arasında başka boşanmalar olmamış ise, mahkemenin boşaması, bir boşama sayılır. Bu bir boşama ile üç olan haklarından birini kullanmış olurlar. Tarafların istemeleri halinde tekrar evlenmelerinde dinen bir sakınca yoktur. Fakat iki talak hakları kalarak evlenebilirler.
Namazın şartlarından birisi de necasetten temizlenmektir. Yani namaz kılacak kişinin elbisesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde, kan, idrar, şarap, dışkı... gibi namaza engel necasetlerin bulunmaması gerekir. Bu anlamda tesettüre uymak ve temiz olmak şartı ile kişi istediği kıyafetle namazını kılabilir. Bunda da dinen hiçbir sakınca yoktur. Bu kıyafet ister tişört veya atlet, ister eşofman veya ceket, isterse gömlek olsun fark etmez namaz geçerlidir. Ancak örf ve adet gereği gerek evde, gerekse diğer mekanlarda kişi tek başına da olsa namazları temiz ve güzel bir kıyafetle kılması, şüphesiz daha iyidir. Ancak tişört ile kılınan namaz geçerlidir.
Hayatta olan inanmayanların doğru yolu bulmaları, hidayete ermeleri, İslam ile müşerref olmaları için dua etmede bir sakınca yoktur. Çünkü Rasulüllah Efendimiz Uhud Savaşı’nda mübarek dişleri kırılıp, yüzü yaralandığında, müşrikler için: “Allah’ım kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar” diye dua etmişlerdi. Ancak Müslüman olmadan ölen bir kimsenin bağışlanması için dua etmek dinen uygun değildir. Çünkü Allah kâfirleri Cehennem’e koyacağını ve onların orada ebedî kalacağını birçok ayeti kerimesinde, Hz. Peygamber de hadisi şeriflerinde bildirmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de geçen bu ayetler buna işaret etmektedir. “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra akraba dahi olsalar, müşrikler için mağfiret dilemek Peygambere ve mü’minlere yaraşmaz” (Tevbe (9) 113). “Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma! Mezarı başında da durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü inkar ettiler.”
Dua, dini literatürde, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir. Duanın ana gayesi, insanın halini Allah’a arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua, manevi bir bağ anlamı taşır. Bir başka deyişle dua sınırlı, sonlu ve gücü sınırlı olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu manevi bir köprüdür. Özet olarak duanın yöntemi şöyledir: Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle yapılmalı, mübarek vakit ve yerler tercih edilmeli, kıbleye yönelerek ve Allah’ın adıyla başlanarak, günahlara pişmanlık duyularak yapılmalı, kabulü için acele edilmemeli, kabul edileceğine inanarak duaya ısrarla devam edilmeli zira peygamber efendimiz dua da ısrar etmeyi tavsiye ediyor. Onun için kişi sebepler dünyasında yaşadığının bilincine ererek talep ettiği şey birtakım sebeplere bağlıysa önce bu sebepleri yerine getirmeli, yani fiili duasını yapmalıdır. Ayrıca kişi isteğini Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamdü sena Peygamber’e salat ve selam getirmelidir.
Evlilik gibi, yuva kurmanın ve neslin devamını sağlayan kutsal bir akdin basit çıkarlara alet edilmesi dinen doğru olmayan bir davranıştır. Maddî bir menfaat elde etmek için veya işçi olabilmek için anlaşmalı olarak mahkemeye başvurup formaliteden hanımı boşamak dinen geçerli olan bir boşamadır.
Cuma günü, yüce yaratanın Kur’an-ı Kerimde andığı ve bu günde namaz kılınmasına davet ettiği bir gündür. Nitekim Allah’u Teala Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyrulmaktadır: “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma, 9/11.) Âyette bildirilen “çağrı” ile ezan, “Allah’ın zikri” ile de Cuma namazı kastedilmektedir. Cuma gününde böyle bir çağrının yapılması bugünü diğer günlerden daha önemli kılmaktadır. Bu da Allah’ın bugüne verdiği önemi göstermektedir. Aynı şekilde Sevgili Peygamberimiz de birçok hadislerinde Cuma gününün önemine işaret etmektedir. “Üzerine güneş doğan en hayırlı gün cuma günüdür. Âdem o gün yaratıldı, o gün cennete konuldu ve yine o gün cennetten çıkarıldı.” (Müslim, “Cum`a”, 17.) “Günlerinizin en faziletlisi cuma günüdür.” (Ebû Dâvûd, “Salât”, 201.) gibi hadisler bunun örnekleridir. Bu ayet ve hadislerden şunu anlıyoruz ki, cuma günü Allah indinde en fazileti ve hayırlı gündür.
İslam dini, insanın yaratılıştan var olan güzelliklerini daha belirli hale getiren, takı takma, saçları tarama, meşru ölçüde süslenme, güzel giyinme... gibi davranışları mubah kılmıştır. Ancak, fıtraten yani yaratılıştan verilmiş özellik ve şekillerin değiştirilmesini yasaklamıştır. Nitekim Rasulüllah Efendimiz, süslenmek maksadıyla vücutlarına dövme yapan veya yaptıranlara, dişlerini yontarak seyrekleştiren ve şeklini değiştirenlere lanet etmiştir.
Evlenmeden önce nişanlanmak İslam dininde illaki zorunlu değildir. Nişanlılık dini bir uygulamadan çok örfi bir sözdür. Dolayısıyla evlenecek kişilerin nişanlanması dini bir emir değildir. Ancak dine de muhalif de değildir. Bu nişanlanmanın uzun ya da kıssa bir zaman sınırlaması yoktur. Bu nişan süresi bir ay da olur bir yılda olur. Bunun ne alt ne de üst bir sınırı yoktur. Bunu daha çok örf belirler. Ancak fazla da uzatmamak daha evladır.
Allah’tan başkası adına yemin edilmesi doğru değildir. Yemin ancak vallahi, billahi, tallahi, lafızları ile olur. Evime varmak nasip olmasın ya da çocuklarımın ölüsünü öpeyim gibi cümleler yemin lafızları ile söylenmediği için yemin yerine geçmez. Bu tarz cümleler yemin sayılmadığı gibi aynı zamanda doğru ve güzel bir söz de değildir. Böyle cümleler Allah Resulü tarafından yasaklanmıştır. Nitekim buna benzer bir yemin etme olayında peygamberimiz sahabeleri uyarmış ve şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, babanızı zikrederek yemin etmenizi yasaklamıştır. Öyleyse kim yemin edecekse ya Allah’a yemin etsin ya da sussun.” (Buhârî, “Eymân”, 4.) Bu sözler yemin sayılmadığı için herhangi bir keffaret vermek de gerekmez.
Namazın şartlarından birisi de necasetten temizlenmektir. Yani namaz kılacak kişinin elbisesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde, kan, idrar, şarap, dışkı... gibi namaza engel necasetlerin bulunmaması gerekir. Bu anlamda tesettüre uymak ve temiz olmak şartı ile kişi istediği kıyafetle namazını kılabilir. Bunda da dinen hiçbir sakınca yoktur. Bu kıyafet ister tişört veya atlet ister eşofman veya ceket, isterse gömlek olsun fark etmez namaz geçerlidir. Ancak örf ve adet gereği gerek evde, gerekse diğer mekanlarda kişi tek başına da olsa namazları temiz ve güzel bir kıyafetle kılması, şüphesiz daha iyidir. Ancak tişört ile kılınan namaz geçerlidir.
Hamileliği engelleyecek tedbirleri almak dinen sakıncalı değildir. Bu nedenle de hamile kalmamak için doğum kontrol hapı kullanma da bir sakınca yoktur.
Dua, dini literatürde, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir. Duanın ana gayesi, insanın halini Allah’a arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua, manevi bir bağ anlamı taşır. Bir başka deyişle dua sınırlı, sonlu ve gücü sınırlı olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu manevi bir köprüdür. Özet olarak duanın yöntemi şöyledir: Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle yapılmalı, mübarek vakit ve yerler tercih edilmeli, kıbleye yönelerek ve Allah’ın adıyla başlanarak, günahlara pişmanlık duyularak yapılmalı, kabulü için acele edilmemeli, kabul edileceğine inanarak duaya ısrarla devam edilmeli zira peygamber efendimiz dua da ısrar etmeyi tavsiye ediyor. Onun için kişi sebepler dünyasında yaşadığının bilincine ererek talep ettiği şey birtakım sebeplere bağlıysa önce bu sebepleri yerine getirmeli, yani fiili duasını yapmalıdır. Ayrıca kişi isteğini Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamdü sena Peygamber’e salat ve selam getirmelidir.
Vefat edenin vasiyet ettiği para veya mal, bıraktığı terekenin, yani geride bıraktığı servetin üçte birini geçmiyorsa (çünkü vefat eden kimse ancak mirasının 1/3 ünü vasiyet etme hakkı vardır.) vasiyet ettiği malını mirasçılar vermek zorundadırlar. Ama üçte birini geçiyorsa üçte birinden fazla olan kısma engel olabilirler. Mesela vefat edenin bıraktığı miras 300 milyar olsun. Bundan 100 milyar hayır kurumuna verilmesi vasiyet edilmiş ise, bu 100 milyar üçte birini geçmediği için vasiyet edilen kişi veya kuruma verilmek zorundadır. Tabi bu vasiyet mirasçı olmayanlar için geçerlidir. Çünkü İslam fıkhına göre ölünün mirasından miras alacak kimseye aynı zamanda vasiyet etmek caiz değildir. Edilse bile vasiyet geçersizdir.
Mümeyyiz (iyiyi kötüden ayırabilme yaş ve kabiliyetine gelen bu da genellikle 7 yaş olarak kabul edilir) olduktan sonra hangi yaşta olursa olsun çocuğun yaptığı ibadetin sevabı vardır. Bu ibadetlerden çocuğun sevabı olduğu gibi aynı şekilde onu yetiştiren anne babanın da sevabı olur. Çocuğuna iyi bir dini eğitim ve terbiye veren kimse çocuklarının yaptığı ibadetlerden (yetişkin olsalar da) hissedardır. Çünkü onu yetiştiren ve bu ibadeti ona öğreten anane babadır. Bu ibadetlere vesile oldukları için onların da sevabı olur.
Fotoğraf asmanın hükmünü ikiye ayırmak gerek. Canlıya ait fotoğraflar, cansıza âit fotoğraflar. Canlıya ait fotoğraflar, ya yaşayacak şekilde boy resmi olur yahut da yaşamayacak şekilde yarım resim olur. Boy resmini Hanefi, Şafi mezhebi başta olmak üzere asmak uygun değildir. Bu fotoğrafların olduğu mekanda namaz kılmak da mekruhtur. Yaşamayacak şekilde yarım resmi asmada bir sakınca yoktur ama o mekânda namaz kılmak ise aynı şekilde mekruhtur. Cansızlara ait manzara resimlerini duvara asmada bir sakınca yoktur. Yani çiçek, göl ve orman manzaraları gibi görüntüler çekilebilir, evlerin belli yerlerine asılabilir. Bu itibarla, duvarlarında canlılara ait boy resimleri bulunan odada kılınan namaz mekruh olur. Namaz kılarken mekruh işlenmemesi için böyle resimler ya indirilmeli yahut da üzeri örtülerek namaza durulmalıdır.
Bir işin ya da fiilin haram olup olmaması zamandan ziyade İslam’a uygun olup olmamasına bağlıdır. Herhangi bir gecede ya da Kandilde nişan veya düğün yapmanın herhangi bir sakıncası yoktur. Ancak zaman açısından nişan veya düğün haram olmamakla beraber yapılan düğünün şekli helallık veya haramlık açısından önemlidir. Şayet yapılan merasimde Kur’an, mevlid ve benzeri sevap kazandıran şeyler okunursa bu düğün, nişan şekli hangi gün gece olursa olsun caizdir. Ancak yapılan düğün kadınlı erkekli birbirine haram olan kişilerin karışık bir şekilde el ele ve benzeri şekilde oynaması şekli ile sazlı sözlü bir düğün ise yine hangi gün gece yapılırsa yapılsın dinen caiz değildir.
Allah’tan başkası adına yemin edilmesi doğru değildir. Yemin ancak vallahi, billahi, tallahi, lafızları ile olur. “Çocuklarımın ölüsünü öpeyim lafzı” ise yemin lafızları ile söylenmediği için yemin yerine geçmez. Böyle bir söz yemin sayılmadı gibi aynı zamanda doğru ve güzel bir söz de değildir. Böyle sözler ve yeminler Allah Resulü tarafından yasaklanmıştır. Nitekim buna benzer bir yemin etme olayında peygamberimiz sahabeleri uyarmış ve şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, babanızı zikrederek yemin etmenizi yasaklamıştır. Öyleyse kim yemin edecekse ya Allah’a yemin etsin veya sussun.” (Buhârî, Eymân 4). Bu sözler yemin sayılmadığı için herhangi bir keffaret vermek de gerekmez.
İslam dini’nde ziynet eşyası olan altın ve ipek erkeklere haram, kadınlara ise helâl kılınmıştır. Nitekim Hz. Peygamber bir hadisi şeriflerinde bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Altın ve ipek ümmetimin kadınlarına helâl, erkeklerine haramdır.” (Ebu Davud, “Libâs,” 12) Hz. Peygamberin bu hadisinden de anlaşıldığı gibi İslam dinin’de ipek erkeklere yasaklanmış ancak kadınlara caiz görülmüştür.Buna göre kadının ipekten yapılmış başörtüsünü takmasında bir sakınca yoktur. Sakınca olmamakla beraber kibir ve gösterişten sakınmak her zaman iyidir.
Kur’an-ı Kerim’de cennetin sekiz derecesinden ya da isimlerinden bahsedilmektedir.
Kader ve kazaya inanmak iman altı esasından birisidir. Hayatta başımıza gelen her şey amma iyi amma kötü amma hayır amma şer her şey bir kader içerisinde tecelli etmektedir. Ancak kişi başına gelen herhangi bir olayda kaderi bahane ederek, kendisini sorumluluktan kurtarmaya çalışmamalıdır.
Bu bir ticaret neticesinde elde edilen bir haktır ki iş yeri sahibi iş yerini ya da kurumunu ticaret anlamında cazip hale getirmek için verdiği bir promosyondur.
Bu haksız kazanç olan faiz gibi algılanmamalıdır. Faiz paradan para kazanmaktır. Bonus ise yapılan bir alışveriş neticesinde kazanılan ya da verilen artı bir ikramdır.
Allah’ı tanımayan, Allah’a inanmayan bir kimse ne Müslüman olur ne de ehli kitap olur. Bunlardan da olmadığı için İslam inancına göre kestiği hayvanın eti yenmez. Zira İslam’a göre ancak Müslüman’ın ve ehli kitap dediğimiz Yahudi ve Hıristiyan kimsenin kestiği hayvanın eti yenir.
Bu bir adaktır şart yerine gelirse kesilmesi vacip hale gelir. Yani çocuk memur olursa bu adak kesilmek zorundadır. Ancak adak yapan kimse, adadığı hayvanın etinden yiyemez. Etin tamamını dağıtması gerekir. Şayet bir miktar yemiş olursa, yediği etin kıymetini fakirlere para olarak vermesi gerekir. Adak yapan, adadığı hayvanın etini, fakir olsalar bile, usul ve füruna ve geçimi üzerine bağlanmış bulunanlara yediremez. Usul, ana ve baba tarafından yükselen soya denir. Füru, evlatlardan aşağı inen soylara denir.