Sayfa Yükleniyor...
Bu bir ticaret neticesinde elde edilen bir haktır ki iş yeri sahibi iş yerini ya da kurumunu ticaret anlamında cazip hale getirmek için verdiği bir promosyondur. Bu haksız kazanç olan faiz gibi algılanmamalıdır. Faiz paradan para kazanmaktır. Bonus ise yapılan bir alışveriş neticesinde kazanılan ya da verilen artı bir ikramdır.
Allah’ı tanımayan, Allah’a inanmayan bir kimse ne Müslüman olur ne de ehli kitap olur. Bunlardan da olmadığı için İslam inancına göre kestiği hayvanın eti yenmez. Zira İslam’a göre ancak Müslüman’ın ve ehli kitap dediğimiz Yahudi ve Hıristiyan kimsenin kestiği hayvanın eti yenir.
Bu bir adaktır şart yerine gelirse kesilmesi vacip hale gelir. Yani çocuk memur olursa bu adak kesilmek zorundadır. Ancak adak yapan kimse, adadığı hayvanın etinden yiyemez. Etin tamamını dağıtması gerekir. Şayet bir miktar yemiş olursa, yediği etin kıymetini fakirlere para olarak vermesi gerekir. Adak yapan, adadığı hayvanın etini, fakir olsalar bile, usul ve füruna ve geçimi üzerine bağlanmış bulunanlara yediremez. Usul, ana ve baba tarafından yükselen soya denir. Füru, evlatlardan aşağı inen soylara denir.
Yolculuğa giden kimse Hanefi
İslam’a göre herkes yaptıklarından sorumludur. Kimse kimsenin yaptığından sorumlu değildir. Nitekim bu hususta Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurulmaktadır: “Hiçbir günahkar, başkasının günahını çekmez. Eğer yükü ağır gelen kimse onu taşımak için (başkalarını çağırsa) onun yükünden hiçbir şey (alınıp) taşınmaz. Akrabası dahi olsa (kimse onun yükünü taşımaz)” buyrulur (Fatır, 35/18). Aynı şekilde İslam, her insanın bir iradesi ve seçme hürriyeti bulunduğunu ve bunun sonucu olarak yaptıklarından sorumlu olacağını bildirmiştir. “Her kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür” (Zilzal, 99/7-8) mealindeki ayet buna delildir. Buna göre kişi ibadetlerini yerine getirmezse bunun hesabını Allah’a verecektir. Diğer Müslümanlara düşen ise ona nasihat etmek ve telkinlerde (emr-i bi’l- ma’ruf) bulunmaktır. İnsanın emr-i bi’l-ma’rufa en yakınlarından, ailesinden başlaması esastır. Nitekim Hz. Peygamber’e de böyle emredilmiştir. Rabbimiz ona tebliği emrederken, “(Önce) en yakın akrabanı uyar” buyurmuştur (Şuara, 26/214). Hadis-i Şerifte de efendimiz: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sorumlu olduğunuz kişilerden mesulsünüz” (Buhârî, “Cum`a”, 11.) buyurmaktadır.” Buna göre karı koca birbirinin ibadetinden sorumlu değildir. Taraflardan birisi bu ibadeti ihmal ederse diğeri ona nasihat eder. Ancak bundan dolayı bir günahı olmaz.
İslam dini, insanın yaratılıştan var olan güzelliklerini daha belirli hale getiren, takı takma,
İslam dini, hayatında olduğu gibi ölümünde de insana gereken değeri vermiş, saygıyı göstermiş ve öldüğü andan itibaren ona yapılacak muameleyi de belirlemiştir. Bu anlamda İslam dini, kabir ve kabristanın düzenli ve tertipli yapılmasını, temiz tutulmasını ve yeşillendirilmesini, hayatta bulunan insanların ölülere karşı bir vefa borcu olarak görür. Ancak kabirlerin yükseltilmesi, üzerine kubbeli binalar yapılması, taşına övücü veya kaderden şikayet edici sözler yazılması yasaklanmıştır. Fakat vefat edenini adını soyadını yazmakta dini bir sakınca yoktur.
İslam dininde, ölen kimse için haftası, kırkı veya elli ikisi diye bir şey yoktur. Aynı şekilde n belli bir gün ya da gece de yoktur. Ancak belli bir gün veya gece olmamakla beraber her zaman vefat eden kimse için Kur’an-ı Kerim okunabilir, dua edilebilir, mevlid okutulabilir. Ancak bütün bu güzel amellerin mutlaka şu veya bu günde olma zorunluluğu yoktur. Yılın her gün veya gecesinde olabilir. Ancak bu farz ya da zorunluluk anlamında değildir. Müstahaplık ve ölülerimize sevap kazandırma anlamındadır.
Adak, bir kimsenin dinen yükümlü olmadığı ibadet cinsinden bir şeyi kendisine vacip kılmasını ifade eder. Kur’an-ı Kerim’in değişik yerlerinde verilen sözün tutulması emredilir. Ayrıca kişinin
Namaz ibadeti inançtan sonra sorumlu olduğumuz ilk ibadettir. Ahiret gününde de hesabını vereceğimiz ilk ibadettir. Dolayısıyla hiçbir mazereti olmadığı halde namazı terk eden kimse büyük bir günah işlemiş olur. Ama büyük günah işledi diye kafir olmaz ve İslam’dan çıkmaz. Çünkü ehl-i sünnet inancına göre iman, kalben onaylama ve kabullenmedir, bu ortadan kalkmadıkça insan kâfir olmaz; yani dinden çıkmaz. Namaz kılmada inanç meselesi olmadığından ibadet olduğundan onu kılmamak Müslüman’ı kafir yapmaz. Ama Müslüman bir kimse her zaman ve her şartta namazını kılmalıdır. Asla ama asla ihmal etmemelidir.
İslam inancına göre kesilen hayvanın etinden yiyebilmek için hayvanı kesenin belli şartları taşıması gerekir. Bu şartlar yerine getirilmezse kesilen hayvanın eti yenmez. Fıkıhçıların kesen kişi ile ilgili ortaya koydukları şartlar şöyle ifade edilmiştir. Hayvanı kesen kimsenin akıl ve temyiz gücüne sahip, Müslüman veya ehl-i kitap (Yahudi veya Hıristiyan) olması, hayvanı Allah adına kesmesi gerekir. Ayrıca hayvanı kesen kimsenin kadın veya erkek olması fark etmediği gibi baliğ olması da gerekmez. Dolayısıyla ehl-i kitabın kızlarıyla evlenmek caiz olduğu gibi bunların kestiği hayvanın da etinden yemek caizdir. Ama ehl-i kitap (Yahudi-Hıristiyan) dışındaki inançtan olanların kestiği hayvanın eti İslam inancına göre yenmez.
İslâm’da, Peygamber Efendimizin sünnetinde ve İslâm âlimlerinin tatbikatında “ölünün yedinci, kırkıncı, elli ikinci gecesi” gibi bir âdet ve ibadet şekli yoktur. Bu yemek ya da anma diğer kültür ve inançlardan Müslümanların hayatına sokulmuş bir adettir. Bu yemeğin İslam’da yeri olmamakla beraber her zaman ve her gün ölülerimiz için yemek verebilir. Mevlitler dualar, Kur’an-ı Kerim okunabilir. Ancak bunu belli bir güne hasretmek doğru değildir. Bu okuduklarımız onların ruhunu serinletecek, kabirlerini nurlandıracak, varsa üzerlerindeki kabir azabını hafifletecektir diye temenni ederiz.
Erkeğin epilasyon veya kesici bir aletle göğsünde,
Dinen insanın borcu ikiye ayrılmaktadır. Allah’a karşı borçlar, kullara karşı olan borçlar. Bir kimse, üzerinde mesela oruç borcu olduğu halde vefat etmişse bu onun için Allah’a karşı bir borçtur. Kişi hayattayken bu oruçlarını tutmaktan aciz kalmış ise, orucunun borcunu fidye vererek ödemelidir. Ödeyememiş ise o zaman mirasından ödemeleri için mirasçılarına vasiyet etmelidir. Aynı şekilde zekat keffaret gibi borçları için de vasiyet ederse varisleri bunu bıraktığı mirasın üçte birinden yerine getirmek zorundadırlar. Vasiyet etmemesi halinde ise varisler dilerlerse onun borcunu ödeyebilirler. Borç Allaha karşı değil de kullara karşı ise o zaman bu borcu kişi ya ödemeli ya da helalık almalıdır. Zira dinimizde insanların kul haklarına saygılı olunması emredilmiş; kul hakkı ihlalinin, hakkı ihlal edilen affetmedikçe, kimse tarafından affedilemeyeceği belirtilmiştir. Nitekim Veda Hutbesinde efendimiz: “Ey insanlar! Sizin canlarınız, mallarınız ırz ve namuslarınız, rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır.)” (Buhari, Hac, 132) buyurmuştur. Bu yüzden ölen kişinin borçları varsa, techiz ve tekfinden sonra kalan malının tamamından borçları ödenir. Kalan miras borçların tamamını ödemeye yetmiyorsa, bu terikenin tamamı borçlar oranında alacaklılara bölüştürülür.
Kur’an ve sünnette “kul hakkı namazı” diye bir namaz yoktur. Kişinin kul hakkından kurtulmasının yolu, hak sahibine hakkını vermesi ve onunla helalleşmesidir. Ayrıca ihlal edilen haktan dolayı da tövbe edilmelidir. Kul hakkı konusunda sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Kimin üzerinde birinin namusu ya da malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmadığı kıyamet gününden önce onunla helalleşsin. Aksi takdirde kendisinin salih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevabından alınır, hak sahibine verilir. İyilikleri yoksa zulüm yaptığı kardeşinin günahından alınır, onun üzerine yükletilir.” (Buhari, “Mezali”, 11). Buna göre kul hakkı namazı diye bir namaz yoktur. Ancak kul hakkı varsa sahibine bu hak geri verilip helâlaşmalı, bundan sonra da Allah’a tövbe etmelidir. Bu tövbeden önce de kişinin iki rekat namaz kılması ise mendup olup tavsiye edilir.
Abdest alırken abdest dualarını okumak müstehabdır. Her abdest azasının bir duası vardır. Ama abdestin şartlarından değildir. Dolayısıyla abdest alırken her azada dua etmek dinen güzel ve sevabı olan bir şeydir. Ama bu dualar okunmadığında abdeste bir zararı dokunmaz. Fakat o duaların sevabından mahrum kalınmış olur.
İslam inancına göre kesilen hayvanın etinden yiyebilmek için hayvanı kesenin belli şartları taşıması gerekir. Bu şartlar yerine getirilmezse kesilen hayvanın eti yenmez. Fıkıhçıların kesen kişi ile ilgili ortaya koydukları şartlar şöyle ifade edilmiştir. Hayvanı kesen kimsenin akıl ve temyiz gücüne sahip, Müslüman veya ehl-i kitap (Yahudi veya Hıristiyan) olması, hayvanı Allah adına kesmesi gerekir. Ayrıca hayvanı kesen kimsenin kadın veya erkek olması fark etmediği gibi baliğ olması da gerekmez. Dolayısıyla ehl-i kitabın kızlarıyla evlenmek caiz olduğu gibi bunların kestiği hayvanın da etinden yemek caizdir. Ama ehl-i kitap (Yahudi-Hıristiyan) dışındaki inançtan olanların kestiği hayvanın eti İslam inancına göre yenmez.
Adağın geçerli olabilmesi için adakta bulunan kimsenin Müslüman, akıllı ve ergenlik çağına ermiş bir kimse olması gerekir. Çünkü adakta bulunma, sonucu itibariyle ibadet grubunda yer aldığından, tam eda ehliyeti gerekir. Dinî bir hükümle yükümlü olmadıkları için çocuğun ve delinin adakları muteber değildir.
Müşrikler ve inanmayanlar Peygamberimizi öldürmek için çok sayıda komplolar ve tuzaklar kurmuştur. Ama hiçbirinde muvaffak olamamışlardır. Allah Teâlâ her defasında efendimizi bu komplolardan ve tuzaklardan kurtarmıştır. Bunlar yine Hz. Peygamberi Hayber’de zehirlemek istemişlerdir ama Allah’ın izni ile buna muvaffak olamamışlardır. Hayber günü efendimize yapılan sihir de bu komplolardan birisidir. Her türlü sihir, komplo ve tuzaktan Allah’ın izni ve yardımı ile kurtulan efendimiz bu sihir tuzağından da kurtulmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de yer alan ve koruyanlar anlamına gelen muavvizeteyn dediğimiz Nâs ve Felak sureleri bu tuzak üzerine indirilmiş ve Hz. Peygambere sihiri bozmak için bu sureleri okunması emredilmiştir. Böyle bir olayla karşılaşan kişi bu illetten kurtulmak için bu sureleri okumalı ve Allah’tan yardım ve şifa dilemelidir.
İnsanlara zarar vermediği sürece hayvanlar öldürülemez. Bu sebeple insanlar karınca, kedi, kuş gibi hayvanların olduğu yerlerde onlara zarar vermemek için oldukça itinalı davranmalıdırlar. Ancak bu hayvanlar ya da sinekler bulunduğu yerde, insanlara doğrudan ya da dolaylı bir şekilde zararlı hale gelmişlerse öldürülmeleri caizdir. Örneğin; eğer ki karıncalar mutfağa girmiş yemeğin içeceğin içine düşecek duruma gelmişse öldürülmelerinde dinen bir sakınca yoktur. Aynı şekilde sineklerde kişinin yemeğine içmesine karışıyorsa, oturmasına yatmasına engel oluyorsa tabiî ki öldürülebilir. Ancak öldürmeden önce şu yol
Evlenmek mutluluk ve kalıcılık üzerine kurulmalıdır. Dahası bu evlilik akdi yapılırken belli bir sure için yapılmamalıdır. Belli bir zamana dayalı olarak yapılan evlilik akdi muta akdi olduğundan caiz değildir. Dolayısıyla şehevi hisleri tatmin etmek veya dünyevî menfaatler sağlamak gibi maksatlarla, geçici evlilik, dinen caiz değildir. Evlilik gibi, yuva kurmanın ve neslin devamını sağlayan kutsal bir akdin basit çıkarlara alet edilmesi dinen doğru olmayan bir davranıştır. Buna göre maddî bir menfaat elde etmek için veya Avrupa’nın bir ülkesinde oturma izni almak için veya işçi olabilmek için anlaşmalı evlilik yapmak dinen caiz değildir. Ama ortada böyle bir niyet yoksa yani temiz halisane duygularla evlenmeye karar verilmiş ise bir sakınca yoktur.
Namazı ayakta kılmak esastır. Farz namazları gücü yeten kimsenin namazını ayakta kılması farzdır. Ancak namazda ayakta durmaya gücü yetmeyen veya ayakta durması hastalığının artmasına veya uzamasına sebep olacak bir rahatsızlığı bulunan kişi oturduğu yerde namazını kılmasında dinen bir sakınca yoktur. Oturarak namaz kılan kişi biraz eğilmek suretiyle rükûunu yaptıktan sonra, alnını yere koymak suretiyle secdelerini yapar. Fakat ayakta az da olsa kılma imkânı olan kimse kılabildiği kadar ayakta, sonra da oturarak namazını kılar. Buna göre ayakta kılınamıyorsa namaz oturarak kılınmalıdır. Bu imkan da yoksa o zaman sandalyede kılınmalıdır. Bu şekilde sandalyede kılınan namaz da geçerlidir.
Boşanma, evliliğin feshi ve ölüm gibi bir sebeple evliliğin sona ermesi durumunda kadının yeni bir evlilik yapmadan önce beklemesi gereken süreye dini anlamda iddet denir. Karı koca nikah kıyıldıktan sonra ister zifafa girsin ister girmesin bu süreyi beklemesi lazım. Çünkü bu iddet, kadının önceki kocasından hamile olup olmadığının anlaşılması içindir. Aynı zamanda ölüm iddetinde kadının ölen kocasına hürmet ve saygı babından belli bir zaman diliminde evlenmeden beklemesi gerekir. İddet bekleme esas olarak kadının hamile olup olmadığının ortaya çıkması amacına yönelik olmakla birlikte onun sadece bu amaçla sınırlandırılması doğru değildir. Ölüm iddetinde bunun yaratılış açısından erkeklere göre daha duyarlı ve yuvaya daha bağlı olan kadının ölmüş kocasının hatırasına saygı ve yuvaya bağlılık simgesi olarak, boşanma iddetinde ise toplumun kötü zanda bulunmasını engellemeye, dolayısıyla kadının saygınlığının devamını sağlamaya yönelik bir önlem olarak değerlendirmek gerekir. Ölüm iddeti, kocası ölen kadın hamile ise çocuğunu doğurana kadardır. Şayet hamile değilse beklemesi gereken süre dört ay on gündür.
Bütün günahlardan tövbe etmek ve tövbeyi geciktirmemek gerekir. Fakat tövbe kapısı, can boğaza gelinceye kadar açıktır. Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz: “Bir kul can çekişmeye başlamadıkça Allah’u Teala onun tövbesini kabul eder” buyurmuşlardır. Bu hadis-i şerif, ruhu boğazına gelmeden, can çekişmeye başlamadan kulun tövbesinin kabul olunacağını bildirmektedir. Aksi takdirde can boğaza gelip, hayattan ümit kesilip ahiret ahvalinin görülmeğe başlandığı zaman, yapılan tövbe ise geçerli değildir. Bu hususta Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Kötülükleri yapıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca: “Ben şimdi tövbe ettim” diyenler ile kafir olarak ölünler için (kabul edilecek) tövbe yoktur. Onlar için acıklı bir azap hazırladık.” (Nisa,4/18)
İşsizlik maaşı devletin işsiz kalan vatandaşına tanıdığı bir haktır. Ancak bu haktan yararlanabilmek için kişinin işsiz olması lazım. Yani hem resmi hem de gayri resmi olarak işsiz olması gerekir. Zira devlet, işsizlik maaşını gerçekten işsiz olanlara ödemektedir. İşten çıkarılan ya da işinden ayrılan bir kimse devletten işsizlik maaşı alırken başka bir yerde bir işe gayri resmi de olsa başlamışsa bu haktan yararlanması dinen caiz değildir. Gerçeğe aykırı bir beyan ile kendisini işsiz gibi gösterenlerin bu maaşı alması dinen caiz değildir. Böyle bir aldatma kul hakkı ihlalidir. Tüyü bitmemiş yetimlerin-öksüzlerin, fakirlerin-yoksulların, hakikaten işsiz durumda olanların hakkını yemektir. Bundan kesinlikle sakınılması gerekir.
Namaz ibadeti, geçmiş peygamberlerde ve ümmetlerde de olan bir ibadettir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu hususta mealen şöyle buyrulmaktadır: “Bir zamanlar biz İsrâiloğulları’ndan, “Yalnız Allah’a kulluk edeceksiniz; ana babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin” diyerek söz almıştık. Sonra, içinizden küçük bir kesim dışında, sözünüzden döndünüz; hâlâ da sırt çevirmektesiniz.” (Bakara, 2/83.) “Mûsâ’ya ve kardeşine şöyle vahyettik: “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın, evlerinizi ibadet mahalli yapın ve namazı kılın. (Ey Mûsâ!) İnananları müjdele.” (Yunus, 10/87.) Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi namaz ibadeti sadece bize değil, geçmiş toplumlara da farz olan bir ibadettir.
İslam inancına göre herkesin bir eceli vardır. Bu ecel ne geri alınır ne de ileri alınabilir. Aynı zamanda her ölüm şeklide bir eceldir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyrulmaktadır: “Her ümmet için takdir edilen bir ecel vardır. Ecelleri geldiği zaman ne bir an ileri ne de geri alınamaz.” (Araf, 7/34) Bu bağlamda kişi hangi şekilde ölürse ölsün onun eceli öyle takdir edilmiştir. Örneğin trafik kazasında ölen kimse eceliyle ölmüştür. O kimse için bundan başka bir ecel yoktur. Trafik kazası, ölen kimsenin hayatını kısa kesmiyor, onu eceli gelmeden öldürmüş olmuyor. Bilakis ölen kişinin ölüm
İnsanoğlu eşrefi mahlukattır. İnsan, yaratılmışların en şereflisi olunca onun bütün organları ve parçalı da mükerrem ve saygıya değerdir. Göbek bağı da her ne kadar atılması gereken ya da önemsiz gibi görünen bir insan parçası da olsa en nihayetinde yaratılmışların en üstünü olan insanın bir parçasıdır. Durum bu olunca göbek bağı kesildiğinde müsait bir yere gömülmelidir. Ancak halk arasında var olan göbek bağının gömüleceği yerin bebeğe etki edeceğine dair inancın İslam dininde yeri yoktur. Bu tarz düşünceler daha çok batıl ve hurafe olan inançlardır. Bebeğin ahlaki özellikleri ailesinden ve çevresinden edineceği eğitim ve izlenimlerle oluşur. Durum bu olunca ailelerin bebeğin göbek bağından önce çocuklarına nasıl bir eğitim vereceklerini düşünmeleri gerekmektedir.
İslam’a göre bir kimsenin herhangi bir malı satabilmesi için, önce o malın dinen kullanılıp faydalanılması mubah olan bir eşya olması gerekir. Dolayısıyla bir malın mütekavvim olması için İslâm’a göre o maldan yararlanmak Müslümanlar açısından mubah olması yasaklanmış olmaması gerekir. Bu bağlamda domuz eti, sarhoşluk veren içki ve benzerleri mallar Müslüman’ın sahip olabileceği mütekavvim bir mal değildir. Müslüman bunları satın alamaz, imal edemez ve edinemez. Bu itibarla, bir Müslüman’ın, müşteriler gayr-ı Müslim bile olsa, bu tür haram malların ticaretini yapması, dinen caiz değildir.
Nikahın şartları yerine getirildikten sonra nikâh kıyılacak mekanın hiçbir önemi yoktur. Kız evinde, erkek evinde, camide veya başka bir yerde kısaca her yerde dini nikah kıyılabilir. Yeter ki dinimizin nikâh için koştuğu evlenecek taraflar, şahitler, gibi şartlar yerine getirilmiş olsun.
Haram ayları manasına gelen bu terkip, kamerî aylardan Zi’l-Ka’de, Zi’l-Hicce, Muharrem ve Recep aylarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Cahiliye döneminde de hürmet edilen bu aylar, muhterem kabul edilmiş ve bu aylarda savaşmak haram kılınmıştır.
Resimli elbise ile namaz kılmak mekruh olmakla beraber kılınan namaz geçerlidir. Aynı şekilde insan veya hayvan resmi bulunan yaygının üzerinde kılınan namaz geçerlidir. Yine namaz kılan kişinin sağında solunda ya da arkasında resim varsa kıldığı namaz geçerlidir. Ancak imkan varsa resmin olmadığı mekanda kılmak dikkatin dağılmaması için daha evladır.
Hz. Peygamber’in Allaha nispet ettiği hadislerdir. Bu hadislerin manası Allah’tan, sözleri Hz. Peygamber’dendir. Hz. Peygamber bunları, “Allah şöyle buyuruyor” diye rivâyet eder.
Zekat vermenin belirli bir zamanı var mıdır?
Zekat vermenin belli bir zamanı olmayıp, farz olduğu andan itibaren verilmesi gerekir. Bunun için belli bir ayı veya Ramazan’ı beklemeye gerek yoktur. Yani zekat vermekle yükümlü olanların, yükümlü
Bedenle yapılan ibadetlerde vekâlet geçerli olmayıp, ibadetin bizzat mükellefin kendisi tarafından yerine getirilmesi gerekir. Mesela, mükellef ne kadar hasta olursa olsun, onun yerine başkası namaz kılamaz. Bizzat mükellef, kendisine tanınan ruhsatlar çerçevesinde namazını kılar. Oruç da böyledir. Mal ile yapılan ibadetlerde ise vekâlet geçerlidir. Mesela bir kimse, zekât olarak hesaplayıp ayırdığı meblağı, ikinci bir kişi aracılığı ile fakirlere ulaştırabilir, malının zekâtını hesaplayıp fakirlere vermek üzere başkasını vekil tayin edebilir. Hem beden hem mal ile yapılan bir ibadet olan hacda ise, bizzat mükellef tarafından yapılmasına engel meşru bir mazeret bulunması halinde vekâlet geçerlidir. Mazeret bulunmadığı takdirde ise haccın vekâlet yolu ile yapılması geçerli olmaz. Vekâlet konusunda farz, vacip ve nafile hac arasında fark yoktur. Yani bir kimse şartlar oluştuğu takdirde farz olan hac için vekil tayin edebileceği gibi, vacip veya nafile hac için de vekil tayin edebilir.
Bir malın veya şirketin ortaklığında bütün ortaklar eşit hak ve yetkiye sahiptir. Hiçbir ortak diğer ortakların izni veya onayı olmadıkça ortak malda tasarruf hakkı yoktur. Bu malda tasarruf etme hakkı olmadığı gibi ödünç verme hibe etme gibi hakkı yoktur. Fakat ortaklar birbirini bu işler için yetkili kılarsa tasarruf edebilir. Ortakların hepsi bu yetkiye sahip olursa
İslam fıkhına göre bir kimsenin herhangi bir malı satabilmesi için, önce o mala sahip olması gerekir. Sahip olunmayan bir şeyin satılabilmesi, şüphesiz söz konusu değildir. İslamî hükümlere göre, domuz eti, sarhoşluk veren içki ve benzerleri mallar Müslüman’ın sahip olabileceği mütekavvim bir mal değildir. Müslüman bunları satın alamaz, imal edemez ve edinemez. Bu itibarla, bir Müslüman’ın, müşterileri gayr-ı Müslim bile olsa, bu tür haram malların ticaretini yapması, dinen caiz değildir.
Müslüman bir kadın kendisine dinen yabancı olan erkeklerin yanında başını örtmek durumundadır.
Kadınlar arasında veya babasının, erkek kardeşlerinin, amca veya dayısının, kayınpederinin yanında başı açık kalmasında dinen bir sakınca yoktur. Çünkü bunlar ona ebediyen haram olan insanlardır.
Ebediyen haram olunca da bu insanların yanında başı açık kalmasında bir sakınca yoktur. Nitekim Allah’u Teala Kur’an-ı Kerim’de bu hususta mealen şöyle buyurmaktadır: “Mümin kadınlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, iffetlerini korusunlar, kendiliğinden görünen kısım dışında süslerini göstermesinler; başörtülerini yakalarının üzerini de kapayacak şekilde salsınlar. Babaları, kayınpederleri, oğulları, kocalarının oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), cariyeler, erkekliği kalmamış tabiler (yani yardıma muhtaç hale gelmiş ve erkekliği kalmamış yoksul ve düşkünler) ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak çağa gelmemiş çocuklardan başkasına
Dinimizce selam vermek sünnet onu cevaplandırmak ise farzdır. Bir topluma selam verildiği zaman o toplumdan sadece bir kişi bu selama karşılık vermesi bu farzı yerine getirmek için yeterlidir. Şayet cevap verilmese o toplumda oturan her Müslüman günahkâr olmuş olur. Selamı o toplumun içinde oturan bir kimsenin ismini zikrederek verme durumunda ise ismi geçen kimse bu selama karşılık verme zorunda diğerleri için bir şey söz konusu değildir. Selam, benden sana bir zarar gelmez, anlamına geldiğine göre her Müslüman bu güzel uygulamayı günlük hayatında yaşaması ve yaşatması lazım. Selam verdiği gibi verilen selama da karşılık vermesi gerekir. Çünkü Kur’an-ı Kerim de Allah’ü Teale mealen şöyle buyurmaktadır: ‘Size bir selam verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin.’ (Nisa, 4/86)
Öncelikle şunu söyleyelim ki İslam her canlının hayatını muhafaza etmeyi amaçlamaktır. Hayvanların hayatı da bunlardan birisidir. Onun için eğer hayvan insana zarar veriyorsa ve başka da bir çözümü yoksa (yılan gibi) insan kendini koruyabilmek için o hayvanı öldürebilir. Ama hayvan insana zarar vermiyorsa (kedi gibi) bu hayvan insana zararlıdır diyerek öldürmek uygun değildir. Dolayısıyla bir hayvanı öldürebilmenin ölçüsü o hayvanın bize açık bir zararı olması ve öldürmeden başka bir çare olmadığı durumlarda
İş sahasında sıklıkla karşılaşılan konulardan da biri de çek, senet kırdırma hadisesidir. Elinde çek veya senedi bulunan ve nakit paraya ihtiyacı olan birinin, çek veya senedi, üzerindeki fiyattan düşük bir rakamla bir başkasına kırdırması dinen uygun bir işlem değildir. Yani kişinin elinde 5 ay vadeli 10 milyar liralık çek varsa, bunu 9 milyar karşılığında bir başkasına kırdırması dinen caiz değildir. Çünkü böyle bir uygulama haksız kazanca ve faize neden olduğundan dinen caiz değildir. Zira İslam fıkhında alışveriş bir malı alıp satma ile meydana gelir her iki tarafta da yani alıcı ile satıcı da bir bedel olmalıdır. Bedel yoksa alışveriş meydana gelmemiş olur. Çek, senet kırdırma da alışverişin şartları tahakkuk etmediğinden dinen uygun görülmemiştir.
Hz. Peygamber bir hadisi şerifte suyu üç defa içmekle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Deve gibi bir nefeste içmeyin. İki veya üç nefeste için. Bir şey içeceğiniz zaman besmele çekin; içtikten sonra da “elhamdülillah” deyin!” (Tirmizî, “Eşribe”, 13.) Sevgili Peygamberimiz, bu hadisi şerifte suyu üç yudumda içmeyi tavsiye etmektedir. Ancak bu bir tavsiyedir. Bunun yanında üç defa içmeyi tesviye eden hadis-i şerifler varsa da üç yudumdan daha az bir şekilde içmenin
Müslüman olan kişinin öldükten sonra yıkanıp, kefenlenerek ve namazı kılınarak gömülmesi esas olandır. Dinimizin ölçüsü budur. Hz. Peygamberimizin uygulaması da böyledir. İnsanın kendisi mahlukatların en şereflisi olduğundan dirisi de ölüsü mükerremdir. Bundan dolayı ölü de olsa bedenine zarar verilemez, yakılamaz.
Alkolü içmek bütün mezheplerde haramdır. Ama onunla temizlik yapma hususu ise mezhepler arasında tartışmalıdır. Elbiseye dökülen ya da yüze sürülen kolonya konusu da bunlardan biridir. Hanefi mezhebine göre kolonya ve benzeri temizlik maddelerini içmek, içki içmek gibi yasak ve haramdır. Çünkü içinde alkol vardır. Ama bunları temizlikte kullanmak caizdir. (Tıraştan sonra yüze sürmek gibi). Aynı şekilde ele yüze sürülen veya elbiseye dökülen kolonya veya sürülen parfümle namaz kılmak caizdir. Çünkü necis ve pis sayılmaz. Namaz kılınması halinde de bu namaz geçerlidir. Şafii mezhebine göre ise kolonya ve benzeri maddeler içinde alkol barındırdığından necistir. Yani pistir. Kolonya ve benzeri maddeler necis olduklarından onları içmek haram olduğu gibi onları temizlik ya da başka bir gaye için de olsa kullanmak caiz değildir. Dolayısıyla Şafii mezhebine göre ele yüze ya da elbiseye dökülen kolonya, parfüm ve benzeri maddeler ile namaz kılmak caiz değildir. Kılınması halinde namaz geçersizdir.