Minik öğrencim, kelimeyi okuyabilmek için harflerle mücadele ederken, birden başını kitaptan kaldırıp yüzüme baktı. “Öğretmenim, bir şey sorabilir miyim?” dedi. Bunun bir dersten kaçış yöntemi olduğunu düşünmüş olsam da, “Tabii sorabilirsin” diye yanıtladım. “Öğretmenim, hayatınızda bir şeyi değiştirme şansınız olsaydı, neyi değiştirirdiniz?” dedi. Öylece kalakalmıştım. Bu yedi yaşındaki bir çocuk için ağır bir soruydu ve hiç de dersten kaçış yöntemi gibi görünmüyordu. Biraz düşünmek için izin istedim. Bu arada okumaya devam etmesini söyledim. Aslında onun için sıra dışı, ama benim için sıradan bir soru olmalıydı bu. Hayatım bir anda gözümün önünden geçti. Neleri değiştirebilirdim, neleri Avuçlarımda tutabilirdim diye düşündüm. Ortada benim hayatım var mıydı ki? Aman Allah’ım bu ne zor bir farkındalık. Benim olmadığım bir hayatta, Avuçlarımda tutacağım ne olabilirdi ki.
Neyi değiştirirdin diyor tatlı kız. Düşündüm ve yine düşündüm. Önce kendim ile tanışırdım. Ne istediğimi ne istemediğimi, neye gerçekten ihtiyacım olduğunu ya da olmadığını. Etrafımdaki kimsenin tanımadığı, tanımak için çok da çaba sarf etmediği, kendimin bile bu konuda bir fikrimin olmadığı, “Ben kimim?” sorusunun cevabını aradım. Kim olduğunu bilmeye, kendini tanımaya hiç fırsat verilmemiş, içinde nelerin var olduğunu keşfedememiş bir insana sorulacak soru muydu bu? Yine düşündüm ki, sevdiğim kişileri hayatıma alıp onlara iyi gelmeye çalıştım. Kendimi tanımadığım için, bana iyi gelip gelmediklerini bilemeden ısrarla hayatımda tuttum. Ruhuma verdikleri zararları azaltabilmek için, onlara verdiğim sevgi dozunu arttırdım. Yüzlerinden topladığım ufak tebessümleri yaralarıma merhem diye sürdüm. Takvime iyi geçen bir gün daha diye çentik attım. Ama iyileşemedim. İçimdeki o açlık hiç bitmedi. Ufak lokmalarla günü geçiştirdim.
Arada yaptığım bir şeyler hoşuma gitti. Ama onları yapmak için, başkalarının hayatlarındaki eksikleri tamamladıktan sonraki “artık vakitler” i bekledim. Benim isteğim, benim arzum, “Ne haddime” dedirten şeylerdi ve kimsenin işine yaramadığım zamanlarda dillendireceğim cümlelerdi. Oysa güzel şeylermiş isteklerim. Onları ufak ufak gerçekleştirdiğimde övgüler bile aldığım olmuştu. Belki de kendimi tanısam seveceğim. Belki de içimde ne şaheserler gizlidir diye gülümsedim. O halde sırtımı dışa, yüzümü kendime çevirsem, tanısam bu güzel insanı. Sevdiğim şeyler de güzeldir benim. Onları yapsam, göstersem herkese. Bakın, ben de varım, buradayım desem. Olur mu ki? Olur elbette, neden olmasın?
Sonra yüzümü minik Ayşem’e çevirip dedim ki, “Yeşillikler içinde bir evim olsun isterdim. Önünde tertemiz akan suyuyla bir dere. Kenarında gelincikler, papatyalar ve yemyeşil otlar olsun. Penceremin önünde bir masa ve üzerinde kitaplarım ve hayallerimi yazmaya yetecek kadar kağıt ve kalemler.”
Heyecanla yüzüme bakıp, “Masanın üzerinde yiyecek ne olsun?” “Karamelli dondurma ve badem şekeri” dedim. İkimiz de dakikalarca güldük...