Sayfa Yükleniyor...
Hanefi mezhebine göre fıtır sadakası yükümlüsü sayılmak için kişinin varlıklı olması gerekir. Varlıklı olma ölçüsü Hanefilere göre meskeni, ev eşyası, elbisesi, ailesinin bir yıllık geçim masrafları ile borçları dışında artıcı nitelikte olsun olmasın 85 gr altın değerinde malı olan kimse bu mala sahip olduktan sonra bir yıl geçmiş olma şartı da aranmaksızın fıtır sadakası ile yükümlüdür. Şafii mezhebi fıkıhçılarına göre ise, fıtır sadakasının farz olması için zenginlik ölçüsü olan nisaba malik olmak şart değildir. Şafiilere göre zengin, fakir her Müslüman fıtır sadakası ile yükümlüdür. Ancak Şafiilere göre fıtır sadakası için kişinin temel ihtiyaçlarının yanı sıra bayram günü ve gecesini yetecek kadar azığa sahip olması gerekir.
Oruçluyken kulağı yıkattırmak oruca zarar verir mi?
İmkan varsa kulağı iftardan veya ramazandan sonra yıkattırmak oruca zarar vermeme adına daha uygundur. Ancak böyle bir imkan yoksa oruçluyken de kulak yıkattırılabilir. çünkü kulak ile boğaz arasında bir kanal vardır. Kulak zarı bu kanalı tıkadığından, kulak yıkandığında su boğaza ulaşmamaktadır. Bu nedenle kulağın yıkattırılması orucu bozmaz. Ancak kulak zarının delik olması durumunda, kulak yıkattırılırken suyun mideye ulaşması mümkündür. o zaman da yıkama esnasında suyun mideye ulaşması halinde oruç bozulur.
Fıtır sadakasının sarf yerleri ile zekatın sarf yerlerinin aynı olduğu hususunda fakirler görüş birliği içindedir. Buna zekat verilmeyen kimselere fıtır sadakası da verilmez. Anne, baba, dede, nine, çocuk, torun gibi akrabalara normal zekat verilemediği için fıtır sadakası da verilemez. Her ne kadar İslam fıkhındaki durum ve fetva bu ise de maalesef halk pek buna uymamaktadır. Fıtır sadakası, zengin olanlara verilemeyeceği halde fetva olmasına rağmen günümüzde sırf borcundan kurtulmak için zengin arkadaşına, komşusuna, akrabasına fıtır sadakasını vermektedir. Bu davranış dinen yanlış ve sakıncalıdır. Böyle bir ödeme fıtır sadakası borcunu düşürmez bilakis normal zekat gibi kişinin boynunda ve vebalinde kalır. Bunun için her Müslüman ister normal zekat ister fıtır sadakası, zekatı olsun yerine getirirken hak eden dost, akraba ve komşularına vermesi gerekir, hak etmiyorsa vermemelidir.
Ramazan ayında iş yoğunluğundan dolayı namazı kazaya bırakmak caiz mi?
İslam’da namaz, oruç ve hac gibi ibadetler için belirli ifa vakitleri konulmuştur. Bu vakitlerin kaçırılması halinde artık eda değil, kaza söz konusudur. Farz namazların kendi vakitleri içinde kılınması farzdır. Özürsüz olarak bir namazın kazası ile, bu kimsenin üzerinden namaz borcu düşse de geciktirmekten meydana gelen günah devam eder. Bunun için,
Fıkıh dilinde, rüku ve secdede beklemeye tadili erkan denir. Tadili erkan, rükünleri düzgün, yerli
yerinde ve düzenli olarak yapmak demektir. Namaz, müminin miracı ve İslam’ın ana direklerinden bir
direk olduğundan kılındığında belli bir hassasiyet, önem ve düzgünlük içerisinde kılınması lazım.
Tadili erkana uyularak kılınan namaz, şekil olarak düzgün ve kıvamında yerine getirilmiş olur. Böyle
bir ehemmiyet içinde kılınan namaz “üstün körü” kılınmadığından bilakis tabiri caizse “dört başı
mamur” kılınmadığından Allah indinde makbul olur. Böylece namazdan beklenen ibadet amacı da
hasıl olmuş olur. Tadili erkan, Şafii, Hanbeli, Maliki ve Hanefi fıkıhçısı Ebu Yusuf’a göre farzdır. Bu
fıkıhçılara göre namazda tadili erkan mutlaka yerine getirilmesi gerekir. İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye
göre ise tadili erkan vaciptir. İslam fıkıhçılarından anlaşılan şudur ki namazda tadili erkan farzdır.
Namazda dinin temel direklerinden bir direk olduğundan, namaz kılarken özellikle rükuda, rükudan
doğrulmada secdede ve iki secde arasındaki oturuşta dikkat edilmesi gerekir. Yoksa namaz eksik
kaldığından fasit olur.
Kiraya verilen eve zekat vermek gerekir mi?
Ticaret için olmayan ev, arsa, araba ve benzeri malların kıymetleri üzerinden zekat gerekmez. Eğer bu
ev ve benzeri malların kazancı, getirisi
Bir tüccar alış veriş yaparak kazanç elde edip dükkan ve bina gibi şeyler satın alırsa, şayet satmak üzere satın almışsa tabiatıyla ticaret eşyası olduğundan yıl sonunda yanında mevcut bulunan bütün ticaret malıyla birlikte hesaplayarak zekatını verecektir. Yoksa ticaret için değil, satın aldığı şeylerde oturmak veya kiraya vermek üzere satın almış ise artık ticaret malı sayılmadığından zekata tabi değildir. Ancak onlardan elde edilen kazanç nisaba bağlı olursa ve yanında bir yıl kalırsa zekatını verecektir.
Oruçlu olan kimsenin, abdest esnasında ağzına su verirken boğazına su kaçarsa orucu bozulur mu?
Oruçlu olan kimsenin, abdest esnasında ağzına su verirken boğazına su kaçsa; oruçlu olduğunu hatırlamadan ağzına su almışsa ittifakla orucu bozulmaz. Oruçlu olduğunu hatırladığı takdirde ağzına su verirse Hanefi mezhebine göre orucu bozulur Bilahare bir gün kaza etmek zorundadır. Şafii mezhebine göre ise oruçlu olduğunu bildiği halde mübalağa yapmadan ağzına su almış ve boğazına kaçmışsa orucu bozulmaz Amma mübalağa etmiş ise orucu bozulur .
Yaraya sürülen merhem orucu bozar mı?
Deri üzerindeki gözenekler ve deri altındaki kılcal damarlar yoluyla vücuda sürülen yağ, merhem ve benzeri
İmkan varsa kulağı iftardan veya ramazandan sonra yıkattırmak oruca zarar vermeme adına daha uygundur. Ancak böyle bir imkan yoksa oruçluyken de kulak yıkattırılabilir. Çünkü kulak ile boğaz arasında bir kanal vardır. Kulak zarı bu kanalı tıkadığından, kulak yıkandığında su boğaza ulaşmamaktadır. Bu nedenle kulağın yıkattırılması orucu bozmaz. Ancak kulak zarının delik olması durumunda, kulak yıkattırılırken suyun mideye ulaşması mümkündür. O zaman da yıkama esnasında suyun mideye ulaşması halinde oruç bozulur.
Akupunktur tedavisinin orucu bir zarar var mı?
Oruçlu kimse imsakten iftar vaktine kadar orucu bozan yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak zorundadır. Vücutta belirli noktalara iğne batırarak çeşitli hastalıkların tedavi etme metodu olan akupunktur ise besleyici ve gıdalandırıcı bir özelliğe sahip olmadığı için orucu bozmamaktadır.
Üvey çocuklara zekat verilebilir mi?
Babası ölmüş ise üvey anneye, buluğ çağına erişip evden ayrılmış ise üvey çocuklara ve üvey babaya, fakir olmaları halinde zekat verilebilir. Çünkü bunlarla zekatı veren kişi arsında usul ve füru ilişkisi olmadığı gibi, zekat veren şahıs bunlara bakmakla yükümlü de değildir.
Çiftçiler toprak ürünlerinden
Hz. Peygamber döneminde teravih namazı sadece bir kaç defa kılınmıştır. Hz. Peygamber bir kaç defa camide kılmış, zamanla insanlar bu ibadeti farz kabul eder düşüncesi ile evinde kılmıştır. Hz. Peygamber döneminde kılınan teravih namazı bazen cemaatle bazen de münferit olarak kılınmıştır. Hz. Peygamberin vefatından sonra teravih münferit olarak kılınmıştır. Hz. Ömer, Halifeliği döneminde bir ramazan gecesi mescide çıktığında halkın dağınık bir şekilde teravih namazı kıldığını görmüş. Dağınık bir şekilde kılmak yerine insanları bir imamın arkasında toplayıp teravih namazının cemaatle daha derli, toplu ve düzenli bir şekilde kılınmasının uygun olacağını düşünmüş ve ertesi gün teravih namazının cemaatle kılınmasını emretmiş. Dolayısıyla teravih namazının cemaatle kılınması Hz. Ömer döneminden günümüze kadar böyle gelmiştir.
Oruç fidyesi ne demektir?
Fidye, bazı ibadetlerin eda edilmemesi ya da edası sırasında bir takım kusurların işlenmesi halinde ödenen dini-mali yükümlülüktür. İbadetlerle ilgili fidye, oruç ve hacda söz konusudur. İhtiyarlık ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan ve daha sonra da kaza etmesi mümkün olmayan kimse, oruç tutamadığı her güne karşılık bir fidye öder. Kur’an-ı Kerim’de, “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir fakir doyumu kadar fidye öder.” (Bakara,
Orucun sahih olması için niyet etmek şarttır. Niyetsiz oruç makbul değildir. Hanefi mezhebine göre Ramazan orucuna, akşamdan itibaren ertesi gün kuşluk vaktine kadar niyet edilebilir. Normal olarak oruca, sahur yemeğini yedikten sonra niyet edilir. Ancak sahurda uyanamayıp yeme içme zamanının bittiği imsak vaktinden sonra kalkan bir kimse, güneş doğmuş olsa bile, kuşluk vaktine kadar o günün orucuna niyet edebilir. Yeter ki, imsak vaktinden sonra orucu bozacak bir şey yapmasın. Şafii mezhebine göre ise, iftar vaktinden seher vaktine kadar oruca niyet edebilir. Ancak imsaktan sonra niye geçersizdir.
Oruçlu olan kimsenin, abdest esnasında ağzına su verirken boğazına su kaçarsa orucu bozulur mu?
Oruçlu olan kimsenin, abdest esnasında ağzına su verirken boğazına su kaçsa; oruçlu olduğunu hatırlamadan ağzına su almışsa ittifakla orucu bozulmaz. Oruçlu olduğunu hatırladığı takdirde ağzına su verirse Hanefi mezhebine göre orucu bozulur Bilahare bir gün kaza etmek zorundadır. Şafii mezhebine göre ise oruçlu olduğunu bildiği halde mübalağa yapmadan ağzına su almış ve boğazına kaçmışsa orucu bozulmaz Amma mübalağa etmiş ise orucu bozulur.
Dış fırçalamak orucu bozar mı?
İmsak vakti ezan ile değil, tan yerinin ağarması ile başlar. Bu sebeple ezan okunsun okunmasın imsak vaktinin başlaması ile yeme içmeye son vermek gerekir. Ezanın imsak vaktinden önce okunması, ezanla birlikte oruca başlamayı zorunlu kılmadığı gibi, ezanın geç okunması halinde de imsak vaktinin girmesinden sonra yiyip içmek mübah olmaz. Dolayısıyla kişi ezan bitene kadar yiyip içemez.
Ramazanda oruçlu iken gündüzü uyuyarak geçirmenin oruca zararı var mıdır?
Oruç, imsak vaktinden iftar vaktine kadar, ibadet niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmaktır. Orucun sahih/geçerli olması için, “oruç tutmaya niyet etmiş ve orucu bozacak şeylerden kaçınmış olmak” şarttır. Gündüzleri az veya çok uyumak, orucun sıhhatine zarar vermez. Orucun vereceği sıkıntılardan uzak kalmak ve onları hissetmemek kastıyla, gerekli olmadığı halde ramazan günlerinde uzun süreli uyumanın, orucun hikmetiyle bağdaşmayacağı da unutulmamalıdır. Ancak hiçbir şekilde uyumak oruca zarar vermez.
Böbrek yetmezliği, kalp veya şeker rahatsızlığı olan kimseye oruç tutmak farz mı?
Akıllı, ergenlik çağına ulaşmış her Müslüman’ın Ramazan orucunu tutması farzdır. Bu şartlara haiz olmayanlara ramazan
Oruç için fidye verilmesi, oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlı kimseler ile iyileşme ümidi olmayan hastalar için geçerlidir. Hz. Peygamber ve sahabenin uygulaması, fidyeden bahseden ayetteki “oruç tutmakta zorluk çekenler.” (Bakara, 2/185) ifadenin yalnızca yukarıda sayılan kimseleri kapsadığını göstermektedir. Buna göre, oruç tutmaya gücü yettiği halde tutmayan veya geçici bir sebeple tutamayan kimseler hakkında fidye hükmü yoktur (Müslim, Sıyam, 149-150). Ancak sağlığı yerinde ve oruç tutmaya gücü olduğu halde mazeretsiz olarak oruç tutmayanların, tutmadıkları oruçları kaza etmeleri ve mazeretsiz tutmadıkları oruçlar için tövbe istiğfar etmeleri gerekir.
Oruç fidyesi ne demektir?
Fidye, bazı ibadetlerin eda edilmemesi ya da edası sırasında bir takım kusurların işlenmesi halinde ödenen dini-mali yükümlülüktür. İbadetlerle ilgili fidye, oruç ve hacda söz konusudur. İhtiyarlık ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan ve daha sonra da kaza etmesi mümkün olmayan kimse, oruç tutamadığı her güne karşılık bir fidye öder. Kur’an-ı Kerim’de, “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir fakir doyumu kadar fidye öder” (Bakara, 2/184) buyrulmaktadır. Bir fidye miktarı, bir sadaka-i fıtır miktarıdır. Sadaka-i fıtır ise bir kişiyi bir gün için doyuracak yiyecek veya bunun para olarak karşılığıdır. Oruç fidyeleri, Ramazan ayının sonunda
Evlilik gibi, yuva kurmanın ve neslin devamını sağlayan kutsal bir akdin basit çıkarlara alet edilmesi dinen doğru olmayan bir davranıştır.
Maddî bir menfaat elde etmek için veya Avrupa’nın bir ülkesinde oturma izni almak için ya da işçi olabilmek için anlaşmalı olarak mahkemeye başvurup formaliteden hanımı boşamak dinen geçerli olan bir boşamadır. Zira Hz. Peygamber: Üç şeyin şakası da geçerlidir. Ciddisi de geçerlidir. Bunlar da nikah, boşama ve imandan çıkmadır.
Dolayısıyla boşanmanın formalitesi, oyunu olmaz. Kişi kendi isteği ile mahkemeye başvurmakta ve hâkimden kendilerini boşamasını istemektedir. Durum bu olunca mahkeme bu eşleri boşadığında boşama meydana gelir. Buna göre evlilik ciddi bir müessesedir ve bu müesseseyi her daim muhafaza etmek gerekir. Bu tarz şeyler nikaha zarar verir, nikahın düşmesine sebep olur.
Çek kırdırmak neden dinen caiz değildir?
İş sahasında sıklıkla karşılaşılan konulardan da biri de çek, senet kırdırma hadisesidir. Elinde çek veya senedi bulunan ve nakit paraya ihtiyacı olan birinin, çek veya senedi, üzerindeki fiyattan düşük bir rakamla bir başkasına kırdırması dinen uygun bir işlem değildir. Yani kişinin elinde 5 ay vadeli 10
Evlilik gibi, yuva kurmanın ve neslin devamını sağlayan kutsal bir akdin basit çıkarlara alet edilmesi dinen doğru olmayan bir davranıştır.
Maddî bir menfaat elde etmek için veya Avrupa’nın bir ülkesinde oturma izni almak için ya da işçi olabilmek için anlaşmalı olarak mahkemeye başvurup formaliteden hanımı boşamak dinen geçerli olan bir boşamadır. Zira Hz. Peygamber: Üç şeyin şakası da geçerlidir. Ciddisi de geçerlidir. Bunlar da nikah, boşama ve imandan çıkmadır.
Oruç, namaz, zina, adam öldürme gibi ibadet ve yasaklar bütün peygamberler döneminde
vardır. Oruç ibadeti de Hz. Peygamberin ümmetinden önceki ümmetler döneminde de vardı
ve farzdı. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de orucun bizden önceki ümmetlere ve şimdi de bize farz
olduğunu ifade eden ayet: “Ey iman edenler oruç sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi
size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183) vardır. Dolayısıyla oruç ibadeti sadece Hz. Muhammed’in
ümmetine farz kılınmamıştır. Daha önceki toplumlara da farz kılınmıştır.
Ağır işte çalışan kimse orucunu kazaya bırakabilir mi?
Ramazan ayının sıcak günlere rastlaması ile bir kimsenin de çalışmak mecburiyetinde olması,
orucu bırakıp ve sonra kaza etmesine cevaz vermez. Müslüman, her işini Allah’ın emrine göre
ayarlamak mecburiyetindedir. Yoksa, dinin hükümlerini kendi durumuna ve keyfine göre
zorlaması, kendini aldatmak ve ahiret hayatını harap etmek olur. Dolayısıyla ağır işte
çalışmak orucu tutma anlamında her ne kadar zor da olsa orucu bu nedenden dolayı kazaya
bırakmak dinen caiz değildir.
Bayanların ramazanda adet geciktirici ilaç kullanmaları caiz midir?
Ay hali oruç tutmaya manidir. Yani ay halinde olan bir bayanı oruç tutması caiz değildir.
Dolayısıyla bu halde iken tutulan oruç geçerli olmaz. Ancak bayanların adetlerini
Bütün günahlardan tövbe etmek ve tövbeyi geciktirmemek gerekir. Fakat tövbe kapısı, can boğaza gelinceye kadar açıktır. Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz: Bir kul can çekişmeye başlamadıkça Allah’u Teala onun tövbesini kabul eder buyurmuşlardır.
Bu hadis-i şerif, ruhu boğazına gelmeden, can çekişmeye başlamadan kulun tövbesinin kabul olunacağını bildirmektedir. Aksi takdirde can boğaza gelip, hayattan ümit kesilip ahiret ahvalinin görülmeğe başlandığı zaman, yapılan tövbe ise geçerli değildir. Bu hususta Allahu Teala Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır: Kötülükleri yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca: Ben şimdi tövbe ettim diyenler ile kafir olarak ölünler için (kabul edilecek) tövbe yoktur. Onlar için acıklı bir azap hazırladık. (Nisa, 18)
Saçları boyamak caiz mi?
Kişinin temiz, bakımlı ve düzgün görünümlü olması, dinimizin tavsiye ettiği hususlardandır. Saç, sakal ve bıyık bakımı bu bağlamda değerlendirilmelidir. Saçı temizlemek, yıkamak, koku sürmek, taramak ve boyamak Hz. Peygamberin teşvik ettiği hususlardandır. Buna göre, başkalarını yanıltma kastı olmaksızın saç, sakal ve bıyık boyanabilir. Erkeğin saçını, siyah dışındaki kına rengi gibi renklere boyaması caiz ise de siyah renge boyaması dinen
Koronavirüsten dolayı ölen kimse başkalarına da bulaştırma ihtimali varsa yani tıbben yıkanması sakıncalı ise yıkanmaz. İmkan varsa teyemmüm aldırılır. Buna da imkan yoksa olduğu şekli ile kefenlenir namazı kılınır ve defnedilir. Hatta salgını önleme adına bu kimseyi tabutla da defnetmek dinen caizdir.
Koronadan dolayı cuma namazını terk etmek caiz mi?
Cuma namazı, şartlarını taşıyan her mükellefin yerine getirmesi gereken farz bir namaz ve Müslümanların bayramıdır. Normal dönemlerde şartlarını taşıyanlar bunu kılmakla mükelleftir. Ancak bazı durumlar var ki cuma namazının farziyetini düşürmektedir. Hastalık da bunlardan biridir. Ağır hasta olup Cuma namazına gittiği takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimse Cuma namazına gitmeyebilir. Aynı şekilde bulaşıcı hastalık da cuma namazına gitmemek için dini bir mazeret olarak kabul edilmektedir. Buna göre, koronavirüs hastalığının görüldüğü ülkelerde yaşayan Müslümanlar cumaya gitmeyebilir. Cuma namazı yerine evlerinde öğle namazını kılabilirler. Yetkili otoritelercehastalığın yayılmaması için cuma namazı kılınmaması şeklinde karar alınması halinde, cuma ile mükellef olan kişilerden cuma namazı kılma sorumluluğu düşer yani cumayı kılmak farz olmaktan çıkar. Cuma yerine öğle namazını kılar.
Cuma namazını kılamayan öğle namazını sünnetleriyle birlikte mi kılar?
Cuma namazı farz olan ve şer’i bir mazeret olmadıkça terk
Cuma namazı; şartlarını taşıyan her mükellefin kılması gereken farz bir namazdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu hususta mealen şöyle buyurulmaktadır: “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.” (Cuma, 62/9.) Hz. Peygamber de: “Cuma namazına gitmek, ergenlik çağına ulaşmış her Müslüman’a farzdır.” (Ebu Dâvûd, “Taharet”, 129.) hadisi ile bu namazın her mükellefe farz olduğunu haber vermektedir.
Farz oluşu naslarla sabit olan cuma namazını kılmak, bir ibadeti ifa etmek ve sevaptır. Şer’i bir gerekçe olmadan terk etmek ise büyük günahtır.
Sevgili Peygamberimiz; Cuma namazını sebepsiz olarak terk etmek ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Kim üç Cumayı, önemsemeyerek terkederse Allah onun kalbini mühürler.” (Ebû Davud, “Cuma”, 1052).
Hz. Peygamberin bu uyarısı şer’i bir gerekçe yani dini bir özür olmadıkça terk eden kişilerle ilgilidir.
Şer’i gerekçe/dini özür, Cuma namazının farziyetini mükelleften düşürmektedir. Fukahâ şer’i özrü; yolculuk hali, canın, malın tehlikede olması, kişinin ağır hasta olması gibi sebepler şeklinde açıklamışlardır. Tabi fukahânın kastettiği hastalık basit bir girip ya da nezle değil. Bilakis
İnsan için şüphesiz iki hayat söz konusudur. Birincisi dünya, ikincisi ahiret hayatıdır. Dünya hayatı ruhun bedene girmesi ile başlar. Ölümle noktalanır. Ahiret hayatı da iki aşamadan meydana gelir. Ölümle başlayıp dirilişe kadar süren kabir hayatı ve dirilişten sonra sonsuza kadar devam eden ebedi hayattır. Yani dirilişten sonra insanlar hesabı verdikten sonra cennete veya cehenneme gidecekler ve burası onlar için artık sonsuz mekan olacaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim ahiret hayatının sonsuz olduğunu çeşitli ayetlerle ifade etmiştir. Bu ayet de sadece onlardan bir tanesidir. “İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdeler. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızk verildiğinde, Bu daha önce bize verilen rızk diyecekler. Hâlbuki bu rızk onlara benzer olarak verilmiştir. Onlar için ortada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 2/25) Bu ayetten de anlıyoruz ki ahret hayatı Müslüman için de kafir için de sonsuzdur.
Hastam iyileşirse kurban keseceğim diyen kimse bu adağın etinden yiyebilir mi?
Bu bir adaktır şart yerine gelirse kesilmesi vacip hale gelir. Yani çocuk memur olursa bu adak kesilmek zorundadır. Ancak adak yapan kimse, adadığı hayvanın etinden yiyemez. Etin tamamını dağıtması gerekir. Şayet bir miktar yemiş olursa, yediği etin kıymetini fakirlere para
İslam dini, inanç, ibadet ve muamelat olmak üzere üç kısımdan oluşur. İnanç kısmını inkar etmek yani imanının altı esasından birini Allah’ı, Peygamberi… inkar etmek küfürdür dinden çıkmadır. Diğer konularda haddi aşmak ise günahtır. İçki içmek, namaz kılmamak, yalan söylemek… gibi.
Kişi kafir olmadıkça günah işlemekle dinden çıkmaz. Küfür dışında günah işleyen kişi, ne kafir ne de münafık olur, imandan çıkmaz. Ama günahkar olur. İşlediği günahın büyüğüne göre de asi olur. Bu anlamda ibadet ve muamelat kısmında işlenen günah insanı kafir yapmaz günah işlendiğinde tövbe etmek gerekir. Tövbe edildiğinde de günahın işlenmemiş gibi affedileceğine inanırız. Çünkü Allah, Kur’an-ı Kerim’de günah işleyenleri "Ey iman edenler, samimi bir tövbe ile Allah’a dönün" (Tahrim, 66/8) hitabı ile tövbeye ve halis bir pişmanlığa çağırmaktadır.
İmanlı olmak kaydı ile işlenen günah tövbe edilmekle silinir ama dinden çıkmayı gerektiren bir fiil işlenmişse yani Allah, Peygamber, Ahiret, Kader… inkar edilmişse bunun tövbesi öncelikle tekrar imana ve İslam dönmek için iki şahadeti getirmektir. Ondan sonra tövbe ve istiğfar etmektir.
Var olan kul hakkını affettirmek için ise tövbe etmek yetmez. Çünkü tövbe etmekle kişi kul hakkının sorumluluğundan
Sakal bırakma, Hazreti Peygamberin önemli sünnetlerinden biridir. Sakal bırakma sünnet olduğundan terkinde de farzın terki gibi bir hüküm verilmemiştir. Sakal bırakma sünneti konusunda Şafiî ile Hanefî alimleri arasında farklı görüş vardır. Şafiî’ye göre sakal bırakma sünnettir. Kesimi ise mekruhtur. Hanefi bilginlere göre ise hüküm farklıdır. Sakalı kesmek haramdır.
Formaliteden yapılan nikah akdi dinen geçerli olur mu?
Evlenmek mutluluk ve kalıcılık üzerine kurulmalıdır. Dahası bu evlilik akdi yapılırken belli bir sure için yapılmamalıdır. Belli bir zamana dayalı olarak yapılan evlilik akdi muta akdi olduğundan caiz değildir. Dolayısıyla şehevi hisleri tatmin etmek veya dünyevî menfaatler sağlamak gibi maksatlarla, geçici evlilik, dinen caiz değildir. Evlilik gibi, yuva kurmanın ve neslin devamını sağlayan kutsal bir akdin basit çıkarlara alet edilmesi dinen doğru olmayan bir davranıştır. Buna göre maddî bir menfaat elde etmek için veya Avrupa’nın bir ülkesinde oturma izni almak için veya işçi olabilmek için anlaşmalı evlilik yapmak dinen caiz değildir. Ama ortada böyle bir niyet yoksa yani temiz halisane duygularla evlenmeye karar verilmiş ise bir sakınca yoktur. Bu tür düşüncelerle yapılan evlilikler, çoğu zaman kurulu olan birçok ailenin dağılmasına ve meşru şekilde, evli olan eş ve çocukların mağduriyetine yol açmaktadır.
Borç parayla
Hz. Peygamber yetimlerin himaye edilmesini, yetiştirilmesini, haklarının titizlikle korunmasını istemiş, bunu hakkıyla yapanların cennette, kendisiyle yan yana olacaklarını müjdelemiştir.
Yoksullara yardım konusundaki âyetler ve hadisler ise saymakla bitmeyecek kadar çoktur.
Şu halde yoksul ailelerin çocuklarını ve himaye edecek yakınları olmayan yetimleri, hali vakti yerinde olanların yetimleri ve fakirleri himaye etmeleri, onların ihtiyaçlarını karşılamaları, yetişip iyi insan olmaları için gayret göstermeleri İslam'ın, Müslümanlardan istediği güzel işlerden ve sevaplı amellerdendir.
Bir kimse istiyorsa ihtiyacı olan çocuklara, kendisi hayatta iken mal bağışlaması da mümkün ve caizdir. Ama bağışlama başkadır, evlatlık edinip mirasçı kılmak başkadır.
Anası babası belli olan bir çocuğu onlardan almak, kendi soyadlarını vermek, nüfus kütüklerine kaydettirmek ve mirasçılar yapmak manasındaki evlat edinme ise şu sebeplerle İslam'da yasaklanmıştır:
1- Ana-babanın, çocuklar üzerindeki haklarından biri de aile ocağını tüttürmesi, ailenin adını devam ettirmesi, o ailenin bir ferdi olarak ve bu şuur içinde hak ve ödevlerini yerine getirmesidir.
2-Aile fertlerinin (akrabanın) kimlerden oluştuğu ve mirasın bunlar arasında nasıl paylaşılacağı hususları Kur'an'da ve Sünnet'te belirlenmiş, Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır, sakın bu sınırları aşmayın buyurulmuştur. Evlatlık mirasçı olunca bu ilahi düzen bozulmaktadır.
3-
Gusülde vücudun her yerinin ıslatılması lazımdır. Bu nedenle tırnakların altı da üstü de ıslatılması lazım. Vücudun her hangi bir bölgesinde kuru yer kalırsa gusül olmaz. Buna göre tırnak üzerindeki ruj boyaları da tırnağın altındaki kir ve benzeri şeylerde suyun temasını kestiği ve vücutta kuru yer bıraktığı için gusle engeldir. Guslün tam olması için tırnağın altını da üstünü de temizlemek, tırnak çok uzun ise ve altında da kir varsa yıkamak lazım. Aynı şekilde de abdest alırken abdeste yıkanması gereken bütün organların yıkanması ve kuru bir yer bırakılmaması gerekir.
Anne rahmindeki sakat çocuğu aldırmak caiz mi?
Anne karnındaki çocuk sakat veya hasta diye kürtaj yapılması caiz değildir. Bu şekildeki bir muamele insan hayatına karşı islenmiş bir cinayettir ve haramdır. Sakat olanların da yasama hakki vardır, bunu Allah vermiştir. Dünya imtihan dünyasıdır. Yarın insanın ne hale geleceğini kimse bilemez. Ancak anne bu hamilelikte veya doğumda hayati tehlikeye girecekse çocuğu aldırmada bir sakınca yoktur.
Kan kardeşliği İslam’da bir takım haklar sağlar mı?
İslam dininde kan kardeşliği diye bir şey yoktur. Karı kocanın birbirine verdiği kan aralarında evliliğe dair her hangi bir engel ya da kardeşlik oluşturmaz. Evliliğe engel olan kardeşlik
İslam’da mal hürriyeti vardır. Yani erkeğin kazandığı malı kendisine, kadının kazandığı mal kendinedir. İslam’a göre herkes kendi malının sahibi ve tasarruf yetkilisi olduğundan ne kocanın ne de bir başkasının kadının malını nereye, nasıl ve ne kadar harcaması gerektiği gibi konularda karışma hakkı yoktur. Kadın dilerse malı yer, dilerse dağıtır, dilerse kocasına veya bir başkasına verir. Kimse bu konuda onu zorlayamaz. Kocanın o mal üzerinde bir yetkisi yoktur. Nitekim Allah’u Teâlâ bu hususta mealen şöyle buyurmaktadır: “Müminler! Kendilerinden hoşlanmadığınız halde kadınlara mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir. Onlara verdiğinizden geri almak için baskı da yapmayın; ispatlanabilir bir fuhuş yapmış olurlarsa o başka. Onlarla marufa uygun geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız bakarsınız ki, siz bir şeyden hoşlanmıyorsunuz ama Allah onda bir çok hayırlar yaratacak olabilir.” (Nisa 4/19)
Dolayısıyla koca hanımının kazancına el koyamaz. Ama kadın kazandığını hayat müşterektir deyip çocuklarının eğitimi, evin geçimi ya da bir başka iş için dilerse kazancını kocasına verebilir.
Suyu bir defada içmede bir sakınca var mı?
Hz. Peygamber bir hadisi şerifte suyu üç defa içmekle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Deve gibi
Berat Kandili, Şaban ayının 14. gününü 15. gününe bağlayan gece demektir. Bu geceye, bereketli ve feyizli bir gece olması sebebiyle ‘Mübârek’; kulların günahlarının affolunması ve temize çıkmaları sebebiyle ‘Beraet’; kulların ihsana kavuşmaları nedeniyle ‘Rahmet’, geceyi iyi değerlendiren kulların seçilerek salih kullar arasına alınması sebebiyle beraat adı veriliyor.
Berat gecesinin ne gibi özellikleri vardır?
Beraat gecesinin birtakım özellikleri vardır. Öne çıkan özellikleri ise şunlardır:
1. Bütün hikmetli işlerin ayırımına başlanması.
2. Bu gecede yapılacak ibadetlerin diğer vakitlere nispetle kat kat sevaplı olması.
3. İlâhi rahmetin bütün âlemi kuşatması.
4. Af ve bağışlamanın coşması.
5. Peygamberimize tam bir şefaat yetkisinin verilmiş olması.
Hz. Peygamberin Beraat gecesi ile ilgili bir hadisi var mı?
Hz. Peygamber bir kutsi hadisinde Beraat Gecesi ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
“Şâban’ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O
Bütün varlıklar Allah’ın yaratması ile var olmuşlardır. Dolayısıyla Allah bütün varlıkların sahibi ve rabbidir. O dilediğine dilediğini verir, dilemediğine vermez. Aynı şekilde O dilediğini zengin yapar, dilediğini fakir bırakır. Dilediğine sağlık, dilediğini hastalık verir. Yine bir çok ayeti kerimede Allah’ın tek yaratıcı ve rızık veren aynı zamanda her şeye kadir olduğu vurgulanmaktadır. Yani bizlerin her işi ancak onun dilemesi ve yaratması ile meydana gelmektedir. Onun için her zaman bütün işlerimiz Allah’a kalmaktadır. Böyle de inanmak gerekir. Halk arasında özellikle olağan üstü durumlarda kullanılan “işimiz Allah’a kaldı” sözü doğru olarak kullanılmamaktadır. Çünkü insanlarımız bu sözü iyi anlamda kullanmıyorlar. Bu sözü kullananlar sanki her işi kendileri hallediyorlar da bazı durumlarda iş Allah’a kalıyor. Böyle bir itikat ve düşünce sakat ve yanlıştır. Aynı zamanda inanç açısından yanlıştır. Allah’ın kudreti ve yaratmasının hafife almak işlerin onun bilgisi ve isteği dışında meydana geldiğini düşünmek İslam inancı ile bağdaşmamaktadır. Son günlerde kuraklığın baş göstermesi ile bir çok bölgede yağmur duasını çıkılmakta, Allah’tan yardım, rahmet ve bereket istenmektedir. Bunu gören kimi kesim insanlar bu duayı ve yakarışı sanki hafife alırcasına işimiz Allah’a kaldı diyerek duaya çıkanları eleştirmektedirler. Oysa bir Müslüman’a yakışan ve kendisinden beklenen her zaman işlerinin gereğini yerine getirdikten sonra yani gereken çaba, efor