Sevilmemiş olmak mı yoksa sevilmemiş birini sevmek mi daha zor? İkisinin acısını yarıştırırken, bir kavram daha çıkacak karşımıza ki, zor olan hiç sevilmemiş olmak mı? Seviliyormuş gibi yapılıp ters köşe olmak mı? Ne far keder ki. Her iki durumda da elle tutulur bir şey yoksa.
Zordur sevilmemek. Hele bir de sevdiği tarafından ise kalınlaşır dünyaya örülen duvarlar. Kalbinin seçtiği, anlam yüklediği, hayatının merkezine yerleştirdiği kişinin gözlerinde kendinin bir hiç olduğunu seyretmek. Üstelik bunu gözlerinde, tavırlarında görürken, dilindeki sahte sevgi sözcüklerine maruz kalmak. Ardından etrafına buzdan bir kale yapıp içine sığınır. Artık onu ne ısıtabilir ne de kırabilirsin. Kendisine söylenilen sevgi sözcükleri için kılı kırk yarar. Ya da panik ile reddeder. Sevgiden bahsediyoruz ya. İnsanı insan yapan, duygularının, ruhunun yapı taşı değil midir? Ruh arzular, onunla tamamlanmak ister. Korkuyla ittiğini perdenin ucundan gizlice izler. Gerçek olup olmadığından emin olmak adına ne gelgitler yaşar. Oysa o sevgisizliğin açtığı yaraları yine gerçek, saf bir sevgi merhemiyle iyileştirmek için can atar. Elinin tersiyle ittiği sevgiyi tüm ruhuyla arzular.
Ya sevilmemiş insanı sevmek. Kolay mı uzattığı elin her defasında boş, söylediği sözcüklerin kifayetsiz kaldığına şahit olmak? Karşısındakinin yaralarına merhem olmaya çalışırken, yeni bir yara gibi görülmek. Sevilmemiş bir insanı sevmek de zordur. Fedakarlıkta sınır tanımamaktır. Her şeye rağmen ve sınırsız sevebilmektir. O yaraya merhem olduğunu, o perdenin arasından endişe ile bakan bir çift göze gösterebilmektir.
Diyeceğim o ki, sevilmemek zor ise, sevilmemişi sevmek de cesaret işidir. Ya vazgeçip kaybeder ya da cesaretle zaferini ilan eder.